Son Bir Saniye

Bu yazı, yılın o son bir saniyesini uzatıp o süre içinde dünden yarına çizgisel bir akışta algıladığımız “zaman”, “değişim” ve “entropi” üzerine düşündüklerime dairdir. Peki, fen bilimlerine ait bir yasa, sosyal bilimler için de geçerli olabilir mi? Örneğin yerçekimi gibi fizikî evrene ait bir yasayı, toplumsal gelişmeleri açıklamak için de kullanabilir miyiz? Denemeye değer…

zaman

Dün, 31 Aralık’ta saat 23’ü 59 dakika ve 59 saniye geçiyorken yıl 2022 idi, 1 saniye sonra 2023’e girdik. O son bir saniyede “zaman” kavramını bir kere daha düşünmeyen olmuş mudur acaba? Eminim hepimiz o son bir saniye boyunca, yani bir ışık fotonunun kaynağından çıkıp 299.792.458 metre yol alıncaya kadar geçen zaman içinde, geride bıraktığımız yılın kişisel bilançosunu ve toplumsal muhasebesini yapmaktan kendimizi alamadık. Üstelik 1 saniye sonraki yıl, içinde Cumhuriyet’imizin 29 Ekim’deki ilanının 100’üncü yıldönümünü de taşıyor ve onu bütün değerleriyle yeniden kazanma olanağını…

Çin sinemasını geniş halk kitlelerine taşıyan, Beşinci Kuşak yönetmelerinden Zhang Yimou, 2020 yapımı “Bir Saniye” adlı filminde, Kültür Devrimi sırasında yıllardır kayıp olan kızının bir saniyeliğine göründüğü bir film şeridini bulabilmek uğruna çalışma kampından kaçmayı göze alan bir babanın tehlikelerle dolu serüvenini anlatır. Baba Yi Zhang için o 1 saniye, kim bilir kaç yıllık bir zamana eşitti. Bizim de 2022’ye ait son saniyelerimizin süresi farklı uzunluklardaydı kuşkusuz.

Bu yazı, yılın o son bir saniyesini baba Yi Zhang gibi uzatıp o süre içinde dünden yarına çizgisel bir akışta algıladığımız “zaman”, “değişim” ve “entropi” üzerine neler düşündüğüme dairdir. Ama önce şu sorunun yanıtını bulalım: Fen bilimlerine ait bir yasa, sosyal bilimler için de geçerli olabilir mi? Örneğin dünyanın gökcisimlerini kendisine, üzerindeki nesneleri merkezine doğru çekmesi demek olan yerçekimi gibi fizikî evrene ait bir yasayı, toplumsal gelişmeleri açıklamak için de kullanabilir miyiz? Yani toplumsal evrende de buna benzer bir çekim yasası vardır, diyebilir miyiz?

DOĞA FİLOZOFLARI

MÖ 6. yüzyılda ilk çağ Yunan felsefesinin başlangıcında, merkezî tema olarak “doğa”yı ele alan, bu nedenle ilk bilim adamları, ilk fizikçiler sayılan Thales’ten Anaksimandros’a, Anaximenes’ten Pisagor’a “doğa filozofları”, hiç kuşkusuz bu soruyu “evet” ile yanıtlıyorlardı. Çünkü onlar doğaya bakarak bir “hakikat” arıyor, ararken de gözlem ve deneyden yararlanıyorlardı. Bilim de kendine özgü yöntem ve yasalarıyla fen bilimleri, sosyal bilimler diye henüz ayrışmamış, felsefenin içinde var oluyordu.

Bilgi arttıkça bilim dallara ayrıldı ve her dal kendi içinde uzmanlık gerektirdiğinden giderek felsefeden farklılaştı. Şimdi artık geçen yüzyılın başlarında tamamlanan sınıflandırmaya göre doğa fenomenlerini araştıran fizik, biyoloji, kimyayı doğa bilimleri içinde; toplumu, bireyi araştıran sosyoloji, psikoloji, antropolojiyi sosyal ve beşerî bilimler içinde ele alıyor; deneyle değil apriori doğrulanan matematik, mantık, geometriyi de formel bilimler içinde değerlendiriyoruz.

Bu tasniften yüz yıl sonra bugün bilim dalları daha fazla ayrışıp çeşitlense de “zaman”, “değişim”, “entropi” gibi konularda doğa bilimleriyle sosyal bilimler arasında ilişkiler kurmak, analojiler yapmak her zaman olanaklı görünüyor. Evrenin en temel yasasının “değişim” olduğunu, antik Yunan doğa filozofu Herakleitos’tan beri biliyoruz; bu değişimin sadece doğal varlıklarla değil, sosyal yapılarla ilgili olduğunu da. Diğer doğa filozofları bu evrensel yasanın “hava”, “su”, hatta “sayı” olduğunu söylerken “oluş” filozofu Herakleitos “Her şey akar.”, “Aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz.”, “Değişmeyen tek şey değişimdir.” diye tutturmuştu. Sosyoloji bunu, yani toplumsal değişimleri günümüzde, bırakın yüzyıllık süreleri, yıl, hatta ay kadar bir zamanda durmadan kanıtlıyor. Bu yıl yüzüncü yaşında “anacağımız” Cumhuriyet’imize bakınca, nereye doğru “akarak” nasıl “değiştiğini” çok net görüyoruz. Oysa AKP yirmi yıldır iktidar!

DEĞİŞİM

250 yıl kadar önce Darwin, insan dâhil tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan evrildiğini öne sürerek biyolojik değişimi açıklamıştı. Hemen hemen aynı yıllarda Marks da toplumsal sistemlerin ilkel komünalden kapitalizme evrildiğini, buradan da sosyalist sistemler aracılığıyla komünizme dönüşeceğini söylemişti. Evrim sürecinin bir yerinde takılıp dönüşümü eksik kalmış insan türünün bireyleri olabildiği gibi Marks’ın tanımladığı dönüşümü tamamlayamamış sosyalizmler de oldu tabii. Kapitalizmin var oldukça yaydığı negatif enerji sosyalizmi tehdit etmeyi sürdürdü; negatif enerjiye karşı pozitif enerji üretemeyen sosyalizmler, toplumu Marks’ın öngördüğü son aşamaya eviremeden çöktüler. Yüksek enerjiden düşük enerjiye doğru evrilen sistemlerin bozulup dağılmasının önüne ancak eksilen enerjiyi yerine koymakla geçilebilir. Bu durum biyolojik sistemlerde olduğu gibi toplumsal sistemlerde de yenilenme, gençleşme ve disiplinli örgütlenmeyle mümkündür. Bunu bize termodinamiğin 2. yasası söylüyor, oraya geleceğiz.  

“Zaman”a dönecek olursak, zamanı doğada ve elbette toplumdaki bu değişimlerle fark edebiliyoruz. Canlılar doğuyor, yaşlanıyor ve ölüyor; eşya paslanıyor, bozuluyor, iş görmez oluyor; Osmanlı bir beylikten imparatorluğa kadar gelişip sonra tuz buz dağılıyor…  Bütün bunlar bize değişimin bir düzenden düzensizliğe doğru olduğunu gösteriyor ve bilim buna “entropi” diyor; doğal ve sosyal süreçlerde sistemin işleyişi, enerjisini azaltacak ve düzensizliğini artıracak yönde oluyor. Yani düzenlilik önce, düzensizlik hep sonra geliyor. Bardak düşüp kırıldığında, biçimsel düzeni bozulup içindeki sıvı dağılıyor. Kırık bardak, içindeki sıvıyla birlikte toparlanıp, masanın üstünde düzenli biçimini almıyor. 1789 Fransız Devrimi’yle monarşiler dağılıp yok oluyor ve bir daha toparlanıp o güçlü sistemlerini tekrar kuramıyorlar. Bu doğal ve sosyal olgular bize zamanın yönünün, geçmişten geleceğe doğru olduğunu gösteriyor.

Entropi için maddenin rahatlama, gevşeme eğilimidir de diyebiliriz; bir bakıma bunun sosyolojideki karşılığı liberalizm oluyor. Düzenli sistemlerin enerjisi yüksekken entropisi düşük oluyor, balonun içindeki havanın entropisi gibi. Balonu delip havayı bıraktığınızda hava enerjisini kaybediyor ve entropisi, yani düzensizliği artıp dağılıyor. Termodinamik tam da bunun bilimi oluyor, enerji ve entropinin. Enerjinin dönüşümünü ve ısının hareketini inceliyor. Bu bilim dalı sanayi devrimiyle birlikte kapitalist üretim ilişkileri içinde makinelerin verimini artırmaya yönelik çalışmalar sonucunda ortaya çıkıyor. Makinelerin verimi artınca, ürün gerekli olandan daha fazla üretiliyor ve burjuvazinin el koyduğu artı değer ortaya çıkıyor. Bu, doğa bilimleriyle sosyal bilimler arasındaki analojinin görünürlük kazandığı ikna edici başka bir örnektir.

TERMODİNAMİĞİN DÖRT YASASI

Termodinamiğin dört yasası var; 0, 1, 2, 3 diye numaralandırılıyor. Sıfırıncı yasa, birinci ve ikinci yasalardan 50 yıl kadar sonra kabul ediliyor; başlangıçla diğerlerinden daha çok ilgili olduğundan ona “sıfırıncı yasa” deniyor. Termal dengeyi anlatan bu sıfırıncı yasa, birbirine temas eden cisimlerin ısı alışverişinde bulunduklarını, ısıl dengede aynı sıcaklıklara sahip olacaklarını söylüyor. Kızdırılmış bir demir çubuk soğuk su dolu kovaya batırıldığında, suyun ısınıp çubuğun soğuyarak sıcaklıklarının eşitlenmesi bunu gösteriyor. Tıpkı 2010’lara kadar iktidardaki İslamcı politikaların liberal solda yarattığı ılınma ya da ABD emperyalizminin, kimi etnikçi siyasileri ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunduğuna inandırıp sömürgeciliğini “demokrasiciliğe” kadar ılıtması, Çöl Fırtınası Harekâtı’yla Irak’ı yakıp yıkarak “demokrasi”ye kavuşturması gibi!

Termodinamiğin birinci yasası kütle gibi enerjinin de korunduğunu ileri sürüyor ve enerjinin vardan yok, yoktan var edilemeyeceğini; ancak bir halden başka bir hale dönüştürülebileceğini” ifade ediyor. Benzinle çalışan araçların benzini yakarak ondaki potansiyel enerjiyi eşit miktarda kinetik enerji ile ısı enerjisi toplamına dönüştürdüğünü söylüyor. Tıpkı toplumların potansiyel enerjilerinin eylem enerjisine dönüşmediği süreçlerde yok olmadığı, uygun zaman ve zeminde Cumhuriyet mitinglerinde, Gezi protestolarında, işçi eylemlerinde ve hatta örgütlü emekli mücadelelerinde açığa çıkıp eşdeğer bir kinetik enerjiye dönüştüğü gibi.

ENTROPİ

İkinci yasa, yukarıda açıklamaya çalıştığımız entropiyle ilgili. Hal değişimlerinin herhangi bir yönde değil, belirli bir yönde gerçekleştiğini anlatıyor. Bu yasaya göre enerji kendini daima yok etme eğilimi gösteriyor. Bu nedenle enerji ve madde, zamanla daha az faydalı iş yapabilir hale evriliyor. Kahvenin fincanda soğuması, yuvarlanan taşın durması, canlı varlıkların gençliklerindeki hareketliliklerini kaybetmesi bu yasanın ikna edici örnekleri oluyor. Tıpkı aristokrasinin egemenliğini burjuva sınıfına devretmesi, kapitalist modernizmin başlangıçtaki devrimci ve ilerlemeci yönünü zamanla yitirmesi, toplumsal sistemlerin başlangıçtaki ideallerinin belli bir süre sonra buharlaşması gibi.

Üçüncü yasa ise sabit basınç altındaki bir sistemin entropisi sıcaklığa bağlıdır, diyor. Buna göre sıcaklık yükseldikçe artan entropi sıcaklık düştükçe azalıyor. Soğuma sırasında sistemde oluşan parçacıklar sıkı bir düzene girdiğinden sistemin düzenliliği artıyor, düzensizliği azalıyor. Tam bir kristal maddenin mutlak sıfır sıcaklığındaki (-273C°) entropisi ise sıfır oluyor. Bu, mutlak bir değişmezlik anlamına geliyor ve canlı ya da cansız tüm sistemlerin donmuş kalmış halini tanımlıyor dinî inançlar ve dogmalar gibi. Tam bir cennet vaadi ne yükselen enerji ne düşen bir entropi!

Sistemler, mutlak sıfır sıcaklığına ulaşabilmiş olsaydı, kuşkusuz termodinamiğin ikinci yasası geçersiz olurdu ve canlılık, hareket, her şey son bulurdu. İyi ki termodinamiğin ikinci yasası var ve var oldukça da mutlak sıfır sıcaklığına ulaşmak hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Zira o sıcaklıkta ne bir biyolojik varlık ne de bir sosyal yapı düşünülebilir.

Peki bu entropinin artan eğiliminin, sistemlerin bozulup dağılmasının önüne nasıl geçilecek, uygun bir denge hali nasıl sağlanıp canlılık korunacak? Burada sistemin canlılığını korumanın sadece bir yolu olduğu görünüyor: Entropi artıp enerji eksildikçe sisteme yeni enerji kazandırmak. İnsanlar besinlerden aldıkları enerjiyle bunu yapıyorlar zaten ve biyolojik yapılarını, sağlıklarını böyle koruyorlar.  

YENİ YIL DİLEĞİ

Genç bireylerin enerjileri yüksek olduğu için hem bedenlerinin hem düşüncelerinin entropisi düşük oluyor. Aynı biçimde örgütlü toplumların da öyle; entropinin en düşük, enerjinin en yüksek olduğu yapılar kararlı, azimli, dirençli, yani devrimci örgütlerdir.    

Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlının azalan enerjisi nedeniyle artan entropisine bağlı olarak dağıldığında, bundan enerji dolu Cumhuriyet sistemini Kuvayı Milliye yarattı. Şimdi enerjisi alına harcana iyice düşürülen ve beraberinde entropisi oldukça yükselen Cumhuriyet’ten genç, enerjik, bağımsız ve eşitlikçi bir cumhuriyeti yine ve yeniden ancak örgütlü kadrolar yaratabilir.

Bunun anahtarı, Mustafa Kemal Atatürk’ün, henüz genç bir subayken 5 Ocak 1904 tarihli günlüğüne düştüğü nottadır: “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı!” Hem genç hem sosyalist… Yüksek enerji, düşük entropi!

1 saniye sonra, benim yeni yıl dileğim budur!

Son Bir Saniye” için 2 yorum

  1. Sevgili abicim, yeni yılın ilk günü yazını hep olduğu gibi keyifle okudum. Dileğinin gerçekleşmesi umudu ile yeni yılın kutlu olsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir