Talan

TALAN


ey kalbim

bu kaçıncı talan?


denizi ve tuzu gördün

batık filikalar boyunca

ve gittikçe ufalan

                               ben misin?


uzak kuşlar bana doğru

bırakılmış bardaklar

da sürekli aynalardı

soğudukça tutulan

                               sen miyim?


gittiği nerden başlar

hangi derin martının

bu yoğun armadalar

                               da mı yalan?


ve hep bir yanılsama

dedikçe içe vuran

                               kim?


bu kaçıncı talan

ey kalbim?

Kırk Dokuz Yıl Önce Bugün…

Ölüm yıl dönümünde anneme bir Hıdırellez anması

Kırk dokuz yıl önce bugün
bir yanımızda hüzün vardı,
kapkalın bir hüzün;
bir yanımızda düğün vardı,
ipince bir düğün!

Hüzün üç dalı kırdı, henüz çiçeklenmemiş;
Düğün türküyü sustu, dudaktan dökülmemiş!

Kırk dokuz yıl önce bugün
bir yanımızda yaşam vardı,
yeşillenen bir yaşam;
bu yanımızda akşam vardı,
sabahı geç bir akşam!

Yaşam kapımızda asılı, üç söğüt dalı,
Akşam olmak bilmeyen, aşılmaz Sahra çölü!

Kırk dokuz yıl önce bugün
bir yanımızda Hızır vardı,
ab-ı hayat içmiş Hızır;
bir yanımızda İlyas vardı,
denizlerden geçmiş İlyas!

Hızır ölümsüzlüğe ermiş, Gılgamış gibi,
İlyas’la buluşunca erir zaman kış gibi!

Kırk dokuz yıl önce bugün
bir yanımızda ateş vardı,
henüz sönmemişti ateş;
bir yanımızda kor vardı,
daha yanmamıştı kor!

Ateş hüznü yakardı, Hıdırellez ateşiydi,
Kor bize ondan kaldı, ateşin kardeşiydi!

Kırk dokuz yıl önce bugün,
Yani daha dün…

Bir Çocuğun Soruları

kime sorsam susuyor
benimle büyüyor soru,
dizlerim yara bere
koşarken çocukluğumu:
aynı başladığı halde
neden farklı herkesin
herkesten yolculuğu?

anneme dedim: anne
niçin korkar krallar,
neden kuş uykuları,
kalın yüksek duvarlı
sarayların içinde,
emirlerinde bu kadar
askerler varken hem de?

benim babam fabrikada
bir masal kahramanı.
ter döker nakış nakış
kumaş kumaş düş diker.
neden giyemez bilmem,
bayramdan bayrama olsun
diktiği pantalonu?

öğretmenime göre biz
geleceğiyiz ülkemizin,
ağacın dalı gibi
ya da tomurcuğu çiçeğin
peki ama öğretmenim
kökümüze su verecek
bizim bugünümüz kim?

doktor derin nefes al,
fotoğrafçı tut diyor.
şair imgeleriyle
arıyor içimdekini,
bir bilsem bir anlasam:
kim bulup çıkaracak
düşümdeki dikeni?

Yabancılaşma Engeli Olarak Şiir

Si/Poetry

21 Mart’ta halk şiirinin son temsilcisi Aşık Veysel öldü (1973), 40 Kuşağı’nın toplumcu şairi Cahit Irgat doğdu (1916). 21 Mart nevruz, yeni gün, doğanın uyanışı, bahar bayramı ve Nezaket Günü… Ama bizce 21 Mart, sadece Dünya Şiir Günü. Lee Changdong’un 2010 Güney Kore yapımı Si (Şiir, Poetry) adlı filmiyle nezaket timsali bir şair adayının peşinde, şiirin izini sürmenin, bireysel ve toplumsal etkileri üzerine düşünmenin tam zamanı.

Okumaya devam et “Yabancılaşma Engeli Olarak Şiir”

Ankara’nın Salih Bolat’ı

Salih Bolat’ın 40 yıllık şiir serüvenini iki dönemde okuyabiliriz: İlki, biçimde anlatımsallığın öne çıktığı, temada sosyal görüngülerin önde, bireyin hemen arkada olduğu, Gece Tanıklığı’na (2000) kadar devam eden Ankara Dönemi. İkincisi, tahkiyenin yoğun bir imgesellik kazandığı, bireyin önde, sosyal temaların hemen arkada olduğu İstanbul Dönemi.

Okumaya devam et “Ankara’nın Salih Bolat’ı”

KIRIK SULAR

şiir

KIRIK SULAR

kırık sular! aktıkça 
mildiniz, kalbime dolup
		 durdukça göl
gibi kendi kendine ve sürekliydiniz.


kırık sular! dolandıkça
bana çıktı yolunuz,
		gittikçe çöl
ve tuz yüklü bir şarkıdan geçtiniz.


kırık sular! kuşları
siz mi biriktirdiniz,
		uçtukça dil,
yazdıkça söz; birbirine dönüştünüz.


kırık sular! onarılmaz
belki de siz değildiniz,
		çürüdükçe gül
akşamlar da küçülür, gördünüz.


kırık sular! ısındıkça
“öl!” emri gibiydiniz,
		yandıkça kül
gibi bir yaraya yavaşça döküldünüz.


kırık sular! sonunda
denizin altını çizip
                        “önemlidir!” dediniz.

                                       Mustafa PALA

Yangın Sagusu

Bir yangından geriye yananın nesi kalır
Ağacın kendisinden eksilen imgesi kalır

Zaman kısalır birden uzam daralır bütün
Bükülen düz ovada sessizliğin sesi kalır

Varsılın varı yanar yoksulun yoğu yanar
Canlının canı yanar külü karası kalır

Yaka yaka eşitler ateş yaşı kuruyu
Bir kibrit alevinde arının sarısı kalır

Duman sarar kefen gibi düşleri ve kuşları
Çiçeğin rengi yanar yerinde kokusu kalır

Kalan gider can gider talan gelir ardından
Boğazında böceğin son bir nefesi kalır

Çeyizinin içinde yanar umudu kızın
Arsız nedenler söner geriye çaresi kalır

Acılar paylaşılır küllenir yavaş yavaş
Korları üfleyenin sönmez korkusu kalır

Yanar sözler sözcükler kahırlı tüm dizeler
Uyakları tutuşmuş yangın sagusu kalır

Arafat’a Mektup

“Baba beyaz oyuncağım nerede?”

 yarası tuzlu sözümün, yarısı sevda fakat
 ben Türkiyeli şair, bin şiir sana Arafat!


 sevmenin uslusuyla öpmenin delisi
                        uyaklıdır iç içe
 ve yeni gelinle özgür Filistin.
 incecik kumaşlardan bir gömlek biçin 
 kum tanecikleri dolsun içime!


 en yoğun uçuşları, yani yorgun kuşları
                           ezberledin mi?
 kanat altlarında kurşun izleri.
 gök mavisi kadar serin o denizleri
 çıkar koynundan da çocuklara suuu n!
  
  
 Ariel Şaron öpemez kanadında rengini
                           güneş kuşunun,
 siklamenler susuz kalır saksıda.
 Türkçe menekşeler gönderdim sana,
 Arapçada “Filistin” dediğin senin!
  
  
 ten ölüm karası, çöl yağmur yakarısı
                          kum deryasında
 ve imgesi kavganın o kadar yalın.
 geriye sevişmek kalır kırımı alın,
 aşklar uzun kinlerin tel örgüsünde!
  
  
 yarası tuzlu sözümün, yarısı sevda fakat
 ben Türkiyeli bulut, bin yağmur sana Arafat! 

Bu mektup Arafat’a 40 yıl önce yazıldı, Şaron’a küfür niyetine! 40 yıl sonra mirasçılarına ulaşması dileğiyle yayımlanıyor!