Yunancada oxus “keskin”, môros “aptalca” demek. “Oksimoron”, bu iki sözcüğün birleşmesiyle oluşmuş. Birbiriyle çelişen iki kavramın bir tamlama ya da cümle bağlamında ilişkilendirildiği ifade anlamına geliyor. Bazen anlamı pekiştirmek ya da yazınsal bir estetik, etkili bir söyleyiş oluşturmak, bazen de bir durumu eleştirmek veya alaya almak için kullanılıyor. Türkçesi için “tersanlam” terimini öneriyorum.
Okumaya devam et “Oksimoron”Ay: Eylül 2020
Dillerin Sınıfsallığı
Sınıflı toplumlarda sosyal sınıfların belirleyiciliği muazzamdır. İnsanların düşünme biçimlerinden toplum içinde ilişki kurma biçimlerine, kültür birikimlerinden günlük davranışlarına kadar etkili olmadıkları alan yoktur. Sömürge/yarı sömürge ülkelerde bireyin antiemperyalist duruşunda da kapitalist/feodal ilişkilerin egemen olduğu ülkelerde sofrada çatal kaşık tutuşunda da bu belirleyiciliğin izlerini sürebilirsiniz. İnsanın düşünme eyleminden davranma biçimine, en geniş anlamıyla ilişki kurma pratiğini gerçekleştirdiği dilinin, sınıfsallığın bu belirleyiciliğinden bağımsız kalması olanaklı değildir.
Okumaya devam et “Dillerin Sınıfsallığı”Dillerin Zenginliği ve Ulusallığı
Türk Devriminin önemli aşamalarından biri Cumhuriyet’in kuruluşundan beş yıl sonra gerçekleştirilen Harf Devrimi, diğeri de dokuz yıl sonra 26 Eylül 1932’de düzenlenen Türk Dil Kurultayı ile yaşama geçen Dil Devrimi’dir. Dil Bayramı’mızın 88. yılını dilin sosyolojisine ilişkin iki yazıyla kutluyorum. Yazıların ilki dillerin ulusallığı ve çeşitliliği, ikincisi sınıfsallığıyla ilgilidir.
İnsan türünün dil öğrenmeye genetik olarak yatkın olduğunu dilbilimciler söylüyor; Çağdaş İngiliz Edebiyatı Profesörü John Sutherland da ekliyor: “Tür olarak kendi içimizde mitsel düşünmeye eğilimli olduğumuzu varsaymak mantıklıdır.” (2018). Kolektif bilinçdışımızın binlerce yılda yarattığı, dünyayı anlama ve yorumlama yönümüzü etkileyen birçok arketipi (ilkörnek) işte bu mitler içinde bulabiliyoruz. Tıpkı Babil Kulesi mitinde yüzlerce yıldır yaşattığımız tanrı, güç, inanç arketipi gibi.
Okumaya devam et “Dillerin Zenginliği ve Ulusallığı”Bir Okul Filmi Klasiği: Hababam Sınıfı
Hababam Sınıfı’nı aklımıza düşüren iki neden var: İkincisi, Korona virüsü zaten okuldan uzaklaşmaya başlamış olan eğitimin okulla ilişkisini temelli kesti ve artık eğitim yöneticilerimiz eğitimi okulsuz yönetiyorlar; çocuklarımız sosyalleşmelerini sosyal medyada gerçekleştiriyorlar. Kel Mahmut oradan eğitim yöneticilerine sesleniyor: “Otur, sıfır!” Ve biz de burada eğitimden kayıp giden okula bir ağıt yakıyoruz!
Cemil Türkarman’ın ‘Ilgaz’ adlı türküsünün “Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın” dizesine “Eteklerinde kitaplar…” dizesini ekleyince büyük usta; artık bu bir Can Yücel şiiri oluyor ve ‘Ilgaz’ da Türk Edebiyatının ‘yüce dağı’ Rıfat Ilgaz’a dönüşüyor! Rıfat Ilgaz deyince de akıllara Hababam Sınıfı düşüyor.
Okumaya devam et “Bir Okul Filmi Klasiği: Hababam Sınıfı”Dinsel Va(â)kıflar Ülkesi
Tarikat ve cemaatlerin kendilerini yasallaştırmak amacıyla kurdukları vakıflarda dönen dolapların, çocuk istismarlarının ardı arkası kesilmiyor. Haberlere son eklenen pislik Uşşaki Tarikatı’ndan geldi. Olayın daha pis yanı ise siyasi figürlerimizin Cumhuriyet’in yasa dışı ilan ettiği bu yapıların liderleriyle, son örnek Fatih Nurullah’ta olduğu gibi, yan yana pozlar vermesi. Nedir bu vakıflar ve neye vâkıftırlar bir daha yazalım ki unutulmasın, unutturulmasın!
Vakıflar neye vâkıf?
“Bir hizmetin gelecekte de yapılması için bir topluluk veya bir kimse tarafından bırakılan mülk, para” da “Bu paranın idare edildiği yer” de “Birçok kişi tarafından kurulan ve toplum yararına çalışmayı ilke edinen kuruluş” da “vakıf” sözcüğünün anlamlarından. Hangi anlamına bakarsanız bakın, “vakıf” kavramının “para ve mülk”le ilişkisini, devamında ise “toplum hizmeti” masumiyetinin -zira bu hizmet devletindir- altında toplumsal ilişkilere, dolayısıyla sosyal örgütlenmeye bir müdahale amacını görebilirsiniz.
Okumaya devam et “Dinsel Va(â)kıflar Ülkesi”Yaz Bitsin
kuşlar çığlık çığlığa,
bir yazdan bir yaza göçerken yollarda
kırgındılar, yorgundular… uçtular.
birinin kanadında kapkalın uykusuzluk,
incecik sus vardı gagasında birinin!
çocuklar ağlamaklı,
düşleri savrulurken bir odadan bir odaya
durgundular, solgundular… sustular.
birinin düşüverdi okul çantası sırtından
dağıldı umutları kitapları gibi birinin!
ağaçlar yapayalnız,
bir mevsim dönerken başka mevsime
dalsızdılar, halsizdiler… kaldılar.
birinin gövdesinde kupkuru gölgesizlik
umarsız bırakıp gitti ağırlığı birinin!
sevgililer çekingen,
sevişirken sözleriyle birbirinden uzakta
ürkektiler, yasaktılar… bıraktılar.
birinin sıcaklığı düşürüverdi teninden
heyecanı terk etti yüreğini birinin!
şiirler de ıpıssız,
sararıp solarken hasta bir düzyazıda
sözsüzdüler, imgesizdiler… sizdiler.
birinin ilkyazı böyle geçti çabucak
sızıverdi uyağına sarı sıcak birinin!
ve şairler nefessiz,
gerisini kim söylesin, ne desin?
yeniden yeşermek için… yaz, bitsin!
Eğitimin Süpermen’i Özel Okullar mı?
Dünyada değilse de ülkemizde pandemiden en çok zararı çocuklarımızın eğitimi gördü, görüyor. Ekonominin, turizm sektörünün üstüne titrenilen bu süreçte eğitim politikalarındaki ciddiyetsizlik ne yazık ki devam ediyor. Veliyi özel öğretimin kucağına iten eğitim yönetimi, nitelikli eğitime erişimde eşitsizliği “telafi edilemeyecek” denli derinleştiriyor. Peki, özel okul çare mi? Gelin sorunun yanıtını Davis Guggenheim’in belgesel filmi Waiting for Superman’ı (Süpermen’i Beklerken) izlerken bir kere daha düşünelim!
Süpermeni Beklerken / Waiting for Superman
Bir Durum Saptaması
“Dört kurabiyem olsaydı ve ben ikisini yeseydim, yüzde kaçını yemiş olurdum?” Amerikalı siyahi ortaokul öğrencisi düşünüyor, soruyu kafasında gezdiriyor. Tavana bakıyor, parmaklarından yardım alıyor. Bunun için içler dışlar çarpımı yapmak gerektiğini söylüyor. İşlemi, içten seslendirerek dıştan yapmaya çalışıyor ve bir süre sonra yanıtlıyor: “Tam olarak %50’sini yemiş olursun.” Yüzünde gurur ve mutlu bir gülümseme…
Okumaya devam et “Eğitimin Süpermen’i Özel Okullar mı?”