Gezegenimiz derin bir krizin içinde. Uzmanlar, sorunları, kısa, orta ve uzun vadeli diye adlandırıyorlar; çözümleri de öyle, kısa, orta ve uzun vadeli oluyor. 2021’in dünya genelinde kısa, orta ve uzun vadeli sorunları sırasıyla şöyle listeleniyor: Pandemi, ekonomi ve iklim sorunu. Bu çerçevede bütün planlamalar istatistiklere dayanılarak yapılıyor. İstatistiklerse onları elinde tutanlarca yorumlanıp şekillendiriliyor. Sayılar buna elverişli, neredeyse şiir gibi, okuyana göre anlam kazanıyor. Gelin, o sayıları birlikte okuyalım.
Bu acılı günlerimizde en çok istatistik kurumları çalışıyor. Yapılıp edilenleri listeliyorlar, sayıları grafiklere döküyorlar… Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’in web sitesinde de şöyle yazıyor: “İstatistik; geçmişi anlamanın, bugünü yönetmenin ve geleceği planlamanın anahtarıdır.”
TÜİK, açlık sınırını 2.590 lira hesapladı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, TBMM’deki bütçe görüşmelerinde “Türkiye’de yoksulluk, özellikle aşırı yoksulluk, sorun olmaktan kalktı.” dese de devletimiz, asgari ücreti 2 bin 825 lira 90 kuruş olarak belirleyip ne TÜİK’i ne Bakan’ı dinledi; babalığını yaptı! Artık asgari ücretli de maaşının fazladan hesaplanan 200 lirasını bankada tutarak devletimizin ekonomisine bir katkı sağlayacaktır mutlaka.
İtalyan iktisatçı ve sosyolog Vilfredo Pareto, “80/20 Kuralı”nı getirince hepimiz kendimizi ya %80’in ya da %20’nin içinde bulduk! Yani ya mevcut ekonomik gelirin %80’ini elinde tutan %20’nin içindeyiz ya da ancak %20’sine sahip %80’in! Bunu kolayca hesaplasak bile ilerleyince yüzdeler karışmaya başlıyor. Diyelim nüfusun %80’i içindeyiz ve gelirin de %20’sine sahibiz; şimdi de soru şu: %80’in %80’inde mi %20’sinde miyiz? Bir adım sonrası temelli karışık!
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Raporu da Pareto’yu doğruluyor: Rapora göre dünya gelirinin %80’ini nüfusun en zengin %20’si kontrol ediyormuş. Bir bakın bakalım siz hangi yüzdelik dilimdesiniz?
Sayıları sevmemizin asıl nedeni de onlarla sürekli karşılaştığımızdan soğukluklarını, dolayısıyla asıl anlamlarını yitiriyor olmaları sanırım. Örneğin salgın nedeniyle eğitimimizin uğradığı ziyanı Bakanımıza hızlıca sorarsak yanıt kendiliğinden ortay çıkıyor: “Ziya ne oldu?” Hızlı hızlı tekrarlayalım: “Ziyan oldu!” Anlamdaki kaymayı gördünüz mü?
İstatistik de böyle bir şey, anlamının kaygan bir yapısı var. Ben günde iki yumurta yiyorum, sen hiç yemiyorsun; ama istatistik ikimizin de her gün birer yumurta yediğimizi söylüyor! Bu hesap, hiç yumurta yemeyeni bile her gün bir yumurta yediğine inandırıyor! Bu nedenle istatistiği seviyor, ona güveniyoruz. Sayılar çok önemli bizim için, onlara adeta bir kutsiyet addediyoruz. Yerde bir rakam bulsak öpüp duvarın üstüne koyarız, o derece yani!
Bir de istatistiğin, sanki kökünün “iste”mek eylemiyle ilgili olduğunu düşündürecek bir ses çağrışımı var. Sanırım bu nedenle “iste”ğe göre kullanılabiliyor. Malum korona virüsünün neden olduğu verileri Sağlık Bakanlığımız da “iste”diği gibi kullanıyor. Vaka sayısı isterse hasta sayısından sayılıyor, isterse sayılmıyor. Buna göre de sayısal algımız, gönüllerince manipüle ediliyor. Vaka sayısı 20 000 demekle, bunu demeyerek hasta sayımız 2000 demek arasındaki farkın, en yakın seçimlerde salgın sürecinin yönetimiyle ilgili değerlendirme sonucunda seçmenin davranışına etkileri hesaplanıyor olmalı. İnsanın” istatistik” değil, “istetistik” diyeceği geliyor!
Avrupa İstatistik Ofisi’nin verilerine göre AB’de her 10 kişiden 5’i, Türkiye de sadece 2’si hayat boyu öğrenme etkinliklerinden yararlanıyor. Belli ki hepimiz o 2’nin içindeyiz! Öyle her şeyi öğrenmeye hevesli değiliz, ama çocuğumuzu okutabilmek için yapmayacağımız fedakârlık yok.
TÜİK’in hane halkı eğitim harcamaları istatistiklerine göre, en yoksul %20, 100 lirasının sadece 90 kuruşunu çocuğunun eğitimi için harcayabilirken, en zengin %20 ise bunun beş katını, yani 100 lirasının 4,5 lirasını eğitim için kullanıyor. Türkiye’de, cep telefonu bulunma oranı, haneleri birbirine eşitlerken diğer bilgi ve iletişim teknolojilerine sahiplik oranları acımasızca bölüyor: Hanelerin sadece %17,6’sında masaüstü bilgisayar, %37,9’unda taşınabilir bilgisayar ve %26,7’sinde tablet bulunuyor.
1,5 milyon öğrencinin internet erişimi olmadığını, olanlarda da EBA üzerinden canlı derslere katılımın %50’nin altında olduğunu ise öğretmen sendikalarının bağımsız araştırmaları saptıyor. Üst %20’lik dilimde bulunan ve dijital okuryazarlığı yüksek bireyler için salgında eğitim sürecinin daha verimli ilerlediğini eklemeye gerek var mı?
Çocuklarımızın yarısı okul öncesi eğitimden yararlanamıyor; ama kuran kursları ve tarikatların sıbyan mektepleri mitoz bölünmeyle üreyerek 2119’a yükselmiş! Bu arada çocukların tarımda çalışma yaşı da 5’e inmiş. Ama herkes, o benim çocuğum değil, diyor!
Eurostudent verilerine göre Türkiye, gençlerin üniversiteye erişiminde 27 Avrupa ülkesini açık ara geride bırakarak birinci olmuş! Oysa ÖSYM istatistikleri eğitim fakültelerinde 255 öğrenciye 1 öğretim görevlisi, 219 öğrenciye 1 profesör, 75 öğrenciye de 1 doktor öğretim görevlisi düşüyor, dese ne gam! SJR (Scimago Institutions Rankings) verilerinden yazıyorum: Türkiye, yayımlanan akademik makale sıralamasında 20. imiş. Ama şu da var: Makalelerimize yapılan atıf sayısında 167. sıradayız; bizden önce Sudan var! Dünya Üniversite Sıralaması Merkezi’nin (CWUR) raporunda ise ilk 500’de üniversitemiz yok.
İstatistiklerin bir de çokanlamlılığı var, yani her istatistiki veri, onu kullanacak herkese göz kırpabiliyor. MEB’in sevinç çığlıklarıyla karşıladığı son PISA ve TIMSS ölçmelerinde Türkiye’nin birkaç basamak ilerlemesi bir başarı illüzyonu yaratsa da çağımızda gerçekler, uzun süre gizlenemiyor. Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı oyunu bozuyor: ”PISA’da fen liselerinden olması gerekenden daha çok, meslek liselerinden ise daha az öğrenci katarak arttırdığımız başarımızı, TIMSS’te daha üst sosyoekonomik statülü öğrencileri araştırmaya dâhil ederek başardık.” 4. sınıf yeterliklerini 5. sınıf öğrencilerimizle ölçmemiz de cabası!
İstatistiksel verileri ifade eden rakamların rakam ve sayı değerleri de bildiğimiz matematik tanımlamalarına uymuyor. Sağlık Bakanı diyor ki 3 milyon aşımız var, 83 milyona iki doz aşı yapacağız. Bu, o sayıları oluşturan rakamların ve sayıların zavallılığı, Bakan’ın değil!
Görüldüğü gibi istatistik, oldukça eğlenceli bir konu; ama eğlendirdiği veriler sağlık ve eğitim olunca can sıkıyor. Nasıl sıkmasın ki, Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, korona virüsüne karşı şu ana kadar yüksek gelirli en az 49 ülkede 39 milyon dozdan fazla aşı yapıldığını belirterek, yoksul ülkelere aşı tedarikinde ise “dünyanın feci bir ahlaki başarısızlığın eşiğinde” olduğu uyarısında bulundu.
Son istatistik de benden: Canınızın %20’sini sıkarsanız, sorunların %80’ini çözersiniz!
Harika bir yazı, eline sağlık Usta. Gerçekler ancak bu kadar güzel ve ironik anlatılabilirdi.
Mustafa yuregine sağlık kalemine kuvvet sağlıcakla kal sevgili dostum…
Mustafa Hocam harika bir yazi daha ellerine sağlık.
Kalemine sağlık arkadaşım.Ne güzel anlatmışsın.
istatistikle nasıl yalan söyleniri ortaya koymussunuz.. Bu konuda detaylı bilgi almak isteyen olursa Duff’ın kitabı “How to lie with statistics” kitabına internetten bulabilirsiniz. Bu kitabı dersimde kullanıyorum.. Ayrıca bu kitap istatistikle özellikle grafiklerle yalan söylenebileceğine yönelik 2005/2009 matematik dersi öğretim programlarının bazı kazanımların yazılmasında yararlanıldı..