“Şiir, ihtiyacı olanındır!”

Il Postino / Postacı

Nüfus adıyla Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto, bizim bildiğimiz adıyla Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı’nın şairi Pablo Neruda, 12 Temmuz 1904’te doğdu; 23 Eylül 1973’te siyasi mücadelelerle ve şiirle dolu 69 yıllık fiziki bir hayatı geride bırakarak dünya edebiyatının ve devrimler tarihinin unutulmazlar listesine yazıldı. Biyolojik yokluğunun 49’uncu, poetik ve politik varlığının 99’uncu yılında Michael Radford’un 1994 yapımı Il Postino (Postacı) filmi ile selamlıyoruz.

METAFOR

“-Neden direk gibi dikiliyorsun orada?

-Peki, bir mızrak kadar vurucu mu?

-Hayır! Satranç masasındaki kale gibi durağan.

-Porselen bir kediden daha hareketsiz.

– Bana bu basit teşbihlerden daha iyisini yapman gerekirdi.

-Nedir onlar Don Pablo?

-Metaforlar… Sana nasıl açıklasam? Bir şeyden söz ederken, onu bir başka şeyle kıyaslamak.

-Örnek verebilir misiniz?

-Mesela sen “gökyüzü ağlıyor” desen, aslında ne demek istersin?

-Yağmur yağdığını…

-Bravo! İşte bu metafordur.

-Kolaymış! O zaman neden bu kadar anlaşılması güç bir ismi var?

-Kavramların basitliği ya da karmaşıklığı insanların işi değil!”

ATEŞLİ SABIR

Kasabanın postacısı Mario Ruoppolo (Massimo Troisi) ile Pablo Neruda (Philippe Noiret) arasında şiir sanatına dair bu keyifli diyalog devam edecek. Sinemanın, kamerasını edebiyata ve sanata, sanatçıya ve eserine tuttuğu başarılı yapımlardan birindeyiz: Il Postino (Postacı)

Ama önce kısa bir film özgeçmişi: Antonio Skarmeta, Latin Amerika edebiyatının önemli yapıtlarından olan Ardiente Paciencia’da (Ateşli Sabır), Şili kültürünün büyük sözcüsü ve ulusal kahramanı Neruda’nın Isla Negra (Kara Ada) günlerini ve sürgün yaşamını birlikte harmanlıyor. Eseri aynı adla önce radyo oyunu, 1982’de tiyatro, 1983’te film ve 1985’te bir de roman olarak kurgulayan Skarmeta, Pablo Neruda ile Kara Ada günlerinde, çalıştığı gazete için yaptığı mülakatlar temelinde, şairin tarihsel gerçekliği ile edebiyatın lirik yapısı arasında belli bir denge tutturuyor. Bu denge üzerinde, yaşam-sanat diyalektiğini ilmek ilmek örüyor; Neruda özelinde söylersek yapıtın temel dinamiği, ‘yaşamın içinden şiir nasıl çıkarılır ve şiirden yeni bir yaşam nasıl fışkırır’ sorusuna odaklanıyor.

1994 İtalya-Fransa-Belçika ortak yapımı, biyografik bir dönem filmi olan Postacı, sinema kariyerine BBC için çektiği belgesellerle başlayan ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ten tanıdığımız İngiliz yönetmen Michael Radford’un imzasını taşıyor. Film, Şilili yazar Skarmeta’nın yukarıda sözünü ettiğimiz Ateşli Sabır adlı tiyatro eserinden Anna Pavignano, Michael Redford ve Massimo Troisi tarafından uyarlanıyor.

PABLO NERUDA

Postacı, aynı temayı Şili’nin Nazım Hikmet’i Pablo Neruda’nın politik mücadelesinin bedeli olan sürgün yaşamını bu kez İtalya’nın tenha bir adasında, yoksul bir balıkçı köyü mekânında kurguluyor. 1950’li yılların başında İtalya’da özellikle sol kesimlerin ve kadınların büyük bir ilgi, sevgi ve coşkuyla; ama küçük bir antikomünist grubun protestosuyla karşılanan Neruda, dağ ve deniz manzaralı kartpostallardan alınmış bir evde ikamet edecek, polisin izni olmadan adadan ayrılamayacak, kendisine iyi bakılacak ve hükümet de dünyanın sevdiği bir şairi layıkıyla misafir ettiğinden takdir toplayacaktır.

Neruda

Şilili şair, yazar ve sosyalist siyasetçi Pablo Neruda, Paral’da doğmuş, bireyi ıskalamayan toplumcu şiirleriyle Latin Amerika edebiyatının Marquez’den önce dünyada tanınmasını ve itibar kazanmasını sağlamış, dünya halklarının bağrına bastığı önemli bir şairdir. Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı (1924) Latin Amerika’da en çok okunan şiir kitabıdır. Genel (Evrensel) Şarkı (Canto General, 1950) başlıklı lirik şiirleriyle, antiemperyalist ve sosyalist mücadelesiyle tanınan Neruda. şiirlerinde Latin Amerika’yı mitleri, tarihi, doğası, sosyal ve siyasal gerçekliğiyle yansıtır.

Kalıplaşmış şiir biçimlerinden uzak duran Neruda, her şiirini o şiirin gerektirdiği bir biçim ve ritimle yazdar. 1950’den sonra şiirde bilinçli bir yalınlığa yönelen şair, güç mecazlardan uzak durur. Bir bakıma insanın varoluş envanteri sayılabilecek Odlar üçlemesi bu yaklaşımın ürünüdür. 1970’te Salvador Allende’nin Ulusal Cephe iktidarında Fransa’ya büyükelçi atanan Neruda, bir yıl sonra Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülür. 1973’te kansere yakalanan şair, Santiago’da hayata veda eder. Ancak bu veda, sosyalist Başkan Salvador Allende’yi deviren General Pinochet askeri darbesinin hemen ardından olması nedeniyle sorgulanır ve Şili hükümeti, Neruda’nın ölümünün doğal yollardan olmayabileceğini ancak 2015’te kabul eder. Şairin Confieso Que He Vivido (Yaşadığımı İtiraf Ediyorum) başlıklı anıları ölümünden sonra yayımlanır.

Mario (Massimo Troisi) ise baba mirası balıkçılıktan hoşlanmayan, arkadaşlarının gidip gördüğü Amerikan rüyasına, oradan gönderdikleri kartpostallarla ortak olan, o yoksul balıkçı köyünün işsiz, sessiz bir gencidir. Kasabanın bir Neruda hayranı olan komünist Telgraf Memuru (Renato Scarpa), bu dünyaca ünlü misafirlerinin mektuplarını aksatmamak için işe karın tokluğuna çalışabilecek, bisikletli bir postacı almak isteyince en elverişli aday, o fazlaca temiz yürekli gençtir. Mario bir de köyün tek barını işleten henüz dul kalmış Donna Rosa’nın (Linda Moretti) güzel yeğeni Beatrice’e (Maria Grazia Cucinotta) âşık olursa, yolu şaire düşmekten başka bir çaresi yoktur! Artık şair ile postacının buluşması ve aralarında sıcacık bir dostluğun başlaması kaçınılmazdır. Filme köyün su sorunu, seçim kampanyaları gibi birkaç alt hikâye de eklenince son derece yalın bir kurgu ortaya çıkmış olur.

ŞİİRİN İKİ TEMEL ÖGESİ

Yazının girişindeki diyalogda metafor konusunda kafası karışan Mario, Neruda’ya (Philippe Noiret), “Beni bağışlayın Don Pablo, ‘Berber dükkanlarının kokusu beni hıçkıra hıçkıra ağlatıyor.’ Bu da bir metafor mu?” diye sorar ve ekler: “Bak ben bunu da sevdim: ‘Bir insan olmaktan yoruldum.’ Bu dediğin, bana da oldu; ama ben asla nasıl söyleyeceğimi bilemedim. Hem neden ‘berber dükkânlarının kokusu beni hıçkıra hıçkıra ağlatıyor.’ diye yazdınız?” Büyük şair biraz sıkıntılı ama şiirin anlamlandırma olanaklarının farkını öne çıkarmak isteyerek yanıtlar: “Umarım anlarsın Mario… Bunu sana şiirimin anlattığından başka türlü anlatamam.” der, çünkü o şiirsel ifadenin adı “mecaz”dır ya da tüm sanatlardaki adıyla “imge”. Açıklanırsa imge olmaz ya da şiirsel bir anlamı kalmaz! “Açıklayabilirsem şiir sıradanlaşır.” diye devam eder Don Pablo, “Şiirin uyandırdığı, onu anlamaya yetecek kadar açık olan duyguları deneyimlemek, onu başka sözcüklerle açıklamaktan daha iyidir.”

Filmden: Mario ve Neruda şiir sohbetinde.

Şair olmak isteyen ve iyi bir şiirin etkili sözleriyle sevgilisine seslenmeyi düşleyen Mario şiirde bu “ifade ve anlam” dersini, bir gün şairle sahilde oturup onun bir şiiriyle örnekleyerek pekiştirmek ister.

Neruda okur:

“Burada, adada deniz,

koskoca bir deniz,

Yüksele yüksele geliyor,

evet diye diye, hayır hayır,

hayır diye diye;

evet diye diye, maviler içinde

dörtnala, köpükler içinde,

hayır diye diye.

Durmak dinmek yok,

ben denizim, diye çınlıyor,

bir kayaya çarparak,

ve inandırmaya çalışarak.

Sonra o yedi yeşil diliyle

o yedi yeşil köpeğin,

o yedi yeşil ejderin,

o yedi yeşil denizin,

yoklayıp öpüyor ve ıslatıyor

dövdükçe göğsünü,

adını yineleyerek.”

Sonra, ne düşündüğünü sorar. “Tuhaf!” der Mario, “Hayır, tuhaf olan şiir değil, benim hissettiklerimdi. Sözler ileri geri gitti geldi, tıpkı deniz gibi. Sanki kendimi deniz tutmuş gibi hissettim. O sözlerin arasında savrulan bir kayık gibiydim!” Böylece şiir sanatının birinci temel ögesi ‘mecaz’dan sonra ikincisi de ortaya çıkarılmış olur: ‘Ritim’

ŞİİRİN GÜCÜ

Ustaca yazılmış diyaloglarla film, bir şiir dersi gibi ilerler. Şiir sanatının toplum ve bireyle ilişkisi üzerinden sanatın yaşamdan nasıl damıtılabileceği ve tekrar nasıl yaşamın kaynağı kılınabileceği düşüncesini merkezine alır. Tıpkı Neruda’nın şiirin gücüne yaptığı vurgu gibi: Şiirin verimlilik sınırlarını, savaşlar ayaklanmalar ve büyük toplumsal değişimlerin arasında, akla sığmaz bir genişliğe ulaştırmak, çağımıza nasip oldu. Sıradan insanın şiirle tartışıp anlaşması ya kırıcı yoldan ya da kırgınlıkla gerçekleşti. Kimi zaman tek başına, kimi zaman da yığınlar bir araya geldiğinde. Kendi halimde, ilk şiirlerimi yazdığımda, dizelerini yıllar sonra alanlarda, sokaklarda, fabrikalarda, konferans salonlarında ve tiyatrolarda okuyacağımı aklıma bile getirmemiştim. Şili’nin bütün köşe bucağına sokuldum ve şiirlerimi halkıma kucak kucak dağıttım.”

Film şiirin bu gücünü öne çıkarırken büyük bir sadelik içinde kalmayı ve Neruda şiirinin yalınlığı ile aynılaşmayı amaçlamış gibidir. Furio ve Giacomo Scarpelli’lerin seslendirdikleri Neruda şiirleri, Oscar Akademi ve Best Original Dramatik Score ödüllü Luis Enriquez Bacalov’un film müziği, görüntü yönetmeni Franco Di Giacomo’nun eşsiz doğa ve deniz çerçevelemeleri, Roberto Perpignani’nin yalınlığa güç veren kurgusuyla yapım bir sanat şölenine dönüşüyor. Filmin 5 daldaki Akademi Ödülleri adaylığı temelsiz değil belli ki.

Mario’ya dönersek, onun aklı fikri âşık olduğu Beatrice’dedir ve Neruda’nın sevgilisi için bir şiir yazmasını dilemektedir. Çünkü Beatrice güzel sözlere layıktır: “Dilimi pul yapıştırmaktan daha fazlası için kullanmayı bana sen öğrettin. Eğer âşık olmuşsam bu senin suçun!” der, Mario.  “Hayır bayım!” diye yanıtlar şair: “Bunun benimle hiçbir ilgisi yok. Sana kitaplarımı verdim, ama şiirlerimi çalıp kullanmana izin vermedim.”

Ama Mario’nun, Neruda’nın karısı Matilde (Anna Bonaiuto) için yazdığı şiiri, sevgilisi Beatrice’e vermesinin gerekçesi de az buz bir gerekçe değildir: “Şiir yazana değil, ihtiyacı olana aittir!”

Filmden: Mario sevgilisi Beatrice ile

Beatrice, şiirin büyüsüne kapılmıştır, ama halasının sorgusunda oldukça cesurdur. Halası Donna Rosa’nın ona Mario’nun ne söylediğini sorduğunda Beatrice’nin, “mecazlar” yanıtıyla pek ikna olmadığı anlaşılır: “Daha önce senden böyle büyük laflar duymamıştım! Sana ne gibi mecazlar yaptı?” Beatrice “Yapmadı, söyledi!” diye düzeltse de halasının “Hayır, ne yaptı? Postacın bir ağza sahip olduğu kadar iki de ele sahip!” Genç kız mutlulukla şiiri mırıldanır:

“Tıpkı beyaz bir okyanusun kıyısında olmak gibi.

Sevdim, sessizliğini sevdim…

Sanki sen burada yokmuşsun gibi.”  

Ama Rosa duygularında bir taş kadar katıdır, farkında olmadan şu lafıyla şiiri alkışlasa da: “En kötü şey her zaman sözlerdir. Bir ayyaşın barda kıçını ellemesini, ‘Gülüşün kelebek gibi uçuyor.’ diyen birine tercih ederim!”

Şiirin etki gücünü iyi bilen Donna Rosa sonunda Neruda’nın kapısını çalar. Tek sermayesi ayak parmakları arasındaki mantarlar olan Mario’nun, yeğenini mecazlarıyla yanan bir fırın gibi kızıştırdığını söyler ve Beatrice’nin sütyeninden çıkardığı kâğıdı uzatır:

“Çıplakken, sadesin ellerinden biri gibi

Pürüzsüz, dünyevi, küçük, yuvarlak,

Saydam ayın çizgileri, elmanın hatları.

Çıplakken narinsin çıplak bir buğday gibi.

Çıplakken Küba geceleri gibi mavisin.

Saçında asmalar ve yıldızlar var.

Çıplakken büyük ve sarısın

Altın rengi bir kilisedeki yaz gibi.”

“Görüyorsunuz ya yeğenimi çıplak görmüş!” diye sesini yükselten Bayan Donna Rosa’yı şair, “Bu şiirde bizi böyle düşünmeye götürecek hiçbir şey yok.” diyerek teskin etmeye çalışır; ama Rosa Hala şiirin etki gücünü çok iyi deneyimlemişe benzemektedir, şiirin hakkını teslim eder: “Hayır, şiir gerçeği söylüyor. Yeğenim çıplakken tamı tamına şiirde anlatıldığı gibidir. Bu yüzden bana bir iyilik yapın ve Mario Ruoppolo’ya söyleyin, yeğenimin peşini bıraksın.” Sesini bir kere daha yükseltir: “Yoksa onu vururum!”

Kamerasıyla, müziğiyle, görüntüleriyle, kurgusuyla içtenlik ve sevgi dolu filmde performansları belli bir çizginin altına düşmeyen oyuncularını teslim ettikten başka; Mario’ya hayat veren, kariyerine tiyatroyla başlayıp televizyon dizilerindeki rolleriyle ünlenen İtalyan aktör Massimo Troisi’ye özel bir dikkat çekmekte yarar var: Troisi’nin hem hikâyeyle “rolden” uzak doğal bir ilişki kuran oyunculuğu hem de önemli kalp ameliyatını filmin aksamaması için ertelemesi, biri kurmacaya biri gerçek hayata dair oldukça etkileyici iki özelliğini belirtmeden geçmeyelim: Troisi’nin hayatı, filmin bittiği günün ertesinde kalp krizi nedeniyle son bulur! Olay, sanatçının sanatına verdiği önemi, canımızı acıta acıta gözümüze sokar! Bu nedenle film Massimo Troisi’ye ithaf edilir ve hiçbir ithaf bu kadar hak edilmemiştir!

Şiirin tutuşturduğu bir aşkın karşısında Donna’nın bütün bu tehditleri geri dönüşümsüz atıklar kadar değersizdir kuşkusuz. Nihayet tüm engellere ve kilise papazının ateist bir komünistten nikâh tanığı olamayacağı reddiyesine karşı köyün güzeli Beatrice ve şiir tutkunu Mario’nun dik duruşları, onları mutlu sona taşır ve Neruda’nın şu dizeleriyle hayatlarını birleştirirler:

“Temiz bir kalple, saf gözlerle güzelliğini övüyorum.

Kandan tasma elimde sıçrayıp bedenine sürülürcesine

Orman ya da dalga köpüğünde uzanır gibi uzanıyorsun şiirimde,

Kokulu toprakta ya da denizin müziğinde”

Antikomünizmin faşizan bir boyut kazandığı yıllardır ve iyi yürekli Mario bir siyasi mitingde dostu Neruda’ya yazdığı bir şiiri okumak için kürsüye yürürken öldürülür! Daha Pablito adını vermeyi düşündüğü çocuğunu bile görememiştir.

Filmden: Faşizm Mario’ya Nerudan’nın şiirini okutmaz!

Beş yıl sonra adaya gelen Neruda ve karısı bu acıyla karşılaşırlar. Beatrice, onlara Neruda’nın istediği ve Mario’nun kaydettiği adaya ait sesleri dinletir: Cala di Sotto’daki küçük dalgalar, büyük dalgalar; uçurumda esen rüzgâr, çalılarda esen rüzgâr; babamın hüzünlü balık ağları, kilise çanı, adanın üstünde yıldızlı gökyüzü; Pablito’nun anne karnında atan kalbi…

İşte şiir o kalptir ve daha anne karnında yaşam için atmaktadır. O ses hem ateştir hayatı tutuşturan hem sabır, hayatı kurtarmak için biriken!

Pablo Neruda’nın bir şiiriyle, Hilmi Yavuz çevirisi Buğday’ın Türküsü’yle bitirebiliriz: 

Halkım ben, parmakla sayılmayan

Sesimde pırıl pırıl bir güç var

Karanlıkta boy atmaya

Sessizliği aşmaya yarayan

Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa

Tohuma dururlar yeniden

Ve halk, toprağa gömülü

Tohuma durur bir yerde

Buğday nasıl filizini sürer de

Çıkarsa toprağın üstüne

Güzelim kırmızı elleriyle

Sessizliği burgu gibi deler de

Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.

““Şiir, ihtiyacı olanındır!”” için 2 yorum

  1. Çok teşekkür ederim pablo neruda ile Mario Ruoppolo hakkındaki yorumu ile beni de bilgilendirdigin için teşekkür edrim kalın sağlıcakla Iyi günler sevgilerimle

Fatmahan Türer için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir