Vincent’ten Sevgilerle…

Deli ve Dâhi Bir Ressam: Van Gogh

27 Şubat Zihin Dinlendirme Günü’nde, zaten 364 gün dinlendirdiğimiz zihnimizi sanatla, sinemayla, karmaşık ruhların ve zihinlerin ressamı Van Gogh’la çalıştıralım biraz; zira 27 Şubat, doğayı ve yaşamı tuvalde yıkıp yeniden kuran, zihnimizi hareket ettiren renklerle boyayan ressamların da günü! Loving Vincent, 125 ressamın 1000 tuval üzerine çizdiği 853 sahne için 65.000’den fazla çerçeve ile çekilmiş deneysel bir film.

İki Van Gogh

Çalışan İnsanlar, Denizde Tekneler gibi Lahey Okulu’nun etkilerini taşıyan ilk yağlıboyalar; üslubunun ilk izleri olan güçlü fırça darbelerine maruz kalmış Tarlada Çiftçiler; kırsal kesim insanının yoksulluğunu, ezilmişliğini ve yalnızlığını sessizce imleyen Bir Çift Ayakkabı; köylülerin buğday ve patates tarlalarındaki emekleriyle, yüzlerindeki hüzünleri, bedenlerindeki yorgunluklarıyla, bu yoksul hayatı kabullenişleriyle Jean François Millet ile Jules Breton’dan izler taşıyan ve merhamet duygumuzu dürterek boyanmış Köylüler ve Tarım İşçileri; renk/ton ile konuyu belirgin, ifadeyi güçlü kılan ve akademik formlara meydan okuyan Patates Yiyenler; çoğunlukla karakalem çalışılmış Dokuma Tezgâhı ve Dokumacılar; vaizlik döneminde yakından tanıdığı, sefil yaşamlarına ortak olduğu Maden İşçileri

Bir Çift Ayakkabı

Bir eline fırçayı, diğerine boya paletini ilk defa 28 yaşında alan, 1880’den 1885’e kadar sanatının birinci döneminde özel ilgi gösterdiği çalışan insanları ve toplumsal temaları tuvaline taşıyan “birinci” Vincent Willem Van Gogh’un yapıtlarıdır bunlar. “İkinci”nin ise sanatsal kaygılarının öne çıktığı, 19. yüzyılın ikinci yarısında etkili olan, ışığın etkilerini kullanarak izlenimciliğin farklı versiyonlarını elde etmeye çalıştığı; güney ikliminin coşkusuyla renk keşifleri peşinde koştuğu ve dışavurumcu akımın özelliklerine yaklaştığı; göz alıcı, canlı, çarpıcı renk paletleriyle fovistleri etkilediği; doğal gerçekçiliği aşıp ağır kişisel trajedisini ve ruh hâlinin ifadesini, tuvali yırtacak şiddette fırça darbeleriyle boyadığı sembolizme kapı aralayan eserleri şunlardır:

Kendisine hayranlık duyduğu, baskın karakterli ve “küstah” Paul Gauguin’i misafir edeceği odanın duvarları için çizdiği; yaşamın gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık evrelerini sembolize edercesine kimi henüz açmamış, kimi olgun, kimi solmuş Ayçiçekleri (Ki Monet’in nilüferleri gibi onlar da Van Gogh’undurlar!); Paris’teki çalışmalarının doruğu olan (resim malzemelerini ucuza tedarik ettikleri) Tanguy Baba’nın portresi; nesneleri kalın çizgilerle konturlayarak belirginleştirdiği ve eşyaları çift çizerek yalnızlık duygusunu somutlaştırdığı Arles’deki Yatak Odası; gece gördüğü ve çok etkilendiği renklerin etkisini bozmamak için akşam karanlığında boyadığı Kafe Teras’ta Gece; kendine özgü boyama tekniği ve fırça darbelerinin izleriyle ışıktan yaptığı bir tablo Yıldızlı Gece; “Dün gece kendi portremi tamamlamaya çalışıyordum. Kulağımı doğru çizemedim, ben de kesip attım.” dediği Sargılı Kulaklı Otoportre; kardeşi Theo’ya “Tuhaf biri. Benim kadar hasta görünmesine karşın, bana nasıl şifa olacağını bilmiyorum!” diye yazdığı doktoru ve amatör ressam Paul Gachet’in Portresi; ölümünden bir ay önce çizdiği, sarı tarlalarla mavi göğün çatışmasından kargaların çığlık çığlığa havalandığı, hüzün ve yalnızlık dolu, ölüm kokulu “Mısır Tarlasında Kargalar”

Vincent Van Gogh'un “Sunflowers” Serisi | Resim Biterken
Ayçiçekleri Serisi

Sanat Tarihinin Önemli Figürü

Tutku ve acı dolu 37 yıllık bir ömrün ilk 28 yılında ‘bir baltaya sap olunamamış’ zikzaklarla dolu bir yaşam, o ömrün son 9 yılına sığdırılmış 860 yağlıboya tablo, 1240 kadar resim ve çizim çalışması, 800’den fazla mektup; yaşıyorken sadece bir tablo satabilmiş, ama ölümünden sonra modern sanatın kurucusu kabul edilmekten başka, tabloları milyon dolarlar etmiş bir ressam olarak Van Gogh’un bu fırtınalı kişisel hayatı ve estetik yaşamı birçok sanat eserine konu oldu. Adına birçok sergi açılmakla kalmadı, Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da Van Gogh Müzesi kuruldu. Biyografi kitaplarıyla tanınan ABD’li yazar Irving Stone, ressamın kardeşi Theo’ya mektuplarını temel alan biyografik bir roman yazdı: Lust for Life (Yaşama Tutkusu). Kendisiyle aynı adı taşıyan yeğeni Vincent Willem Van Gogh, ressam amcasının babasına yazdığı mektupları, dört cilt hâlinde ve farklı dillerde yayımlanmasını sağladı.

Kişiliği, sanatı ve yapıtları üzerine ve onlardan esinlenerek Michael Gordon’dan Fré Focke’ye, Einojuani Tautavaara’dan Malcolm Williamson’a, Griori Frid’den Nevit Kodallı’ya operalar; Gloria Coates’ten Valéry Aubertin’e senfoniler; Abel Ehrilch’ten Bertold Hummel’e kuartetler; Michéle Reverdy’den Don McLean’a besteler yapıldı.

Van Gogh’un kişisel yaşamıyla, yapıtlarını yaratma süreçleriyle sanat tarihinin en önemli figürlerinden olması, onu sinemanın da en çok ilgilendiği sanatçılardan biri yaptı. Ressam, belgeselden kurguya birçok filme esin kaynağı oldu. Yakından uzağa anımsayacak olursak; 2018’de sanat ve sanatçı dünyasına ilgi duyan Julian Schnabel’in yönettiği, sanatçıyı yakın planda gölge gibi izleyen kameranın çoğu kez Van Gogh’un kişiliğine bürünerek filmin kahramanı hâline geldiği, dengesiz hareketler ve sallanmalarla ruhundaki çalkantıları yansıttığı Sonsuzluğun Kapısında’dan (At Eternity’s Gate) başlayabiliriz. Çevresi doğanın her türlü görünümünden, palet, fırça ve boyalardan ibaret; içi fırtınalı tepeler ve durgun göllerin yalnızlığıyla dolu olan ressamı, uzansak dokunabileceğimiz kadar gerçeklik hissiyle canlandıran Willem Dafoe’nun son derece etkili performansının, Venedik Film Festivalinde En İyi Erkek Oyuncu ile ödüllendirildiği ve aynı dalda Oscar adayı olduğunu da eklemeliyiz.

Van Gogh, Otoportre detay

2015’te Henri de Gerlache’nin çektiği, kurgusal eklentiler barındıran belgesel Boya Seçimi (Le Choix de Peindre); 2013’te Pascal Adant tarafından yapılan ve Van Gogh’un Belçika Borinage’de yaşadığı döneme odaklanan kısa metraj Ayçiçeği Çekirdeği (Sunflower Seed); 2010’da çekilen ve ressamın Tony Curran tarafından yorumlandığı bilimkurgu dizisi Doktor Kim’in (Doctor Who) Vincent ve Doktor başlıklı bölümü; aynı yıl çekilen ve Andrew Hutton’un yönettiği Kelimelerle Boyanmış Van Gogh (Van Gogh: Painted With Words); 2009’da François Bertrnd ve Peter Knapp tarafından çekilmiş ABD-Fransız yapımı Ben Van Gogh (Moi Van Gogh); 1991’de Maurice Pialat yönetmenliğinde çekilen ve ressamı canlandıran Jacques Dutronc’a En İyi Erkek Oyucu César’ı kazandıran Van Gogh; 1990’da Michel Robbo’nun yönettiği Vincent ve Ben (Vincent et Moi); aynı yıl Robert Altman yönetmenliğinde çekilen ve Tim Roth’un Vincent’i canlandırdığı Vincent ve Theo; yine 1990 yapımı olan ve Akira Kurosawa’nın sekiz kısa metraj seriden oluşan Düşler adlı yapıtının 10 dakikalık Kargalar adlı beşinci bölümü, ressamın kısacık yaşamının upuzun sanat serüvenine, sinema sanatının anlamlandırma olanaklarıyla farklı noktalardan sokulan yapımlardan anımsadıklarımızdır.

1956 yapımı Yaşama Tutkusu ise hafızalardan kolay silinemeyeceklerdendir. Vincentte Minelli’nin yönettiği; senaryosunu Irving Stone’nin yukarıda sözünü ettiğimiz aynı adlı romanından Norman Corwin’in uyarladığı ve Van Gogh’u Kirk Douglas’ın, Paul Gauguin’i, bu rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını kucaklayan ünlü oyuncu Anthony Quinn’in yorumladığı film; ressamın tanınmasına, değerinin teslim edilmesine en fazla hizmet etmiş yapımlardandır ve Van Gogh’un misyoner bir vaizden tutkulu bir resim sanatçısına dönüşme sürecini etkili bir biçimde ele alır. Yapım, yalnızlık ve yoksulluk içinde yaşanan ömrün, git gide ağırlaşan bir kişisel trajedinin altında hayata ışık, renk ve boyayla anlam katan “deli/dâhi”nin kurgu da içeren bütünlüklü bir biyografisidir.

Vincent’ten Sevgilerle afişi

Loving Vincent

Görüldüğü gibi Van Gogh, birçok yapımla didik didik edilmiş, hakkında söylenmedik söz bırakılmamış; yaşıyorken oradan oraya kovulmuş, ama ölümünden sonra popüler olmuş bir sanatçıdır. Ancak onun sanatına çok daha yakışan bir teknik ve ifadelendirmeyle yaklaşan bir yapım daha var: Loving Vincent (Vincen’ten Sevgilerle ya da Vincent’i Sevmek). Resim sanatının ışık, renk/ton, çizgi gibi anlamlandırma olanaklarını, sinema sanatının kamera hareketleri, ses, renk ve geçiş gibi anlam yaratma olanaklarıyla birleştirip bütünleştiren bir animasyon.

Şöyle de söyleyebiliriz: Loving Vincent bir sanat türünü (resim), o sanatın teknik ve yöntemlerini başka bir sanat türünün (sinema) olanakları içinde kullanarak anlatan “deneysel” bir çalışmadır. Deneyseldir, çünkü sinema tarihinde tamamını ressamların, üstelik filmin konusu olan ressamın teknik ve yöntemlerini kullanarak tuvale çizdiği yağlıboya resimlerden oluşmuş ilk ve tek yapım olma özelliğini taşımaktadır.

Film, 20 kadar ülkeden yaklaşık 5000 aday arasından seçilen 125 ressamın 1000 tuval üzerine çizdiği 853 sahne için 65.000’den fazla çerçeve ile çekilmiş. Bu, 95 dakikalık bir film süresinin her saniyesinde yaklaşık 12 çerçeve demektir. Van Gogh’un ölümünden bir yıl sonrasından geri dönüşlerle onu intihara götüren sürece odaklanan filmin konusu, ressamın en çok ilgi gören 120’den fazla tablosu ve kardeşi Theo’ya yazdığı 800 mektuptan derlenip kurulmuş. Önce aktörlerle çekilen film, ressamın “Gerçeği tablolarımızdan başka bir yerde söyleyemeyiz.” sözüne atıfla çerçeve çerçeve boyanmış; renkleri, efektleri ve geçişleriyle bildiğimiz animasyonların çok ötesinde yapılandırılmış.

Daha önce kısa metraj çalışmalarıyla tanınan Polonyalı yönetmen Doroto Kobiela ile “Peter ve Wolf” çalışmasıyla En İyi Kısa Animasyon Filmi Akademi ödülü sahibi İngiliz yönetmen Hugh Welchman’ın yönettiği, Polonya-İngiltere ortak yapımı Loving Vincent’in çekim tekniğinin belirlenmesi dört yıl, yapımı da iki yıl almış. Bu emek, Şangay Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Canlandırma Filmi ve 30. Avrupa Film Ödülleri’nde En İyi Animasyon Filmi ile ödüllendirilirken, 75. Altın Küre Ödülleri’ne de aynı kategoride aday gösterilmiş.

Yüksek Gerilimli Bir Yaşam

“Yıldızlı Gece” tablosunun detaylarında kalın, parlak, kıpır kıpır fırça izleriyle açılan jenerikten sonra filmin olay örgüsünün ilk ilmeği, 1891’de Arles’te atılıyor. Vincent’in ölümünden sonra ev sahibinin odasını temizlerken bulduğu, ressamın finansörü ve kardeşi Theo’ya yazdığı son mektubu bir türlü adresine ulaştırılamamıştır. Ressamın ölümünden bir yıl sonra kasabanın postacısı ve Van Gogh’un arkadaşı Joseph Roulin, bunun peşini bırakmamış, mektubun adrese teslim edilememesini dert etmiş; bu göreve hiç de istekli olmayan oğlu Armand’ı, mektubu alıcısı Theo’ya teslim etmek için nihayet ikna edebilmiştir.

Yıldızlı Gece

Ressamla 1890’da tanışan, kardeşi Theo’nun eşi Johanna Van Gogh-Bonger, 1914’te yayımlanan mektup seçkisine yazdığı önsözde Van Gogh’u şöyle betimler: “Sağlıklı bir ten rengine, neşeli bir yüz ifadesine sahip ve görünüş itibariyle çok kararlı bir izlenim uyandıran gürbüz, geniş omuzlu bir adamdı. Ufak tefekti, yeşil gözlü, kızıl sakallı ve çilliydi. Saçları kendisinden dört yaş küçük kardeşi Theo gibi kızıla çalıyordu. Bir yüz tiki vardı. Elleri sürekli hareket eder gibiydi. İçine kapanık biri olması, onunla birlikte yaşamayı güçleştiriyordu. Yabani ve hırpani kılık kıyafetinden, hararetli konuşma tarzından dolayı insanlar çoğu kez ondan ürkerdi. Görünüşü ve davranışlarının insanlara itici gelmesi, onun için hayatı hiç de kolaylaştırmadı.”

Vincent, arkadaşı ve idolü, kibirli ressam Paul Gauguin’in kasabaya gelmesini çok istemiş, onun için Sarı Ev’i tutmuş, düzenlemiş, kalacağı odasının duvarlarını Ayçiçeği tablolarıyla donatmış, geldiğinde de çok mutlu olmuştur. Ancak Gauguin’le önce sanat yaklaşımları ve giderek yaşam tarzları üzerine sert tartışmalara girmişler, böylece birçok sanatçının birlikte ve dayanışma içinde çalışabileceği büyük “Sanatçı Komünü” fikri de suya düşmüştür. Kısa süre sonra arkadaşının evi terk etmesine engel olamamış ve gittiği gün de kulağını keserek bir fahişeye hediye vermek istemiştir! Kasaba sakinleri bu tuhaf ressamı kasabadan çıkarmak için imza toplamışlar ve orayı terk etmesini sağlamışlardır. Bütün bu garipliklere Postacı Roulin ile oğlu da tanık olmuş; ama yine de onun intihar etmiş olabileceğine inanmamış; bu sorunlu yaşam tarzını, bir sanatçının sıkıntılı yaratma sürecinin sonucu olduğuna yormuştur. Ama bu kulak kesme olayından sonra çocuklar bile ona eziyet etmeye başlamışlar, ressamı resim yaparken taşlamışlar, yolda yürürken itip kakmışlardır.

Ne var ki Armand, Paris yakınlarında ressamın sadece 70 gün yaşadığı Auvers-sur-Oise’de vardığında, Van Gogh’un intiharından altı ay sonra da kardeşi Theo’nun öldüğünü öğrenir. Galerici, “İki kalp bir yürek!” Vincent bana böyle söylemişti, intihar notu da yoktu, bir sır olarak kaldı, der. Vincent, çocukluğundan beri mutsuzdu, annesinin gözünde ondan önce doğan, ama fazla yaşamayan kardeşi kusursuzdu. Van Gogh bunu annesinin yüzünden okuyabiliyor ve annesinin beğenisini kazanamamak, onun ruhunu eziyordu. Annesinin istediği gibi olabilmek için uğraşıp duruyor, bir türlü beceremiyordu. Belki bu yüzden tablolarındaki kadınların kederli ve soğukluğu bu anne arketipindendir. Amcasının galerisinde, babasının mesleği olan papazlık için girdiği sınavda, mütevazı bir vaizlikte… hiçbirinde tutunamaz.

Arles’deki Yatak Odası

İntihar mı Cinayet mi?

Yapılması gereken, mektubu ressamın akıl hastanesinden çıktıktan sonra doktoru ve arkadaşı olan Paul Gachet’e vermektir. Armand, o sırada kasaba dışında bulunan doktorun dönüşünü beklerken kasabada tanıştığı, ressamla şu ya da bu şekilde ilişkisi olmuş kişilerle konuşmalarından Vincent Van Gogh’un orada yaşadıklarına, ölümüne ve sanatına dair, çelişkilerle dolu birçok şey öğrenir.

Filmin olay örgüsü, Van Gogh’un tablolarından bildiğimiz arka planda sürekli devinen manzaraları mekân alarak ve yine sanatçının portrelerinden anımsadığımız karakterler üzerinden ilerler. Film, giderek mektubu sahibine ulaştırmaya çalışan Armand Roulin için sırlar ve çelişkili tanıklıklarla dolu zorlu bir yolculuğa dönüşür.

Armand, Auvers-sur-Oise’de Van Gogh’un kaldığı mekânları, ilişki kurduğu kişileri tanır, onlardan Vincent hakkında, filmi tam bir polisiyeye döndürecek ayrıntılı, ama bir yandan da birbirini yalanlayan bilgi, izlenim ve tanıklıklar derler: Biri, amatör ressam Dr. Gachet’in Van Gogh’un resim yeteneğini kıskandığı için onun intiharına bile isteye göz yumduğunu ima ederken, bir başkası da Gachet’in kızı Marguerite’yle gönül ilişkisi olduğunu söyler. Sabah sekizden akşam beşe kadar bir memur gibi düzenli ve sürekli bir biçimde durmadan resim çizen Van Gogh, şapele, tarlalara, ormana, nehre… her yere gitmiştir. Armand, Vincent’in kaldığı Ravoux’un hanında konaklar. Hancı’nın kızı da ressamın intiharından Dr. Gachet’i sorumlu tutmaktadır. Doktor, Van Gogh ile kızının gönül ilişkisinden rahatsızdır.  Dr. Gachet’in, Theo’dan aldığı yardımın kardeşi için bir sağlık sorunu haline geldiği suçlamasına maruz kalan Vincent intihara sürüklenmiştir.

Dr. Paul Gachet’in Portresi

Nehirdeki kayıkçının tanıklığı, söylenenlerin gerçek olup olmadığına değilse de ressamın yaratma sürecine ve iç dünyasına ışık tutar: “Evet, eskiden buraya gelirdi. Şafaktan az evvel. Özel bir ışık yakalamak için. Pek konuşmazdı. Etrafı izleyip dururdu. İkimiz de yalnızdık. Ben balık tutardım, o da resim yapardı. Göründüğü gibi sakin değildi. Resim yaparken her türlü sesi çıkarırdı. Buhar motoru gibi solurdu. Aniden sessizliğe gömülürdü. O melun karganın etrafında olmasından mesut görünüyordu. Yemeğini karganın yemesine aldırmıyor gibiydi. Bu adamın ne denli yalnız olduğunu düşündüm. Hırsız kargadan bile yakınlık bekliyordu.”

Armand, Dr. Gachet’in kızı Marguerite’ye ressamla gönül ilişkisini ima ederek sorar: “Mezarına her gün çiçek götürdüğünü öğrendim?” Marguerite, önüne bakar, sözleri duygu yüklüdür: “Bunu saygımdan ötürü yapıyordum. O büyük bir sanatçıydı. Çiçekleri severdi. Doğadaki en küçük şeylere bile sevgiyle yaklaşırdı… Buraya babam için geldi, sonra onun arkadaşı oldu… Bazen de resmine yardım ederdim. Bu, babamın tedavisinin bir parçasıydı… Fakat dışa dönük değildi…”

Vincent’in çingene gençler tarafndan öldürüldüğüne inanan Armand, son olarak Dr. Gachet’le konuşur. İşte Gachet’in anlattıkları: “Ölmek istedi, biliyorum. Sanırım Theo için söylediklerimden ötürü onu kurtarmak isteğiyle yaşamına son verdi… Beni çok kızdırmıştı. Sanatsal bir sahtekârmışım. Yalancıymışım… Bir bakıma öyleyim. Umutsuzca sanatçı olmak istedim… Tartışmanın hararetiyle, Vincent dedim sana gerçekleri söyleyeceğim. Theo’nun frenginin üçüncü aşamasında olduğunu biliyorum. Herhangi maddi, duygusal veya fiziksel stres onu öldürebilir. Kardeşini sömürmek, onu öldürmekle aynı! Bir sanatçı olarak tuttuğun yolun bedeli bu, değer mi buna? Tartışma bitmişti… İki hafta sonra yatağının başında oturuyordum. Ölmek üzere. Tek söylediği, ‘Belki de herkes için en iyisi budur.’ idi.” Dr. Gachet Armand’a Van Gogh’un kendisinde kalan bir mektubunu verir: “Çoğunluğun gözünde ben neyim? Boş bir varlık, tatsız bir kişi, toplumda asla bir yere sahip olmayacak ve olamayacak biri… Hepsi ne kadar doğru olsa da bir tek şey istiyorum: Tablolarımda kimsenin kalbinde olmayan şeyleri gösterebilmek.”     

Yıldızlara Gidebilmek

Armand, Theo’ya yazılan mektubu Dr. Gache’ye vermekten vaz geçer, aileden birine, Theo’nun eşi Jo’ya vermenin doğru olduğuna karar verir. Jo, Armand’ın yaptıklarından etkilenmiştir. Teşekkür için Vincent’in bir mektubunun kopyasını gönderir ona:  “Ressamın hayatında ölüm en zor şey olmayabilir… Ama her zaman yıldızları görmeyi düşlerim. Niçin gökteki yıldızlar bizim için erişilmez olsunlar? Belki bir yıldıza gidebilmek için ölümü göze alabiliriz…”

Giriş jeneriğindeki gibi Yıldızlı Gece tablosu tekrar kadraja girer, giderek uzaklaşıp genişleyen bir açıyla. “…Ve böylesi bir ölüm, huzur içinde ölüme yürümek değil midir? Şimdi yatacağım, çünkü çok geç oldu. İyi geceler, iyi şanslar dilerim. İçtenliğimle. Sevgilerle, Vincent”

Ve Don Mclean’ın Yıldızlı Gece tablosundan esinlenerek bestelediği Starry Starry Night şarkısının Lianna La Havas yorumuyla çıkış jeneriği akar…

Yıldızlı, yıldızlı gece 
Paletini mavi ve griye boya
Bir yaz gününe bak
Ruhundaki karanlığa aşina gözler ile
Tepedeki gölgeleri ve
Çiğ ağaçları ve fulyaları
Meltemi yakalarsan, kış üşümeye başlar
Karın çarşaf gibi serildiği yerdeki renklerde
Şimdi anlıyorum bana ne demeye çalıştığını
Akıl sağlığın yüzünden ne acılar çektiğini
Ondan kurtulmak için ne kadar çabaladığını
Ne kadar zorluk çektiğini dinlemez, bilmezlerdi.
Belki şimdi dinlerler

Belki onlar seni sevmedi
Ama her şeye rağmen senin sevgin gerçekti
Ve hiçbir umut kalmadığında
Yıldızlı, yıldızlı gecede…
Kendi canını âşıkların yaptığı gibi aldın.
Ama sana söyleyebilirim ki Vincent,
Senin gibi birisi bu dünya için fazla iyi...

“İnsanlara sanatımla dokunmak istiyorum, onlara söylemek istiyorum: derinden, dokunaklı hissettiklerimi.”

Bir ışık ve renk çılgını olan Van Gogh, kendisinden sonraki sanatçılara, resim sanatının ve tüm sanatların konusunun ağırlığıyla değil, sanatçının üslubu ve anlatımıyla var olabileceğini gösterdi.

Görebilen sanatçıya ve sanatsevere ne mutlu!

“Vincent’ten Sevgilerle…” için bir yorum

Gülseren Delibaş için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir