ZİYA SELÇUK’LA EĞİTİM

37 ayda eğitimi yeniden inşa görevini tamamlayıp kamu okullarını kendisine ait özel okullara çevirdikten sonra Ziya Selçuk, “Millî Eğitim Bakanlığı görevi nihayetlenmiş” olarak ve “ülkesinin çocukları için çalışma imkânı sağlayan Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a şükranlarını” sunarak Özel Maya Okullarının başına dönmüş bulunmaktadır. Peki, geride ne bıraktı?

YIKIMDAN İNŞAYA

Kasım 2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle başladığı, Cumhuriyet’in nispeten kamucu ve bilimsel eğitim sistemini yıkma süreci, 24 Haziran 2018’de sona erdi.

Süreç 2002’de Erkan Mumcu’yla başlamıştı. Mumcu ilk olmanın çekingenliğiyle pek verimli olamadı, 4 ay gibi çok kısa bir dönem sisteme kazma sallayabildi. En gözü kara Bakanları, şimdi FETÖ’yle malul Hüseyin Çelik’ti. Bu yıkımda gösterdiği cesaret, ona bakanlıkta 6 yıl kalma ayrıcalığını getirdi. Bu sürede Çelik, Dünya Bankası finansmanı ve Avrupalı liberal danışmanlarıyla yıkım sürecinde kahramanca çalıştı.

Nimet Çubukçu’nun 2 yıllık süresi, yıkım ekibinin biraz dinlenme, soluklanma molasıydı. Hemen ardından gelen Ömer Dinçer ise çok radikaldi ve mevcut sisteme kazma değil, 4+4+4 kesintili model bir dozerle girdi. Çok sert ve hızlıydı, öğretmeni en fazla o üzdü. Anladılar ki süreç böyle paldır küldür gitmeyecek, bir buçuk yıl sonra yerine bileşenlerle iyi iletişir diye iletişimci Tonton Nabi Avcı’yı getirdiler. Yumuşacıktı, o kadar ki her şekli alabilme yeteneği vardı; yıkım sürecine 3,5 yıl hizmet etti.

Bu arada yıkım ekibi de yumuşamıştı, o nedenle istenen sonuç elde edilemiyor, “sosyal ve kültürel iktidar” bir türlü kurulamıyordu. Dindar ve kindar nesil böyle bir tembellikle yetiştirilemezdi. “Eski” sistemin bir darbelik canı kalmıştı, ama kim vuracaktı o darbeyi? Tabi ki Milli Savunma Bakanı! İsmet Yılmaz böyle bulundu ve PİSA’da 15 yılın en kötü sonucuyla dibe vurarak eğitim sisteminin yıkım sürecini tamamladı! 

Sonrası malum, 24 Haziran 2018 milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı; “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kuruldu. Artık Meclis’e ve milletvekilli Bakanlar Kurulunu da gerek yoktu. Mesela özel hastane sahibi Sağlık, tur şirketi sahibi Turizm, özel okul sahibi Millî Eğitim Bakanı olabilirdi; oldu! Eski İstanbul Belediyesi kadrosunun, devlet işlerini özel sektöre ihale etmesinin hiçbir sakıncası yoktu!

16 yılda tamamlanan millî eğitimde yıkım sürecinin ardından “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin kurulmasıyla birlikte, hemen inşa süreci başlamalıydı. Sistem uzun süre sallantıda kalamazdı, kurucu bir bakana acil ihtiyaç vardı. İşletmeci, iletişimci ve hukukçularla yıktıklarını, nihayet bir eğitimciyle kurabilirlerdi. Aranan kan çabuk bulundu: Ziya Selçuk.  O, bu satırlardaki eleştirileri bile hoş görecek kadar liberal, sıkı solda dahi beklenti yaratacak kadar entelektüeldi!

Selçuk, mümkün olduğunca sakin bir görüntü vermeye özen gösterdiği kısa “tefekkür” sürecinde, Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu’nun denetim ve gözetiminde kadrosunu oluşturdu, ekiplerini kurdu. Onun bu ilk ayları mühendislik çalışmasıyla geçti.  Ardından TED konuşmacılarına taş çıkarttığı ‘talk showlara’ başladı. O denli “hikmetli” konuşuyordu ki, “Öğretmenin işi öğretmek değildir.” vecizindeki o derin manayı dahi, biz faniler anlayamadık!

Mesaisi, ilk ürününü 2018’in ekim ayının son günlerinde verdi: “2023 Eğitim Vizyonu”. Vizyon, kurulmakta olan “yeni” eğitim sisteminin genel bir perspektifini tanımlıyor ve “çift kanat” eğretilemesine dayanıyordu. Metafor, maddeyi manayı referans alarak, bilimi de inanca yaslayarak açıklıyordu! “Mizaç” temelli yaklaşımla eğitimi bir yandan tümüyle bireyselleştiriliyor, bir yandan da pazarın ihtiyaçlarına uygun elemanlar yetiştiren bir mekanizmaya dönüştürüyordu. Meslekî ve teknik eğitim, “53 alanda imzalanan 128 protokolle” sektöre terk ediliyor, diğer lise türlerinde sertifikasyonun öne çıkarılması eğitimin bütünlüklü yapısını ortadan kaldırıyordu.

Sonra ortaöğretim için tasarlanan, çok köklü bir değişikliği ön gören ve cesur bir hamle niteliği taşıyan programla, öğretimin tam “ortası”na “yeni” eğitim inşaatının temel taşı konmuş oluyordu. Ortak derslerin iyice sınırlanması ve seçmeli derslerin artırılması, modüler bir yapılanmayla özel sektörü işin içine daha fazla sokmak anlamına geliyordu. “Tasarım”la özel okulların tüm uygulamaları kamu okullarına taşınıyor; 12. Sınıflar için dersanelerde yıllardır uygulanan üniversite hazırlık programı, devlet okullarına aktarılarak lise eğitimi dört yıldan üç yıla çekiliyordu.

Özetle Vizyon ve Ortaöğretim Tasarımı dikkatli okunduğunda, eğitimin yeniden inşasının iki ayak üzerine kurulduğu görülüyordu: Birincisi, sektörle imzalanan protokollerle “özelleştirme”. Bunu, küresel ölçekte sistemin, sosyal devlet ekonomisine saldırısının yerel bir parçası olarak görmek gerekiyordu. İkincisi, dinsel vakıflarla imzalanan protokollerle “bilimsizleştirme” Bu da postmodernizmin bilimi kuşatma operasyonunun bir parçasından başka bir şey değildi. Yani iktidar, Cumhuriyet’in kamucu ve aydınlanmacı eğitim atılımını üniversiteler dâhil, eğitim bileşenleri seyrederken yeniden ama tersinden kuruyordu. Ve kurdu!

YENİ TÜRKİYE’NİN YENİ EĞİTİMİ

Aslında Ziya Selçuk yeni değildi, AKP’nin önemli bir eğitim bürokratı olarak 2004’ten beri hep işin başındaydı! O yıllarda Dünya Bankası’nın finanse ettiği köklü müfredat değişikliği ve ders kitaplarının yeniden yazılması ile  “çoklu zekâ”, “öğrenci merkezlilik”, “yapılandırmacı yaklaşım”, “tek alanda derinleşme”, “yerelleşme” gibi liberal pedagojik girişimlerle eğitimi serbest piyasaya uyumlu hale getirme mücadelesi vermişti.

Bunun büyük ölçekte izini, 1970’lerin sonunda yaşanan küresel ekonomik krizle birlikte sosyal devletlerin yerini neoliberal uygulamaların almasına kadar sürülebiliriz kuşkusuz. Neoliberal politikalar, Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların desteğiyle çeşitli ülkelerde yürürlüğe konmuş; buna bağlı olarak eğitim hizmetlerinin kamusal alandan özel sektöre devredilmesinin önü açılmıştı. Bizim gibi küresel sisteme karşı dayanıksız, emperyalizme bağımlı ülkelerde okul, aile, öğretmen, öğrencinin konumu ile eğitim içerikleri, “yerelleştirme” çalışmaları içinde yeniden tanımlanmıştı.

Yine de 2000’lerin ilk yıllarına kadar, neoliberal politikalardan birçok yara aldığı için sıkı bir sağaltıma ihtiyaç duysa da eğitimimiz, sosyal özelliğini ve bilimsel niteliğini iyi kötü korumuştu. Oysa AKP iktidarıyla birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin resmiyet kazanmasına kadar eğitimde, yukarıda özetlemeye çalıştığımız bir yıkım süreci yaşandı. Yeniden kuruluş süreci ise Cumhur Partisi’nin seçim beyannamesinde yer alan eğitim politikalarının, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk tarafından, yine yukarıda kısaca anlattığımız “2023 Eğitim Vizyonu”na dönüştürülmesiyle başladı. Vizyon, piyasalaşma ve dinselleşmeden oluşan iki ayak üzerine oturtuldu ve buna moda deyimle “yeni nesil eğitim” dendi!

Sıra şemaya geldi. Yeni eğitim sisteminin kuruluş şeması nasıl olacaktı? Yaygın kanıya göre kuruluş ya temelden başlamalıydı ya tepeden. Bakan ise çok isabetli bir manevrayla tam “orta”dan başladı! İsabetliydi çünkü ortaöğretim, eğitimde merkezî bir öneme sahipti; ilköğretimden öğrenci alıyor, yükseköğretime öğrenci veriyordu. Buradan başlayacak bir şemalandırma hem her iki tarafı belirleyecek hem de iktidarın politik zeminini güçlendirecekti. Zira meslek liseleri ve imam hatipler AKP’nin politik gücüydü. Bu nedenle Ortaöğretim Tasarımı, esas olarak bu iki okul türünün toplam ortaöğretim içindeki payını artırmaya odaklandı.

Tasarım bu yüzden sadece Anadolu liseleri üzerinden kurgulandı. Anadolu liselerini önemsizleştirmek ve mesleki liselerle imam hatip liselerini güçlendirmek iki şekilde mümkündü: Birincisi, Anadolu liselerini boşaltıp imam hatiplerle eşitleyerek; ikincisi, meslek liselerini iş garantisi reklamlarıyla cazip hale getirerek. İkincisi üzerindeki operasyon önemli ölçüde tamamlandı. 53 alanda imzalanan 128 protokolle meslekî ve teknik lise öğrencileri sektörün ucuz ve kalifiye iş gücüne dönüştürüldü.

Birincisine gelince bunun altyapısı da Ortaöğretim Tasarımı’nda “modüler eğitim” ve “sertifikasyon” sistemiyle kuruluyor. “Modül”, kendi içinde anlamlı bir yapısı olan, bir bütüne ait parça anlamına geliyor; “modüler” ise parçalı demek. Modüler eğitim, Tasarım’da belirtildiği gibi bir de “esnek” olunca eğitim, öğrenciyi kurgulanmış bir yapıya monte etmek üzere değerlendirme işlevine indirgeniyor ve sistem “kişisel ilahi barkot” olan Mizaç Modeli’yle tamamlanmış oluyor!

“Sertifikasyon”a gelince, o da modüler eğitimin bir parçası. Zaten Bakan da “Diplomanın önemsizleştiği bir döneme doğru gidiyoruz.” diyerek sertifikalı eğitimin önünü açmıştı. Tasarım’da, liselerde alınacak sertifikaların iş bulmada referans olacağı ve bunların özel kurumlardan da edinilebileceği yer alıyor. Bir yandan özel sektör kamu okullarının içine dâhil edilerek bir yandan da geleneksel lise yapısı parçalanarak Anadolu liseleri mevcut konumlarından uzaklaştırılıyor. Öte yandan imam hatip liseleri “Anadolu”, “fen”, “sosyal”, “güzel sanatlar” gibi türlendirilerek akademik Anadolu liselerinin yerine ikame ediliyor.

Ortaöğretim Tasarımı’nda Anadolu liselerini boşaltacak başka göstergeler de var: Geçişleri kolaylaştıran esnek yapı, zorunlu derslerin azaltılması, seçmeli derslerin çeşitlendirilmesi, sanat ve spor derslerinin zorunlu olmaması, 12. sınıfların üniversite hazırlık sınıflarına dönüştürülmesiyle lise eğitimin fiilen üç yıla indirilmesi… Sonuç, Anadolu liselerinin giderek geleneksel ve özgün işlevini yitirmesi, zaman içinde yerini imam hatip liselerine terk etmesidir.

2020 Mart’ında eğitime ara verilinceye kadar “yeni Türkiye’nin yeni eğitim” kurgusu bitmiş, ancak salgın nedeniyle uygulama olanağı henüz bulunamamıştı. Bu dönemde Bakanlık, sınav sektörünü koruyan bir politika izledi ve okulları kapatıp kursları açtı. 37 ayda inşa görevini tamamlayıp kamu okullarını kendisine ait özel okullarına çevirdikten sonra Ziya Selçuk, “Millî Eğitim Bakanlığı görevi nihayetlenmiş” olarak ve “ülkesinin çocukları için çalışma imkânı sağlayan Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a şükranlarını” sunarak Özel Maya Okullarının başına dönmüş bulunmaktadır.

AKP’nin Yeni Türkiye’sinin “yeni eğitim” girişimine ve sağlı sollu liberallerin verdikleri desteğe, Cumhuriyet aydınlanmasının mirasçıları ancak ve ancak tarihsel özgüvenlerinden aldıkları güçle olup biteni doğru anlayıp ulusal, kamusal, bilimsel eğitim seçeneğini örgütleyerek itiraz edebilirler.

Etmelidirler…

“ZİYA SELÇUK’LA EĞİTİM” için bir yorum

  1. Tarihsel önem taşıyacak bir değerlendirme. Sorunu temelden görmeyince çözüm bulunamaz. Kaleminize, emeğinize sağlik.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir