Dünyaca tanındığı halde gizemini korumayı başaran grafiti sanatçısı (street art, guerilla art) Banksy, yine yapacağını yaptı ve küresel Korona Virüsü salgınında sağlık çalışanlarını “Oyun Değiştirici” (Game Changer) adlı eseriyle onurlandırdı.
İngiltere’deki Southampton General Hastanesi yönetimi tarafından acil servis girişine asılan ve büyük kısmı siyah beyaz olan bir metrekare boyutundaki resimde bir çocuğun, oyuncak sepetine attığı süper kahramanlar yerine, pelerinli bir hemşireyle oynadığı görülüyor. Söz konusu resmi hastane duvarına grafiti çizen Banksy, çalışanlara bir de not gönderdi: “Yaptıklarınız için hepinize teşekkür ederim. Bu resim siyah beyaz olsa da ortamı biraz aydınlatacağını umuyorum!”
Gelin, bu gizemli sanatçıya kendisinin kendisini anlattığı “Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkânından” (Exit Through the Gift Shop) belgeseliyle ( ! ) yakın plan yapalım:
Bugünün Evleri…
Ama önce biraz geniş açı: Ay yüzeyi görüntüsünde bir tavan, Ay’a insan gönderme yarışının bir göstereni; kitle iletişim araçlarından Hollywood filmi yayımlanan bir televizyon, koltukta bir gazete ve pencereden görünen Warners’ın Tiyatrosu’nun reklam panosunda vizyondaki oyunun afişi; odanın duvarında pembe rüyalar vadeden Genç Romantik posteri, hemen solunda iç savaşta Amerika’nın birliğini sağlayan ve köleliği kaldıran ABD’nin 16. Başkanı Abraham Lincoln’un portresi; sehpada kahve fincanları ve yanında hazır kek; abajurda dönemin popüler araba markası Ford amblemi; ‘Sıradan hizmetçiler ancak buraya kadar gelebilirler.’ yazılı bir okun işaret ettiği noktadan dört beş basamak yukarıda elektrikli süpürgeyle temizlik yapan bir hizmetçi; geleneksel cinsiyet rollerini vurgulayan seksapel bir kadın ve elinde kocaman bir loli’pop’ bulunan kaslı bir bedene sahip erkek figürü.
İngiliz sanatçı Richard Hamilton imzalı popüler sanatın (pop-art) ilk örneklerinden olan, 1956 yılında Londra’daki Whitechapel Galerisi’nde “İşte Yarın” başlıklı sergide yer alan “Bugünün Evlerini Bu Denli Farklı, Bu Denli Cazip Kılan Nedir?” adlı yukarıda betimlenen ve “pop” türünde sanatın ilk örneklerinden olan kesyap (kolaj) ne anlatıyor? Her şeyden önce değişen sosyal ve kültürel yaşam biçimini anlatıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist ülkelerde endüstriyel gelişmeyle gittikçe artan ulusal gelir, tüketim temelli bir yaşam biçimi ve kültürü üretiyor. Kapitalist ekonominin yükselişiyle sosyal bakımdan avantajlı sınıfların mensupları, mutluluğu maddi yaşamın zenginliğinde arıyor, bireysel özgürlüğün sınırlarını zorlayarak bireyci ve çıkarcı bir insan tipine ulaşıyorlar.
Kapitalizmin üretimde kazandığı bu ivme, toplumun tüketim alışkanlıklarını ve kültürünü de değiştiriyor: Otomobil teknolojisindeki sıçrama, elektronik araçlar, gösterişli bir yaşam, doyumsuz bireysel tercihler, cinsel özgürlük hareketleri, rock‘n roll ve gösteri sinemasının filmleri, tek kullanımlık nesneler… Giderek toplum içindeki sınıfsal farklılıklar ve alt-üst kültür çatışmaları, çok daha görünür hale geliyor. Popüler kültür nesneleri, sanat objeleri olarak kullanılmaya başlayınca kitch diye bilinen popüler kültür ortaya çıkıyor; yüksek kültür, yoz kültür, avam kültürü, sokak sanatı gibi kavramlar işte böyle bir sosyal yapı içinde şekilleniyor.
‘Pop-Art’tan ‘Grafiti’ye
Richard Hamilton’un “ikonik”ten uzaklaştırıp “imgesel”e çağıran kolajına dönecek olursak, onun bu yazının peşrevine konu olma nedeni, birazdan üzerinde duracağımız “belgesel” filmde ele alınan sokak sanatı “grafiti”ye kaynaklık etmesidir. 1950’li yıllardaki modern yaşamın göstergelerinin “kesyap”la bir arada kurgulandığı Hamilton’ın bu çalışması “pop-art”ın (popüler sanat) ilk örneklerindendir. Kendisinin kullandığı nesnelerle üretilen bu türden sanat yapıtlarına alımlayıcısının geniş ölçüde sahip çıkmasında anlaşılmayacak bir şey yoktur. Bunun yanında pop-art, çeşitliliği ve tekniğiyle 20. yüzyıl sanat yaklaşımlarında avangard bir rol üstlenir. Richard Hamilton’ın sözleriyle özetleyecek olursak, Pop Sanatı, “Kitleler için tasarlanmış, çabuk tüketilebilir, hedef kitlesi gençlik olan, esprili, gösterişli, seri, ucuz ve ticari bir sanattır.”
Daha Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Marcel Duchamp, buluntu bir seramik pisuarı baş aşağı çevirerek “Çeşme” adıyla bir sanat yapıtı olarak sunar; sanat eleştirmenlerinin nefretini, gelenek ve kural düşmanı Dadacılarınsa beğenisini toplar. Böylelikle Duchamp, sanatın merkez dikkatini görsel algıdan zihinsel algıya taşımış ve buluntu nesnelerle sanat üretiminin ikonaklastik (dinsel, sanatsal ikona ve sembollere saldırı) bir nitelik kazanmasını sağlamıştır.
Savaş yıllarında başlayan, hayatın ve sanatın kemikleşmiş geleneklerine bir isyan olarak ortaya çıkan Dadaizm ise, tüm itirazlara karşın, “pop-art” için önemli bir beslenme kaynağı olmuştur. Çünkü var olan sanatsal düzenlere bir reddiye olan akım da bir “tuhaflık etkisi”, bir “anlamsız dünya algısı” yaratmak için kolaj tekniğine başvurmakta; nesne-mekân ilişkisini tersyüz etmektedir. Mona Lisa reprodüksiyonuna sakal bıyık çizen Duchamp, seri üretim ürünlerini heykel olarak sergiler; “yüksek sanat ve kültür” ile pazar ürünlerine ilişkin geleneksel düşünceleri bombalar. Bütün bunlar, protest “sokak sanatı”nın (street art), “guerilla art”ın ve onların bir aracı olarak, kamusal alanlardaki duvar veya yüzeylere çizilmiş, kazınmış veya püskürtülmüş yazı ve çizimler sanatı olan “grafiti”nin ebesi olur.
Antik çağların mağara duvarı çizimlerini ayrı tutacak olursak, grafiti günümüzdeki anlam ve biçimiyle 1960’lı yıllarda ortaya çıkar. Alt sınıf ve kültürün politik eylemcilerinin seslerini duyurmak, egemenlik alanlarının sınırlarını belirlemek amacıyla benimsedikleri bir yöntemdir. 1970’li yıllarda etkili olmaya başlayan rap ve hip-hop kültürünün verdiği destek, grafitinin tüm dünyada yaygınlaşmasını sağlar. Tarihî yapıların yüzeylerini, klasik sanat ürünlerini, estetik değeri yüksek sanat yapıtlarını, popüler kültür ögelerini tuval gibi kullanan grafiti sanatçıları, eğilim olarak Dadaist etkilerde gördüğümüz “vandallık”la suçlanır, çalışmaları yasaklanır ve yapıtları illegal kabul edilir.
Banksy ve Exit Through the Gift Shop
Böyle bir tarihsel ve kültürel arka plana sahip olan ve sanatçının “yapma”sının değil, “yaratıcılık fikri”nin bir ürünü olarak biçim bulan grafiti, birçoklarınca sanat kabul edilmiyor. Tabi bu sokak sanatçıları da geleneksel sanatı takmıyor, tiye alıyor; hatta bozuyor. Sokak zeminlerinin, kamusal yapı yüzeylerinin, duvarların bu illegal sanatçılarından biri de başta İngiltere olmak üzere farklı ülkelerde yaptığı çarpıcı çizim ve resimlerin yaratıcısı Banksy.
Sanatçının gerçek kimliği bilinmiyor, bildiğimiz sadece çalışmalarında kullandığı adının Banksy olduğu. Tüketim kültürünü yerden yere vuran, savaş karşıtı, çevreci, hayvan haklarını savunan mesajlarla yüklü eserleriyle “gerilla artist” olarak tanınıyor. Filistin’i kuşatan o yıkılası İsrail duvarına çizdiği Kırmızı Balonlu Kız, Savaş Güvercini; Suriye’den Amerika’ya bütün düşkünlüğüyle göç eden Steve Jobs’u ürkek ve perişan bir halde gösterdiği çizimi, İkiz Kuleler’deki patlamayı çiçekle tasvir ettiği 11 Eylül yorumu, George Orwell’ın 1984’teki kaygılarını paylaştığı “Güvenlik Kamerası Altında Bir Ulus” gibi ve daha birçok muhalif eseriyle şimşekleri üstüne çeken sanatçı, Türkiye dâhil birçok ülkede açtığı sergilerle ses getirdi ve getiriyor.
Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkânından filminin yönetmeni Banksy, dünyanın ünlü müzelerine gizlice girip yüksek sanat eseri sayılan yapıtların yanına kendi politik ve satirik tablolarını yerleştirmesiyle de biliniyor. Söz konusu filminin adında müzelerin çıkışında bulunan hediyelik eşya dükkânlarından esinlendiği anlaşılıyor.
Banksy dâhil birçok grafiti sanatçısının kendisini oynadığı, Rhys Ifabns’ın anlatıcı olarak katıldığı Exit Through the Gift Shop filminin özgün müzikleri Geoff Barrow ile Roni Size’ye ait. Filmin baş döndürücü bir hızla ileri geri zamansal, sağa sola mekânsal sıçramalarla ilerleyen kurgusunda Tom Fulford ve Chris King’in imzaları var. Kaçma kovalama içinde yaratma süreçleriyle tıka basa dolu Çıkışlar Hediyelik Eşya Dükkânından’da, kendisi de bir karaktere dönüşen kamerada Todd Mazer, Brian Cross, Jerry Henry ve Eric Coleman’ın ustalıkla çalıştıkları söylenebilir.
Bu cesur ve başarılı çalışma 2010’da En İyi Belgesel Film Oscar’ına aday gösterildi ve En İyi Belgesel Dalında Britanya Bağımsız Film Ödülü’nü aldı. 2011’de ise Film Eleştirmenlerinden 2 En İyi Belgesel ile BAFTA İngiliz Yazar/Yönetmen/Yapımcının En İyi Çıkış Filmi Ödülü’nü kazandı.
Belgesel mi Kurgu mu?
Oscar’a En İyi Belgesel dalında aday olması, çeşitli yarışmalardan en iyi belgesel ödülleriyle dönmesi, gerçek sokak sanatçılarının kendilerini oynamaları ve yapımcılarının da aksi yönde bir tanımlama yapmamaları nedeniyle türü “belgesel” kabul edilen Exit Through the Gift Shop’un belgeselliği konusunda birçok spekülatif görüş var. Bu tür görüşler önemli ölçüde Banksy’nin şaşırtıcı bir yaratıcılığa sahip olmasından kaynaklanıyor olabilir. Fakat Boston Globe film eleştirmeni Ty Burr’un şu önemli sorusu kayda değerdir: “Filmde Banksy’le ilgili bölümleri özenle hazırlanmış bir ‘tezgah’ mıydı yoksa Guetta bir gecede Bay Brainwash’a gerçekten evrildi mi?” “Kurgu olduğunu bana yutturamazsınız!” diyen bir başka eleştirmen ise sözünü, “Bu hikâye uydurma olamayacak kadar iyi ve bu bağlamda tuhaf bir şekilde zenginlikler içeriyor!” biçiminde sürdürüyor. Filmde deforme ederek de olsa kullandığı bir fotoğrafla ilgili telif sorunu da yaşayan Thierry Guetta ise “Bir sanatçı olarak beni keşfeden Banksy’nin sonunda en büyük sanat eseri oldum ben!” diyor.
Bu konuda bizim kişisel görüşümüz ise, var olan gerçekliğe olanca yaratıcılığı ile müdahale eden grafiti sanatçısı Banksy’nin bir belgesel gerçekliğe dokunmadan duramayacağı biçimindedir. Bu nedenle Banksy’nin incelikli alayını da içine katarak tartışmayı bitirecek üçüncü bir tür öneriyoruz: “Kurgusal belgesel”!
Belgeselse gerçek ama inanılmaz bir fenomen, kurguysa yüksek bir yaratıcılık işareti olan film, Los Angeles’te vintage giysiler sattığı bir dükkânı olan, sokak sanatçıları ve Banksy hakkında bir belgesel çekmek isteyen, Fransız asıllı Thierry Guetta’nın popüler kültür sanatçısı BBY (Bay Beyin Yıkama) Bay Brainwash’a dönüşmesini kadraja alıyor. Film ilerledikçe, Banksy’nin belgesel filmini çeken Guetta’nın belgeseline evriliyor ya da Guetta’nın çektiği belgeselden Banksy’nin çektiği belgesele…
Thierry Guetta, kamerasını üçüncü bir gözüymüş gibi elinden hiç düşürmüyor. Bunun arkasında anne arketipi bulunuyor. Thierry, geniş bir ailenin en küçüğü olduğundan annesinin hastalığı ondan saklanmış; ama annesinin ölümünden sonra, böyle bir hadiseyi kaçırdığı hissi onu hiç bırakmamış. Daha sonra kendi ailesini yetiştiren bir yetişkin olarak Thierry, gittikçe etrafındaki insanları ve olayları kaydetme mecburiyeti hissetmiş: “Yaşananlardan uzaklaşmam için kuzenimin yanına gönderildim. Hiçbir şey görmemek için bütün o olanlardan koparılmıştım. Her anı yakalamalı ve filme çekmeliyim diye düşünüyorum. Çünkü yakaladığım her anı, hayatımdaki herhangi bir anı hayatımda bu şekilde görebildiğim son an olarak düşünüyorum. Bu bir ihtiyaç haline gelmişti.”
Guetta, sanat eserlerinin müzelerde para karşılığında gösterilmesine tepkisini belirtmek için sokak sanatına başladığını söyleyen Invader lakaplı kuzeniyle sokak sanatçılarının belgeselini çekmeye başlıyor. Bu şekilde onları ölümsüzleştirmeyi düşünüyor, sonsuza dek. Bir belgesel çekmek, bu insanları tarihe kazımanın bir yolu oluyor onun için. Bu yüzden onları takip etmeyi sürdürüyor.
Guetta ve Banksy
Thierry’nin zorlu sokak sanatçılarının dünyasını bütünüyle yakalama sevdası, kendini saklayan Banksy’nin patlamasıyla bambaşka bir hal alıyor. Banksy, son numarasında İsrail ordusuyla karşı karşıya geliyor. Dünyanın en kötü şöhretli duvarını hedef alan Banksy’nin vur kaç taktiğine dayalı hareketi uluslararası gündemde yer ediniyor. Herkes tek bir sorunun cevabının peşinde koşuyor: Kimdir bu Banksy? Eserleri her yerde; ama sanatçının kendisi, anlaşılmaz bir şekilde hâlâ “soyut”tur!
Andy Warhol’dan sonra sokak sanatına ciddi anlamda ilgi çeken çalışmalara imza atan Banksy’i TV haberlerinde duyunca çektiği belgeselin onsuz olamayacağına karar veren Guetta, ona ulaşmak için her yolu denemeye kararlıdır. Sonunda yüz yüze gelirler, sonra hiç ayrılmazlar. Banksy, illegal ve muhalif sanatını görüntüleyecek birini bulmuştur; çünkü “Her zaman kameralardan kaçmışımdır, çünkü yaptığım iş yasal açıdan belirsizdir. Onu davet ettim, çünkü eserlerimi çekmesi iyi fikirdi. İyi fikirdi, çünkü eserlerim ertesi gün orada olmayabilirdi.” diye düşünür.
Banksy Amerika’daki ilk sergisi “Barely Legal” için ekibiyle Los Angeles’e gelir. Sergi hazırlıkları içinde, Guantanamo‘da terörist şüphesiyle yatan tutuklular hakkında bir eser yaratmayı düşünür. 11 Eylül’ün yıldönümü yaklaşmaktadır ve ortam oldukça gergindir. Disneyland’a giderler ve hatıra fotoğrafı çektirmek için ayrılan yere şişme terörist mankeni koyarlar.
Odadaki Fil
Hollywood’un yarısı serginin açılışına katılır. Sergide Banksy’nin kiralık fili tam bir sansasyon yaratır. Gözümüzün önünde olan şeyleri gözden kaçırmanın ne kadar kolay olduğunu anlatan “elephant in the room” (odadaki fil) deyimini görselleştirmek için kiraladığı fili, salonun duvar desenleri ve rengiyle baştan aşağı boyamıştır. Bütün bunlar sergiyi bir olay haline getirir. Üç gün boyunca kuyruklar oluşur. Sergi, bütün dikkatleri sokak sanatının üstüne çeker. Eserlerin fiyatları hızla artarken koleksiyoncular da bu yeni pazarda yer almak için hızlı hareket ederler. Sokak sanatı artık ticari bir metaya dönüşmüştür. Her şey kontrolden çıkmaya başlamış, sokak sanatı grafiti tüketim ideolojisinin bir elemanı olmuş; böylece 68 hareketiyle bir kere daha canlanan avangard sanat akımı, mücadele ettiği kapitalizme yenik düşmüştür!
Konunun hiçbir zaman para olmadığı halde işin para üstüne dönmeye başlamasıyla Banksy, Thierry’e elinde görüntüleri bu sanatın aslında ne hakkında olduğunu; hiçbir zaman para, şan, şöhret için olmadığını insanlara anlatması gerektiğini söyler. Böylece Guetta’nın çektiği yüzlerce saatlik görüntüyü belgesele çevirmenin zamanı gelmiştir. Thierry İngiltere’ye döner. İlginç bir isimle 90 dakikalık bir film çıkarır: Hayatın Uzaktan Kumandası: Yönetmen Thierry Guetta! Filmin yüksek hızda akan jeneriğini izleriz. Banksy filmi beğenmediğini söyler!
Ama Thierry’e göre Banksy ona bir emir vermiştir: “Kameranı bırak ve bir sokak sanatçısı ol!” Sokak sanatçılarının yöntemini kullanarak Thierry kendine önce bir “alter ego” ve görsel bir tarz yaratır: Bay Beyin Yıkama! Thierry elinde ne var ne yok satarak bir stüdyo ve baskı makineleri alır. BBY’nin ticari ürünlerini üretecek bir ekip kurar. “Damien Hirst’i bir düşünün. Bu jenerasyonun en pahalı sanatçılarından biri. Onun için 100 kişi çalışıyor. Sence o kâğıt kesiyor ve sonra da yapıştırıyor mu? Hayır! Ben de böyle yapmayacağım. Ben sadece bir fikri ortaya atıp ‘İşte bunu istiyorum!’, ‘Ben bunu istiyorum, o kadar!’ diyeceğim.”
“Bu Elvis. Benim eserim. Aslında gitar tutuyordu, ama ben bir Fisher-Price (silah) oyuncağı ile değiştirdim. Bu eserin adını da “Acımasız Olma!” koydum. Bu da benim başka bir eserim. Tamamen çizgilerden oluşmuş. Esere yaklaştığın zaman çizgileri görebiliyorsun. İnsanlar markete gittiklerinde sadece barkotları görürler. Bununla yaşarlar, çünkü beyinleri yıkanmıştır. Yaptığım her şeyde beyninizin yıkandığını görürsünüz.”
“Ben de Varım!”
Thierry’nin amacı Banksy’nin başarılarını taklit etmektir. Banksy’i hayal kırıklığına uğratmak istemez. Birçoğunun tersine Thierry işe büyük bir patlamayla başlar. “Hayat Güzeldir” adlı sergisini CBS’nin geçmişte Hollywood’un kalbi olan 4500 metrekarelik eski stüdyo binasında yapmaya karar verir. Sergiye gelen 4000’den fazla sanatseverle birlikte Thierry, büyük bir gürültüyle sanat dünyasına adım atar. Los Angeles sanat camiası yeni bir yıldızın doğuşunu izlemekten büyülenmiş gibidir. İzleyici sorar: “Şu eseri çok beğendim. Kendini değişik biçimlerde sürekli taklit ediyor. Neden?” Thierry büyük bir öz güvenle yanıtlar: “Çünkü popüler kültürün bir parçası. Andy Warhol bu dünyadan göçtü, bense buradayım!”
Thierry Guetta’nın gördüğü bu ticari ilgi, Banksy’i sanat konusunda kuşkuya iter: “Çoğu sanatçı, sanatını mükemmel hale getirmesi ve kendi tarzını bulması yıllar alır. Thierry bütün bunları atlamış gibi görünüyordu… Thierry’nin bu başarısı ne anlama geliyor bilmiyorum. Belki şansı yaver gitti. Belki sanat biraz şakadan ibarettir. Bazı açılardan oyunu kuralına göre oynamadı. Ama zaten bizi kuralsız olmamız gerekiyor. Bu işin etiği ne bilmiyorum. Sanatçı olmak isteyen herkesi cesaretlendirmek gerekir, diye düşünmüştüm.”
Marx ve Engels, 173 yıl önce Komünist Manifesto’da altını çizdi: “Burjuvazi; doktoru, avukatı, şairi, bilim insanını ücretli işçi yaptı…” Yani kapitalizm, entelektüel yaşamı metalaştırdı.
Muhalif ama örgütsüz sokak sanatı grafiti hariç değil!
Hocam banksy yi tanısam elinden öperdim.. onun gibi insanlar insan olduğumu hatırlatıyor bana..
Her baş kaldırı, karşı çıkış kutsanmalıdır.
… SANAT kuralsızlık gerektirebilir , aykırı olmayı , farklı olmayı gerektirirebilir.Sanatçı sokaklardan sanatını besler. Sokak özgürlüğü , iyi sanatı, farklı sanatı yaratıyor olması , Doğa cömertliği desteği olabilir belki … SANAT renkli veya siyah beyaz da değil kendisinde güzel…
Yazıyı , büyük bir keyifle okudum.
Mustafa hocama ENGİN Sevgiler.
Teşekkür ederim Engin…