Güneş enerjisinin canlılığı sağlayarak evrene düzen katması misali, toplumda da entropi, ancak örgütlü halk enerjisiyle azalır ve düzen sağlanır. Entropisi artan Cumhuriyet’e yaşam nefesi verecek olan bu enerjidir. O enerji bazen de oynanmamış bir maçta Cumhuriyet karşıtlığına atılan bir goldür!
“Zaman”ı düşündüğümüz zaman, günlük yaşantımızın hayhuyu dışındadır. Bir de tamamen pratik nedenlerle, işi gücü daha kolay kılmak için eklemsiz bir akışı böldüğümüz sürelerin döngülerinde duyumsuyoruz zamanı. Bunlardan biri de 1 yıl ya da 12 ay ya da 52 hafta ya da 365 gün ya da 8760 saat ya da 525.600 dakika ya da 31.536.000 saniye… dediğimiz bir süreye ait döngü. Kısa bir süre sonra bu döngünün milattan sonraki 31. 536.000 saniyesini 2023’üncü kez bitirmiş olacağız!
Yine de insanın anlamlandırmakta en çok zorlandığı “zaman”, tanımı konusunda hâlâ bir uzlaşmaya varılamamış sözcüklerden biri. Güneş’in gökyüzünde hareket ettiği yanılgısı, başlangıcından beri insana zamanı sembolize etmiş. Ama dünyanın düz olmadığını, öküzün iki boynuzu arasında bulunmadığını bildiğimizden beri, bu bir yanılgıdır elbette.
“Zaman”ı üç ayrı düzlemle ele alabiliriz:
Felsefİ zaman
İlkinde, bir felsefe kavramıdır zaman; olma, gelip geçme, değişme ve bir süreklilik biçimi olarak ele alınır. “An”ların arka arkaya eklendiği bir ulamdır. Zaman, felsefi açıdan bir dizi karmaşık sorunu içeren derin bir konudur. Doğasıyla, varlığıyla, akışıyla, geçmiş-şimdi-geleceğiyle ve içinde nesnelerin varlığı yokluğuyla önemli bir felsefi problemdir zaman.
Aristoteles, onu “değişimdeki süre” olarak tanımlar ve bir şeyin varlığında meydana gelen değişimden kaynaklandığını ileri sürerek, kesikli bir yapı olarak değil, sürekli bir akış olarak düşünür.
Aziz Augustinus, tanrının dışında zamanın var olamayacağını savunur. Ona kalırsa zaman sadece yaratılmışlar için geçerlidir ve tanrı açısından geçmiş, şimdi ve gelecek bir bütündür.
Immanuel Kant, zamanın apriori (önsel, deneysel olmayan), yaratılmış olduğuna inanır; zaman ve uzayı insan zihninin düzenleyici ilkeleri ve dünya deneyimini anlamak için zorunlu görür.
Henri Bergson, zamanı bir süreç olarak görmüş ve onu “durağan” ve “sürekli akış” olarak iki farklı ulam biçiminde ele alır; zamanın özü sürekli bir değişimdir. Bergson’un “durağan” zamanı Ahmet Erhan’ın “Zamanı oy, sesini sakla… unutulmasın” dediğidir; “sürekli akış”ı ise Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “yekpare geniş bir anın parçalanmaz akışı”dır.
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.”
Martin Heidegger, zamanı “dasein” (orada olan, varlık) kavramıyla düşünür, insanın varoluşunun zamanla iç içe olduğunu yazar; zamanı, insanın dünyasını anlamasına ve anlamlandırmasına yardımcı olan temel bir kategori sayar. Ahmet Haşim’in Merdiven’i sanki:
“Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…
Sular sarardı… yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…”
Gilles Deleuze, Bergson’un düşüncelerini geliştirerek zamanın “çizgisel” bir yapıda ve sürekli bir değişim içindeki olguların akışı olduğunu söyler, Enis Behiç Koryürek’i yorumlayarak adeta:
“Geçsin günler, haftalar,
Aylar, mevsimler, yıllar…
Zaman sanki bir rüzgâr
Ve bir su gibi aksın…”
Fİzİksel zaman
İkinci düzlemde, bir fizik terimidir zaman; ölçülebilen bir dönem, ama uzaya ait bir boyutu olmayan sürekliliktir. Ölçümünde, sürekli değişime sahip bir olgu, örneğin ay veya güneşin hareketi kullanılarak herhangi bir aralığa sayısal bir değer atanır. Bu değer; bir olayın sıralanması, değişimin ölçülmesi ve fiziksel olayların gözlemlenmesi için temel bir çerçeve sağlar.
Termodinamiğe göre, zamanın bir yönü vardır ve ikinci yasa, doğal süreçlerin belirli bir yönde, yani entropinin arttığı yönde ilerlediğini belirtir. Bu, zamanın bir okunun varlığına ve doğal olayların bu okun gösterdiği yönde ilerlediğine işaret eder.
Albert Einstein, “özel görelilik kuramı”nda zamanın gözlemcinin hızına bağlı olarak değişebileceğini; mutlak bir varlık (entite) olmadığını, uzay-zamanın bir bütün olarak düşünülmesi gerektiğini ileri sürer, İlhan Berk’in “tırnak içine alıp yaşadığı zaman” gibi bir bakıma:
“Zaman ki sonsuzdur
Bitmemiş şiirler gibidir.
Bazı hüzünleri
Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.
Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık
(İsteğin bulanık kıyısında).”
Einstein, “genel görelilik kuramı”nda ise kara delikler gibi yoğun kütleli nesnelerin, uzay-zamanı bükerek akışını etkileyebildiğini ve zamanın kütleçekimsel alanın varlığına duyarlı bir şekilde nasıl değişebileceğini gösterir.
Mikro ölçekte olayların evrimini modelleyen bir teori olan kuantum mekaniğinde, bir sistemin gösterdiği değişim, zaman ve dalga fonksiyonuyla tanımlanır. Ancak, kuantum mekaniği çerçevesinde zamanın doğası ve mikro ölçekteki olayların zaman içindeki değişimi, hâlâ bazı temel sorulara gebedir. Özel ve genel görelilik kuramları, zamanın doğasını anlamak için önemli bir kuramsal çerçeve sağlarken; fizik, zaman konusundaki araştırmalarına devam etmektedir.
Sanatsal zaman
Üçüncü düzlemde, sanat ve edebiyat izleğidir zaman ve sanatçı kavrama farklı perspektiflerden sokulur, ona çeşitli anlamlar yükler. Kurmaca içinde belli bir çizgisellikte de ilerler; kırılmalarla ileri geri sıçramalar da yapar, paralele zaman çizgileri de kurar. Örneğin Melih Cevdet Anday’ın “Ölümsüzler” oyununda Jül Sezar, 2 bin yıl sonra hâlâ yaşar… Turgut Uyar’ın dediği gibi zaman kimini eskitir kimini eskitmez:
“günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni
kim bilebilir ki kimi neyi eskittiğini”
Sanat ve edebiyat, zamanı sık sık anılar ve bellek üzerinden ele alır. Yapıtlar, deneyimler ve tarihle ilgili konular etrafında şekillenir. Marcel Proust’ta olduğu gibi zaman, mekânla birlikte vardır ve anlar, mekân duygusuyla yakalanır, “kayıp zaman”a böyle ulaşılır. Kimi kez de belirli bir anın ya da duygunun üzerinde yoğunlaşılarak zamanın durağanlığı ya da tekrarı neredeyse görünür kılınır ve zaman adeta “mühürlenir”. Edip Cansever’se kaygan zaman karşısında pek kayıtsız görünür:
“Bir su yılı denebilirdi geldi geçti
Üstünde durmuyorum”
Daha avangart eserlerde, zaman kavramı sorunsallaştırılır. Postmodernist yaklaşımsa, zamanı bağlamsız, kesikli ve parçalı görür. Aynı anda farklı zaman dilimlerine ait unsurların bir araya getirilmesi veya zamanın çizgisel ilerlememesi fikri bu akımlara özgüdür.
Mevsimler, günün saatleri veya yaşam döngüsü gibi doğal zaman ölçütlerini içeren, zamanın döngüsel doğasına vurgu yapan sanat eserlerinin yanında; bilim kurgusal, ütopik ve distopik eserler de zamanın gelecek yönüne odaklanan, gelecekteki olası toplumsal değişimi ele alanlar da vardır. Attila İlhan’ın dizeleri ilk gruba örnektir:
“Kum saatlerinden sızan ne serin yazların derinliği
O ürkek vanilya kokusu göçmen kuşların getirdiği
Zamanın geçmesinden çok belki de bizi böyle yıkan
Mevsimlerin dönme dolabıyla belli etmesi geçtiğini”
Sanat ve edebiyat, zaman kavramını genellikle duygusal, psikolojik ve kültürel derinliklere inerek işler ve böylelikle zamanın anlamını sorgulamak, çeşitli algılarını deneyimlemek için olanaklar yaratır.
Yenİ yıl
Sanat ve edebiyatın kurgusal gerçekliğinden günümüzün aktüel gerçekliğine dönecek olursak zaman, etimizle kemiğimizle hissettiğimiz bir realitedir! Çoğu ülkede kullanılan Gregoryen takvimine göre 1 Ocak, yılın ilk günü.
Yılın ilk günü, kuzey yarım kürede gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı gündönümü olan 22 Aralık’la ilişkilendirilir. Öte yandan bu gün, eski Türk ve Şaman geleneklerinde güneşin yeniden doğumu olarak sembolize edildiği törenlerle birlikte düşünülmüştür.
Ne var ki 1 Ocak’ın, yılın ilk günü anlamı taşıyan herhangi bir gündönümüyle ilgili olmadığını biliyoruz. Zamanda kültürel bir karşılığı var mı acaba diye baktığımızda da böyle bir iz bulamıyoruz. Çok zorlarsak, bu güne ait hediye verme mitinin, pagan geleneklerdeki kurban törenlerini ortadan kaldırmayı amaçladığını ve giderek birçok kültürde seküler bir tören geleneği oluşturduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde ise hediyesi, eğlencesi, piyangosuyla devasa bir pazardır artık yılbaşı!
Nereden başlarsa başlasın, geçmişten geleceğe akıp giden zamanın belli bir sistemle takvimlendirilmesi, modern toplumların kendi içlerinde ve başka toplumlarla ilişkilerinde önemli kolaylıklar sağlıyor. 365 günlük süreler, durup işleri gözden geçirmeye, olup bitenin muhasebesini yapmaya olanak tanıyor. Bu nedenle aralık ayları muhasebe aylarıdır desek yeridir.
Bİr golün enerjİsİ
2023’ün muhasebesinden 2024’e devreden bilanço ne yazık ki çok ağırdır. Ülkemize, 50 binden fazla insanımızın hayatını kaybettiği 6 Şubat depremleriyle gelen 2023, şimdi bölgemizi kana bulayan İsrail terörüyle çekip giderken arkasında Cumhuriyet düşmanlığı azmış bir iktidar ittifakı ve o ittifaka güç kazandıran politikaları nedeniyle seçim kaybedip paramparça olmuş bir muhalefet bıraktı.
2023’ten 2024’e devreden bilanço, artan entropi örneğine benzemektedir. Sistemde düzensizlik arttıkça, entropi de artar demek, iş yapabilir enerjinin azalması, faydasız enerjinin artması demektir. Tıpkı metal bir boruya sıkıştırılan gazın kendisini dışarı atıp düzensizleşme eğilimi gibi, baskı ile kontrol altına alınan toplumlar da o baskıyı kırmak isterler.
Güneş enerjisinin canlılığı sağlayarak evrene düzen katması misali, toplumda da entropi, ancak örgütlü halk enerjisiyle azalır ve düzen sağlanır. Entropisi artan Cumhuriyet’e yaşam nefesi verecek olan bu enerjidir. O enerji bazen de oynanmamış bir maçta Cumhuriyet karşıtlığına atılan bir goldür!
Ahmet Hamdi’nin içsel ve kültürel zamanıyla başladık, Melih Cevdet’in doğal ve acunsal “Zamanlar”ıyla bitirelim:
“Hepsini gördüm ayrı ayrı,
Kuşların zamanı tunç rengindedir.
Tanrılardır taşın zamanı,
Denizin zamanı ölür dirilir.”
Ve halkın da…
Sevgili Mustafa abi herzaman ki gibi keyifle okuduk yazını kalemine sağlık.
Mutlu yıllar dileriz. Oya&Yavuz
Yorumunuzu henüz gördüm, çok sevindim. Sevgili Yavuz ve Oya aklımdan çıkmıyorsunuz. Elbet birgün buluşacağız…