Yunus Emre’ye de Türkçeye de kurulduğu günden beri ter döküp çalışan Cumhuriyet’ti; ama her ikisini de tarih boyunca dışlamış, hor görmüş bir geleneğin kalıtçıları “Yunus Emre’nin dili öz Türkçe değildir, İslami Türk dilidir.” diyorlar. Hem Türkçeyi ağdalı bir Arapça aksanıyla konuşuyorlar hem de Yunus’un “Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış / İnsan böyle geline bakar bakar doyamaz” dizelerinde su gibi akan Türkçesini anlamıyorlar; ama “Bizim Yunus ve Türkçe Yılı” kutluyorlar!

Yunus’un ve Türkçenin Ortak Kaderi
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, Yunus Emre’nin ölümünün 700. yılı nedeniyle 2021’i anma ve kutlama yıldönümleri kapsamına aldı. “2021 Yılının Yunus Emre ve Türkçe Yılı Olarak Kutlaması” konulu 29 Ocak 2021 tarihli Cumhurbaşkanlığı genelgesinde, “Yunus Emre’nin hem dünya beşeriyetine ortak bir değer olarak takdim edilmesi hem de ülkemizde bir kez daha hatırlatılması maksadıyla 2021 yılının ‘Bizim Yunus’ olarak anılması, Yunus Emre’nin mirası olan Türkçe’nin öneminin vurgulanması, medeniyet dili kimliğiyle bilinçli ve doğru kullanımının sağlanması amacıyla “Dünya Dili Türkçe” adıyla yurt genelinde ve yurt dışında bir kampanyanın tertiplenmesine kara verilmiştir.” deniyor. (Aktarılan cümledeki yazım ve noktalama yanlışları ile anlatım bozukluğunu üniversite adayları düzeltsin?)
2021’i yarıladık ama resmi makamlar Yunus Emre ve Türkçe ile ilgili ne tür etkinlikler programladılar henüz belli değil. Sadece 12 yıldır düzenlenen “Dünya Dili Türkçe” konulu bilgi şöleninin 13.sünün bu yıl 14-16 Ekim 2021 tarihleri arasında “Uluslararası Dünya Dili Türkçe Sempozyumu” başlığıyla Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nde yapılacağını biliyoruz. Bir de kimi süreli yayınların Yunus Emre ve Türkçe konulu dosyalar hazırladıklarından haberliyiz.
Merakımız, ilgililerin “Bizim Yunus” yılında “Dünya Dili Türkçe” ile ilgili ne yapacakları, kaygımız ise nasıl yapacaklarıdır. “Kaygımız” dememin nedeni, bunu Türk şiir dilinin kurucularından Yunus Emre’ye ve Türkçeye bu topraklarda yüzyıllardır üvey evlat gibi davrananların yapacak olmasıdır.

Selçuklu sarayının halk Türkçesiyle tekkelerde, köylerde şiir söyleyen derviş Yunus’u Sünni İslam adına nasıl dışladığı; onun karşısında şiirlerini farsça yazan Mevlana’yı ve çevresini nasıl yücelttiği herkesin malumudur. Yunus Emre Türkçenin olanca güzelliği ve ahengiyle “Gâh eserim yeller gibi / Gâh tozarım yollar gibi / Gâh akarım seller gibi / Gel gör beni aşk neyledi” diyerek kulaklarımıza, gözümüze gönlümüze doğayı doldururken; Türkçe sevgisinden uzak Mevlana, Türkçe sevmeyen saraya “Biya kez geyri-i tubizâr geştem / Ver ger hofte budem bidâr geştem” diye Farsça sesleniyordu.
14. yüzyılda Âşık Paşa Garipname’sinde, “Türk diline kimseler bakmaz idi / Türklere her giz gönül akmaz idi” derken; Yunus Emre, yüzyıllardır sav, sagu, koşuklarıyla, destanları ve hikâyeleriyle sözlü gelenekte güçlü bir edebiyat biriktirmiş halkın Türkçesini, şiirlerinde kullandığı deyimlerle, su gibi duru sözcüklerle zenginleştiriyor, Anadolu Türkçesiyle bir şiir dili kuruyordu. Ne yazık ki Selçuklu gibi Osmanlı da bilmedi Türkçenin değerini; Divan şairi küçümseyerek, hatta tiksinerek baktı Türkçeye. 18. yüzyılda Sümbülzade Vehbi, Lutfiyye adlı mesnevisinde, “Dinleyen Yunus ilahisi sanır / Bu edasın gören adam usanır” diyordu.
Türkçe Davası
Ne yazık ki Yunus da Türkçe de bu kaderi yüzyıllarca paylaştı, paylaşıyor. Geri dönüp tarihçilerimizin artık anonimleşmiş bulgu ve bilgilerinden aktaracak olursak; Hun Türkçesi MÖ 3. yüzyılda da MS 5. yüzyılda da devlet diliydi. 6. yüzyılda Türkçe bu kez Köktürklerin, Uygurların, Kırgızların devlet diliydi ve Kültegin anıtından da anlaşıldığı gibi 8. yüzyılda da öyleydi. Uygurlar Hıristiyanlık, Mani ve Buda dinlerine girdiklerinde bile Uygurcadan vaz geçmediler.
Dilimiz 9. yüzyıldan başlayarak Fars kültürünün ve İslamlığın etkisiyle Arapça, Farsça ile karşılaştı. Samanoğulları, Gazneliler ve Anadolu’da Selçuklular Farsçayı devlet dili yaptılar. Selçuklu sarayında hor görülen Türkçe 13. yüzyılın ikinci yarısında Karamanoğulları Konya’yı alınca Mehmet Bey ünlü fermanını yazdı: “Bugünden sonra divanda, dergâhta, barigâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır!” Ama bunun bedeli ağır oldu ve Mehmet Bey birkaç gün sonra öldürüldü!
15. yüzyılda Osmanlılar Arapça veya Farsçayı devlet dili yapmıyor, ama Türkçenin de bilim ve sanat dili olamayacağını savlıyorlardı. Bilim dili Arapça, edebiyat dili Farsçaydı. “Kaba Türkçe” halk dili olarak kalıyor; bu üç dilin karışımı Osmanlıca oluyordu. Son dönemde Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmani’sindeki sözcüklerin %35’i Türkçe, %65’i Arapça ve Farsça; Şemsettin Sami’nin Kamus-i Türki’sindeki sözcüklerin %39’u Türkçe, %42’si Arapça, %14’ü Farsçaydı…

Mehmet Emin ve Ziya Gökalp’lerle başlayan Türkçeleşme çalışmaları Türk Ocağı, Türk Yurdu, Genç Kalemler’le hız kazanıyordu. Türkçe ilk kez, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu yasalaştıran Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda “Türkiye devletinin resmi dili” oluyordu. 1932’de Atatürk’ün önderliğinde Türk Dil Kurumu kuruluyor, devlet dilinin Türkçeleşmesi çalışmaları başlıyordu. Yabancı terimler Türkçeleriyle değiştiriliyor, eğitim ve hukuk dili Türkçeleştiriliyordu. 1950’de kesintiye uğrayan çalışmalar 1960’tan sonra yeniden hız kazanıyor; TDK Tarama ve Derleme Sözlükleri, birçok bilim alanında Terimler Sözlüğü yayımlıyordu… Ve Türkçecilik akımı, 1980’lerde “Yaşayan Türkçe”yle bir kere daha kesildi.
Yunus Emre’ye de Türkçeye de kurulduğu günden beri ter döküp çalışan Cumhuriyet’ti; ama her ikisini de tarih boyunca dışlamış, hor görmüş bir geleneğin kalıtçıları “Yunus Emre’nin dili öz Türkçe değildir, İslami Türk dilidir.” diyorlar. Hem Türkçeyi ağdalı bir Arapça aksanıyla konuşuyorlar hem de Yunus’un “Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış / İnsan böyle geline bakar bakar doyamaz” dizelerinde su gibi akan Türkçesini anlamıyorlar; ama “Bizim Yunus ve Türkçe Yılı” kutluyorlar!
Nasıl kaygılanmazsınız?
Bu savaşım bir ölüm-kalım savaşımıdır. Eğer Türkçe kazanmaz ise ne ulus kalır, ne yurt.
Bilmelidir ki, ne dün, ne bugün, ne de yarın dili olmayan bir ulus, dili olmayan bir tarih, dili olmayan bir coğrafya olmadı, olmayacak. Bunlar olmazsa ortada ne kalıcılık kalır ortada, ne din, ne de devlet. Ötesi ayrıntı.
Yunus Türk, Yunus Türkçe ve Yunus halktır. Onun için “Bzim Yunus”tur.
Yunus Türkçe konuştuğu için sevilir, Türkçe koştuğu için efsaneleşmiştir. Ve O, tıpkı yarınlarımız gibi bizimdir.
Bunca kokuşmuşluğun içinden birşey beklemek ise ham hayal.
Düzeltme
Türk ve dili de Türkçe’dir.
Bu ülke, ne zaman ki kuzay Afrikadan devşirme emevi artıklarının eline kaldı, o zamandan beridir her doğrunun yanlışını seçip ona inandı.
Dil olmadan ulus, ulus olmadan yurt, yurt olmadan devlet olmayacaktır. O zaman ortada ne din kalacak, ne iman.