Eğitimde Eşitsizlik Döngüsü-1

Bu yazının meramı, eğitim alanındaki eşitsizlik döngüsünün, ekonomik, sosyal, kültürel parametrelere bağlı yapısını ilgili bileşenlere ait verilerle betimlemek; düşük gelirli ailelerden gelen çocukların, yetersiz bir eğitim almaları sonucunda, düşük gelirli işlerde çalışmak zorunda kalmalarından dolayı ileride kendi çocukları için de aynı nedenle niteliksiz bir eğitimle yetinip ancak düşük gelirli işler edinebilmelerini ve toplumdaki gelir/eğitim eşitsizliğinin sonraki nesillere aktarılmasının süreklilik kazanmasıyla oluşan bu döngüyü daha görünür kılmaktır.

Pandemide Geldiğimiz Nokta

2020’de eğitimi derinden etkileyen, COVID-19 diye kısalttığımız, şiddetli akut solunum yolu sendromunun, Çin’de ilk kez görülmesinin üzerinden 16 ay, tanımlanmasının üzerinden 15 ay ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından pandemi ilan edilmesinin üzerinden 13 ay geçti. Bu süre içinde bütün dünyayı etkisine alan salgın, genç nesillerin eğitimine, ülke ekonomilerine verdiği zarardan başka, alışkanlıklarımızda, insanlarla ilişkilerimizde, sosyal ve kültürel yaşamımızda önemli değişikliklere yol açtı. Sosyal psikologlar bu değişikliklerin bir kısmının virüs sonrasına kalacağını ilan ettiler bile.

Eğitimde eşitsizlik çarkı böyle dönüyor.

Pandemi süreci, tüm dünya ülkelerini türlü alanlarda ve farklı derecelerde etkiledi. Kamu sermayesi güçlü, kamucu politikaları öne alan iktidarlarca yönetilen ülkeler, halk sağlığını önemseyen koruyucu sağlık uygulamalarıyla pandemi mücadelesinde en azından kontrolü elden kaçırmama başarısını gösterdiler. Liberal politikaların egemen olduğu, özel sermayeleri daha güçlü ABD, İngiltere gibi ülkeler ise felaketin ciddiyetinden ve bilimsellikten uzak politikalarla vaka, hastalık ve ölümleri bir istatistik verisinden ibaret görerek halk sağlığını hiçe saydılar.

Ülkemizde şeffaf ve kısmen hazırlıklı başlayan pandemi süreci yönetimi, kısa sürede tavsadı ve beklenmedik toplumsal ihtiyaçlar karşısında kısa sürede örgütlenebilme pratiğinin, program ve planlama eksikliğinin olduğu ortaya çıktı. Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Bilim Kurulu, her gün onlarca insanın öldüğü bir salgında karar vermekle değil, tavsiyede bulunmakla sorumlu kılındı. Sağlık Bakanı ve diğer ilgili bakanlar görev ve sorumluluklarını unutup bu tavsiyeleri, ülkemizde tek erk olan Cumhurbaşkanı’na iletmekle sınırladılar.

Bu arada muhalif belediyelerin vaka sayılarına, can kayıplarına ilişkin itirazları ve açıkladıkları veriler, Sağlık Bakanlığı’nı zor durumda bıraktı. İşte o zaman durumun vahameti daha net görünür oldu ve şimdi ülkece bir aya kadar uzatılabilecek “tam kapanma”ya ikna olmuş, ama bu kez aşılama politikamızda çıkmaza saplanmış bulunuyoruz.

Toplumsal Eşitsizlik Ne Durumda?

Ne var ki bu yazının amacı pandemi sürecini tıbbi veya politik bir zeminde detaylandırıp değerlendirmek değil. Tam anlamıyla bir küresel felaket olan bu salgın sürecinden bizim temel temamız olan eğitim nasıl etkilendi, etkileniyor; bu alanda neler oldu, oluyor; buraya aklımızın erdiğince ve gözümüzün gördüğünce ışık düşürmek. Ülkemizde eğitimin bağlı mekanizmalarına, toplumda her türden eşitsizlik üreten ekonomi çarkının eğitimde eşitsizlik döngüsünü nasıl beslediği gerçeğine bir de bu ışıkta bakmak.

Makas 2010’lardan beri giderek açılıyor.

İtalyan iktisatçı ve sosyolog Vilfredo Pareto’ya dayanan ve kısaca Pareto Prensibi olarak bilinen, eşitsizliğin bilimi diyebileceğimiz “80-20 Kuralı”, etkilerin %80’inin etkenlerin %20’sinden kaynaklandığına dayanır. Kural, Pareto’nun İtalya’nın %80 zenginliğinin nüfusun %20’sine ait olduğu gözlemine dayanmakla ekonomik temellidir. Pareto analizi, sorunun önemli nedenlerini daha az önemli nedenlerinden ayırmamızı, bu nedenlerin önemce sıralanmasını ve öncelikli olarak ele alınacakları görmemizi kolaylaştırır.

Ancak biz Pareto’nun izini ekonomiden ve gelir dağılımından sürecek olursak, eşitsizliği gözle görülür biçimde ortaya koyan ve dünya gelirinin %82,7’sini nüfusun en zengin %20’sinin kontrol ettiği (1992 Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Raporu) gerçeğine ulaşırız. İkinci %20’nin payı %11,7; üçüncü %20’ninki %2,3; dördüncü %20’nin %1,4 ve en fakir beşinci %20’nin dünyanın gayrisafi millî hasılasından aldığı pay %1,2’dir. Yani dünya nüfusunun kahir çoğunluğu olan %80, dünyada bir yıl için üretilen toplam mal ve hizmetlerin belli bir para birimi karşılığındaki değerinin %20’sine bile değil, sadece %16,6’sına sahip! Gelir makasının, ekonomide liberal politikaların özelleştirmeci uygulamaları nedeniyle 1980’lerin başlarından beri yoksullar aleyhine sürekli açıldığı, WID. world 2018 Dünya Eşitsizlik Raporu’ndan da kolaylıkla okunabiliyor. Özelleştirmelere bağlı olarak küresel ekonomilerin toplamında kamu sermayesi azalırken özel sermaye artıyor.

Yoksulun pastadan aldığı pay azalıyor.

Peki, Türkiye’de durum ne? TÜİK’in açıkladığı son verilere (2019) göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirinin en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirine oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranı ülkemizde %7,8. Yani Türkiye’de en zengin %20 gayrisafi milli hasılanın %47,4’üne; en yoksul %20 ise %6,3’üne sahip. 80/20 oranı bir önceki yıl 7,5 olduğuna bakılırsa, son yılda ülkemizde zenginlerin daha zenginleştiği, yoksulların daha yoksullaştığı ve aradaki gelir farkının yaklaşık 8 kata çıktığı görülüyor. Bu oran bazında 28 Avrupa ülkesi içinde Sırbistan’dan sonra (9,4) gelir dağılımı en bozuk ülke Türkiye oluyor! Yine TÜİK verilerine göre ülkemizde diğer %20’lik dilimler de şöyle: İkinci zengin %20 gelirin %20,9’unu; üçüncü %20, %14,8’ini; dördüncü %20 de toplam gelirin %10,7’sini alıyor. Bunun dışında sendikaların ve akademik çevrelerin yaptığı araştırmalar, 2018-2019 döneminde ekonomik krizin gelir eşitsizliğine etkisinin giderek derinleştiğini de rapor ediyorlar.

Öyle görülüyor ki dünya ülkeleri ve ülkemiz, ekonomik dengelerin avantajlı kesimler lehine giderek bozulduğu bir süreçte COVID-19 pandemisine yakalanmıştır. Küresel salgın sürecinde, sağlık sisteminde bizim gibi kamu sağlığını öncelemeyen sistemlerde herkes kendi başının çaresine bakmakla yüz yüze kaldı. Virüse karşı bağışıklık sistemini güçlendirmek için dengeli beslenmenin önemine dikkat çekmeyi görev bilip bu görevini başarıyla yapan Sağlık Bakanlığı, yukarıda söz ettiğimiz nüfusun %80’lik diliminin bunu nasıl başaracağını söylemedi tabi. Virüse karşı kişisel hijyenin nasıl sağlanacağını da söylemedi, işe gidip gelirken ve çalışırken sosyal mesafeye nasıl uyulacağını da… Ama TÜİK verileri yoksulların gıda harcamalarında ekmek, tahıl; zenginlerin et, balıkla beslendiğini söylüyor. Böylece, COVID-19’un sınıfsal tercihi de belli oldu: %20’lik beş dilimin en altındakiler!

Bölgelerin fakirleri bile eşit değil!

Araştırma verilerinde yer alan gelir dağılımı grafikleri, hem ülke toplamında hem bölgeler arasında hane halklarının yıllık gelirlerini karşılaştırma olanağı veriyor: Kırsal bölgelerden sanayinin yoğunlaştığı batı bölgelerine gidildikçe ağa/maraba arasındaki gelir farkının işveren/işçi için belirgin biçimde arttığı görülüyor. Şu kadarını da biz ekleyelim: Nüfusun en zengin %20’si İstanbul’da, en fakir %20 ise Güneydoğu Anadolu’da yaşıyor. İki kesim arasındaki gelir farkı 13 kat! Hatta bu iki bölgenin fakirleri bile eşit değil! İki bölge fakirlerin arasındaki fark Güneydoğu fakiri aleyhine 3 kat!

Virüs Kamu Okullarında!

Salgın sürecinde 20 Mart 2019’dan başlayarak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 124 ülkede tüm okullarda ve 11 ülkede belirli bölgelerdeki okullarda örgün eğitime ara verildi. UNESCO’nun paylaştığı verilere göre, ülke çapında örgün eğitime ara veren ülkelerde K12 ve benzeri okul kategorisinde 1 milyar 560 milyon 687 bin 40 çocuk eğitim görüyordu. Bu sayı dünya genelinde okula devam eden bireylerin %91’inden fazlaydı. 2020 Ekim’inden beri de 53 ülkede okullar hâlâ kapalı ve toplam öğrencinin yarısını oluşturan 875 binden fazla öğrenci, işe koşulan uzaktan eğitim uygulamalarıyla eğitime erişmeye çalışıyor. 2018-19 verilerine göre, Türkiye’de K12 kademesinde toplam 16.529.169 öğrenci bulunuyordu. Resmi ve özel örgün yükseköğretimdeki öğrenci sayısı ise 3 milyon 777 bin 114’tü. Pandemi tedbirleri nedeniyle okulların tümüyle kapatıldığı ülkemizde süreçten etkilenen toplam öğrenci sayımız 20.306.283 oldu.

Adalet, Eşitlik, Kapitalizm

Tedbirler çerçevesinde uzaktan eğitime geçilen ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığı, önce EBA TV ve yanında çoklu iletişim uygulamalarıyla yapılan derslerin okullarda yüz yüze eğitimle tekrarlanarak telafi edileceğini duyurdu. Sınavlarda yüz yüze yapılamayan derslerin kazanımlarından sorular sorulmayacağını açıkladı. Merkezi sınavlardan asla taviz vermedi ve bu sınavlarda ikinci dönem konularından soru sorulmadı. Ders ve sınıf geçmede ise okullarda sınavlar yapılamadığından ilk dönemin notları ikinci dönem için de tekrarlandı. Yani bakanlığın merkezi sınavlardaki yüz yüze kararlılığı, ders geçmede görülmedi ve ölçme değerlendirme sistemi sınıf geçmede tümüyle çöktü.

Bu aşamadan sonra, yaz boyunca Mili Eğitim Bakanlığı, kamusal eğitimi bir kenara bıraktı ve sınav merkezli eğitim sisteminin sonucu olan özel öğretime çalıştı. Önce “Kişisel Gelişim Kursları” adıyla açılan merkezi sınavlara hazırlık kurslarına yüz yüze eğitim vermelerine olanak tanıdı. Ardından özel okulculuktan gelen Bakanı, özel okulların da bu yöndeki talebini geri çeviremedi! Tabi bu arada olan kamu okullarına mahkûm %80’lik alt gelir grubuna dâhil ailelerin çocuklarına oldu. Yoksullara bulaşan virüs, yoksul çocuklarının eğitimini de engelledi.

Eğitimde Eşitsizlik Derinleşti

COVID-19 Pandemi sürecinde dijital platformlarda yürütülmeye çalışılan uzaktan eğitimin farklı sosyoekonomik kesimlerde farklı öğrenme kayıplarına yol açtığı, yapılan birçok araştırmayla orta kondu, konuyor. Anaokulu, ilkokul gibi daha alt kademelerde akademik öğrenme ve sınıf temelli eğitimin sağladığı sosyalleşme, akran öğrenmesi gibi kayıpların çok daha fazla olacağı öngörülüyor. Yine sığınmacı çocuklar ile engelli çocuk bireylerin de bu süreçten çok daha ağır etkilendiklerini/ etkileneceklerini buraya eklemek gerekiyor.

Pandeminin bu olumsuz etkilerinin sosyoekonomik açıdan dezavantajlı ülkelerde ve ülkelerin yine sosyoekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerinde çok daha yoğun olduğunu/olacağını söylemeye bile gerek yok. Önceki salgınlarda ortaya çıkan sonuçlara bakarak okul dışında eğitim olanağı olmayan ya da sınırlı olan çocukların, yüz yüze eğitime hem öğrenme kayıplarıyla hem de okula dönüş oranlarındaki kayıpla başlayacakları söylemek kehanet olmaz. Kayıpların sosyokültürel nedenlerle kız çocuklarında daha fazla yaşanması da olasıdır.

Adil bir seçme ve yerleştirme sınavı!

Öte yandan sosyoekonomik bakımdan avantajlı ailelerin, sayıları 1,5 milyonu aşan özel okul öğrencileri ile çoğu kaçak ve başka statüde açıldığından gerçek sayıları bilinmeyen kurslara devam etme olanağı bulunan öğrenciler, hem yüz yüze eğitimi daha uzun süre sürdürdüler hem de devam ettikleri kurumlarda uzaktan eğitimde çok daha fazla etkili öğrenme olanakları bulabildiler. Doğal olarak Milli Eğitim Bakanlığının sunduğu TRT kanalları ve EBA ile yetinmek zorunda kalan dezavantajlı ailelerin çocuklarıyla aralarında önemli bir eğitim farkının ortaya çıkması kaçınılmazdır.

OECD’nin ‘Okul Çalışmaları İçin Bilgisayara Erişim’ başlıklı çalışmasında, 77 ülkenin, okul çalışmaları için kullanabileceği bir bilgisayarı olan öğrenci oranlarına göre sıralandığı listede Türkiye 64’üncü sırada yer alarak ortalamanın çok gerisine düştü. Uzaktan eğitime erişme konusunda sorunlar yaşayan öğrencilerin yanında avantajlı aile çocuklarının aldığı özel derslerde de alışılmadık bir artış gözleniyor. MEB’in eğitimi dijital platforma kaydırarak erişimde eşitsizliğin ortadan kaldırılacağı iddiası da bu zorunlu uzaktan eğitim deneyimiyle çökmüş bulunuyor.

Devam edeceğiz.

---------------------------------------------
Yukarıdaki grafikler, TÜİK verilerine dayalı Türkiye’de gelir dağılımı analizlerinden, Global Wealth Databook verilerinden, MEB ÖDSH Genel Müdürlüğü merkezi sınav istatistiklerinden ve ERG araştırmalarından yararlanılarak çizildi. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir