“Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında. (…) Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim, Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim.
“Ne İçindeyim Zamanın” başlıklı şiirinde böyle söylüyor Ahmet Hamdi Tanpınar. İnsanın anlamlandırmakta en çok zorlandığı “zaman”, tanımı konusunda hâlâ bir uzlaşmaya varılamamış sözcüklerden biri.
Güneş’in gökyüzünde hareket ettiği yanılgısı, başlangıcından beri insana zamanı sembolize etmiş. Ama dünyanın düz olmadığını, öküzün iki boynuzu arasında bulunmadığını bildiğimizden beri, bu bir yanılgıdır elbet.
“Zaman”ı üç ayrı düzlemle ele alabiliriz: İlkinde, bir felsefe kavramıdır zaman; olma, gelip geçme, değişme ve bir süreklilik biçimi olarak ele alınır. “An”ların arka arkaya eklendiği bir ulamdır.
İkincisinde, bir fizik terimidir zaman; ölçülebilen bir dönem, ama uzaya ait bir boyutu olmayan sürekliliktir. Ölçümünde, sürekli değişime sahip bir olgu, örneğin ay veya güneşin hareketi, kullanılarak herhangi bir aralığa sayısal bir değer atanır.
Üçüncüsünde, sanat ve edebiyat izleğidir zaman; kurmaca içinde belli bir çizgisellikte de ilerler; kırılmalarla ileri geri sıçramalar da yapar. Örneğin Melih Cevdet Anday’ın “Ölümsüzler” oyununda Jül Sezar’ı, 2 bin yıl sonra yaşatması gibi…

Nesnel dünyamızın kaçınılmaz yasası, “her şeyin değiştiği”dir. Zaman bu değişimin gözlenmesiyle fark edilir. Ancak zamanın akış yönü konusunda bize fikir verense bu değişimin niteliğidir. Değişimin bir düzenden düzensizliğe doğru olduğu bilimsel bir gerçekliktir. Canlılar doğar, yaşlanır ve ölür; eşya paslanır, bozulur, iş görmez olur… Bilim bu düzensizliği “entropi” denen bir nicelikle ölçer.
Bardak düşüp kırıldığında, içindeki sıvının biçimsel düzeni bozulur. Yerdeki kırık bardaksa içindeki sıvıyla birlikte zaman içinde, masanın üstünde düzenli biçimini almaz. Yani düzenlilik önce, düzensizlik hep sonradır. Evrende her şey en az enerjiden en çok düzensizliğe doğrudur. Bu yasanın tek taraflı niteliği, zamanın yönünü gösterir.
Çoğu ülkede kullanılan Gregoryen takvimine göre yılın ilk günü 1 Ocak. Yılbaşı, kuzey yarım kürede gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı gündönümü olan 22 Aralık’la ilişkilendirilir. Öte yandan bu gün, eski Türk ve Şaman geleneklerinde güneşin yeniden doğumu olarak sembolize edildiği törenlerle birlikte düşünülmüştür.
Ne var ki 1 Ocak’ın, yılın ilk günü anlamı taşıyan herhangi bir gündönümüyle ilgili olmadığını biliyoruz. Zamanda kültürel bir karşılığı var mı acaba diye baktığımızda da böyle bir iz bulamıyoruz. Çok zorlarsak, bu güne ait hediye verme mitinin, Pagan geleneklerindeki kurban törenlerini ortadan kaldırmayı amaçladığını ve giderek birçok kültürde seküler bir tören geleneği oluşturduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde ise hediyesi, eğlencesi, piyangosuyla devasa bir pazardır artık 1 Ocak!
Nereden başlarsa başlasın, geçmişten geleceğe akıp giden zamanın belli bir sistemle takvimlendirilmesi, modern toplumların kendi içlerinde ve başka toplumlarla ilişkilerinde önemli kolaylıklar sağlıyor. 365 günlük süreler, durup işleri gözden geçirmeye, olup bitenin muhasebesini yapmaya olanak tanıyor. Bu nedenle aralık ayları muhasebe aylarıdır desek yeridir.
2020’nin de bu çerçevede 2021’e bulaştırdığı COVID-19 pandemisi bakımından bir muhasebesi yapılmalı mutlaka. Sıralayacak olursak, bu süreçte:
*Sağlığımız ve kişisel temizliğimiz konusunda duyarlığımız arttı ve suya sabuna daha çok dokunur olduk;
*Başta eğitim alanında olmak üzere iletişim teknolojilerini kullanmada bir sıçrama yaşadık;
*Bir kamu hizmet alanı olarak sağlık ve eğitimin ne denli önemli olduğunu teslim ettik;
*Kurye, kargo, getir gibi hizmet sektöründe büyük bir genişleme yaşandı;
*Tek kullanımlık malzeme üretimi ve tüketimi arttı;
*Hem pandemi sürecinin iyi yönetilememesinden duyulan kaygı hem eve kapanmanın getirdiği psikolojik rahatsızlıklar çoğaldı;
* “Hayat Eve Sığar” dendiği halde ekonomik kırılma korkusuyla, tam gerilettiğimiz anda, hayatı evin dışına iten planlamalarla virüse davetiye çıkarıldı;
* İnsan insana ilişkilerin gördüğü zararın, dokunma duyusunun sakınımıyla yaşanan içtenlik yoksunluğu, güven duygusundaki zayıflama ve komplo teorilerinin yaygınlaşmasının yarattığı tedirginlik ve korku…

Görüldüğü gibi 2020’den 2021’e devreden bu sayılanların her biri, artan entropi örneğine benzemektedir. Sistemde düzensizlik arttıkça, entropi de artar demek, iş yapabilir enerjinin azalması faydasız enerjinin artması demektir. Batı’da “kaos”, Doğu’da “Tao” kuramlarıyla anlatılmak istenen de budur.
Tıpkı metal bir boruya sıkıştırılan gazın kendisini dışarı atıp düzensizleşmek eğilimi gibi, baskı ile kontrol altına alınan toplumlar da o baskıyı kırmak isterler.
Güneş enerjisinin canlılığı sağlayarak evrene düzen katması misali, toplumda da her düzensizliğin ardından yararlı enerjiyle entropi azalır ve düzen sağlanır.
Ahmet Hamdi’yle başladık Melih Cevdet’in “Zamanlar”ıyla bitirelim:
“Hepsini gördüm ayrı ayrı, Kuşların zamanı tunç rengindedir. Tanrılardır taşın zamanı, Denizin zamanı ölür dirilir. Göğü tanıyamadım, yok ki, Sahipsiz zamanlarla doldurmuşlar, Ama ordan iner o eski Ölümsüz sevdaların zamanı kar”
O “kar”ın 2020’nin tüm olumsuzluklarını örtmesi dileğiyle, yeni yılınız kutlu olsun!