Sultan Süleyman’dan Süleyman Efendi’ye

ORHAN VELİ KANIK

Garip Bombası

Türk şiirine 1941’in Mayıs’ında bir bomba düştü: Garip! Bombayı atan Orhan Veli Kanık, yapımına katkıda bulunanlar Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat Horozcu’ydu. Parça tesirli bombanın yarattığı etki, hem derin hem uzun oldu. Bugün olayın faili Orhan Veli’yi 70. ölüm yıldönümünde anıyor olmamız, bu etkinin sürdüğünü gösterir.

Peki, Orhan Veli Türk şiirini neden bombaladı? Sorunun yanıtı için iki adım geri çekilip açımızı genişletelim. Bilindiği üzere kültür ve sanat alanındaki dönüşümler, toplumsal dönüşümleri eş zamanlı izlemez; aralarında birincinin aleyhine bir tarih yanılgısı (anakronizm) yaşanır. Osmanlı’nın sosyal ve kültürel hayat üzerinde kurduğu hegemonik yapı, Cumhuriyet’in az öncesinde biraz sallansa da köklü bir geleneğin tutucu gücü nedeniyle çağın gereksinimlerini karşılayabilecek bir niteliğe dönüşememişti.

Türk Şiirinin Bağları

Cumhuriyet’le birlikte eksen değiştiren Türk toplumu, bu eksenin kültürel gereklerini oluşturmada zorluk yaşıyordu. Durum, Türk edebiyatının en eski ve köklü türü olan şiir için de böyleydi. Kırsal kültürün başat ögeleri, kentlileşmeye başlayan bir toplumda şairin ayaklarına dolanıyordu. 1940’lara kadar kimi girişimler olduysa da bu daha çok tematik bir farklılaşma olarak kalıyor; şair, alıcısını şiirin yapısına ilişkin radikal bir kopuşa hazır görmüyordu.  Bu nedenle Orhan Veli ve arkadaşları Garip bombasını böyle bir tarih yanılgısının üstüne attılar.

Gelenek içinde Türk şiiri hem ölçü, uyak, söz sanatları gibi ögelerle hem de şairin devletle olan ilişkisiyle bağlıydı. Uzakdoğu kültürü etkisinde oluşan edebiyatımızda şiirin bu biçimsel bağları, şiirsel metin sözlü gelenekte oluştuğundan akılda kalıcılığı kolaylaştırdığı için oldukça güçlüydü. Öte yandan, devlet yönetiminin patrimonyal (babadan gelen miras) yapısı nedeniyle şairin devletle olan sosyolojik bağları bu gücü pekiştiriyordu.

İslam kültürü etkisinde gelişen şiirimizde durum çok daha vahimdi. Divan edebiyatında şiirin biçimsel bağları, onu bir bulmaca derekesine indiriyor; şair önüne koyduğu şablonu, en fiyakalı sözcüklerle tamamlayıncaya kadar şiire devam ediyordu. Şablonu en iyi dolduran şair, padişahın en fazla ilgi ve bahşişine layık “sultan’uş-şuara” oluyordu.

Halil İnalcık Hoca, Şâir ve Patron başlıklı araştırmasında (Doğu Batı, 2003) Türk şiirinin ikincil bağlarını, yani şairin devletle olan ilişkisini tüm açıklığıyla ortaya koyuyor: “Patrimonyal devlette yüksek kültür, yalnız yüksek saray kültürü olarak var olmuştur. Hükümdar sarayı ve ekâbir sarayları, toplumda şeref ve itibarın, servet ve becerinin tek kaynağı ve sığınağı idi.” İnalcık, söz konusu çalışmasında, şuara tezkirelerini inceleyerek sanatçının üretimini mutlak egemen hükümdarın nasıl belirlediğini, kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla saptıyor.

Garip Öncesi Şiir İkimi

Tanzimat’la birlikte Batı kültürü eksenine giren edebiyatımızda, şairin devletle olan ilişkisi ve şiirin tematik kaynakları farklılaşmaya başlar. Bu farklılaşma, Cumhuriyet edebiyatının ilk dönemi olan 1923-1940 arasında şiirimizi bambaşka bir görünüme kavuşturur. Bir yanda Yahya Kemal’de ifadesini bulan, zevk ve biçimsel özellikleri bağlamında Osmanlı şirini sürdüren çizgi; onun yanında geleneksel şiir biçimleriyle Fransız sembolistlerini izleyen Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar’la temsil edilen öz şiir çizgisi; bir yanda Ceyhun Atuf Kansu ve Ahmet Kutsi Tecerlerin halk şiiri verimleriyle sürdürdükleri çizgi; beri yanda şiirin biçim bağlarını önemli ölçüde özgürleştiren Nazım Hikmet’lerin toplumcu gerçekçi ve yanı başında serbest ölçünün öncüsü Ercüment Behzat’ların üstgerçekçi (sürrealist) çizgisi.

Şairin ve Şiirin Büyük Dönüşümü

Orhan Veli, önü arkası, sağı solu keskin çizgilerle belirlenmiş bir şiir geleneğini, henüz 27 yaşında altüst etti. Ancak şiirden önce, şair geleneğini ve şairin şiirle olan ilişkisini enikonu değiştirdi. Zira şiirini, ona derin bir kutsallık atfederek, yalıtılmış mekânlarda büyük tefekkürlerle değil; sokaklarda, insanların içinde, onlara dokunarak yazdı Orhan Veli.

Zamanının değerleriyle ölçüldüğünde “garip” bir yaşam biçimiydi onunki: “Ankara’daki kundura boyacılarının, garsonların çoğunun adlarını bilir, onlar da onu tanır, severlerdi. Ama başından geçenleri, derdini, üzüntüsünü pek anlatmazdı. Bir şehirden bir şehire kimseye haber vermeden giderdi…” (Melih Cevdet, Orhan Veli İçin, Yeditepe, 1951) “Sonradan sigara tiryakisi oldu. Çayı çok koyu, kahveyi şekersiz içerdi. İçkiye de düşkündü. Durmadan günlerce şarap içebilirdi. Bununla beraber ağırbaşlılığını kaybetmez, gülümsemesini unutmazdı… Boğaziçi’ne, hele Göksu deresine bayılırdı. Balık tutmak, kürek çekmek, yüzmek en hoşlandığı şeylerdi… Yürümekten hiç bıkmazdı.” (Adnan Veli Kanık, Orhan Veli İçin 1953)

Günlük yaşamın bu kadar içine giren şairin, şiire bir üst dil biçmesi, onu insan sıcaklığından koparması, içtenliği bir yana koyması, kısacası oturup “bulmaca çözmesi” beklenemezdi. “Montör Sabri, Süleyman Efendi, sucu ve lağımcılarla…” şiirimize fetihten fetihe koşan kahramanlar değil, yanı başımızda yaşayan karakterlerle yepyeni duyarlıklar getirdi. Hiç olmadığı kadar yalınlık, içtenlik ve inandırıcılık kazandı Türk şiiri. O geleneksel şiirimizin ilahi bir eda ile kutsallık kazandırılan, vazgeçilmez teması aşk bile yeryüzüne indi, ayakları yere değdi: 

Sevdaya mı Tutuldum?

Benim de mi düşüncelerim olacaktı,/ Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım./ Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?/ Çok sevdiğim salatayı bile/ Aramaz mı olacaktım?/ Ben böyle mi olacaktım?

 Söz, Eski Karım, Dedikodu, Şoförün Karısı gibi şiirlerinde aşk, sosyal hayatın içinde yaşandı, hatta erotik bir boyut kazandı.

Özetle Orhan Veli’nin şiiri kişiliğiyle, yaşam biçimiyle doğrudan ilişkiliydi. Daha ileri gidip Cemal Süreya gibi de söyleyebiliriz: O, şiir kuramını yaşam biçimi ve şiirleriyle yaptı. Eklemek gerekir ki bu şiir, evet yıkıcı bir şiirdi, ama bir o kadar da kurucuydu.

Çalışan İnsanların Şiiri

Garip seçkisine yazdığı “manifesto” niteliğindeki önsöze bakınca Orhan Veli’nin egemen şiiri neden yıkmak istediğini kolaylıkla görebiliriz. İleri sürülen poetikada toplumsal hatta sınıfsal bir tutumla karşılaşırız: “Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe yaramamış olan şiirde (bu) değişmeyen taraf; ‘müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş olmak’ şeklinde tecelli ediyor.” diye yazar ve ekler Orhan Veli: “Bugünkü dünyayı dolduran insanlar, yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda bulmaktadırlar. Her şey gibi şiir de onların hakkıdır ve onların zevkine hitap edecektir.” (Garip, 1941, s. 7) İçinde, Hardalname, Cımbızlı Şiir, Galata Köprüsü, İstanbul’u Dinliyorum, Bedava, Kuyruklu Şiir, Vatan İçin” ve daha birçoğunda bu zevke hitap edecek şiiri yaratmanın peşine düşer Orhan Veli.

 Hayatın dışında, halktan kopuk, ölçülü uyaklı, süslü sanatlı Divan şiirini yıkarken onun zevk ve güzellik anlayışına da güçlü bir darbe indirir. Yayımlandığında kıyametler koparan “Kitabe-i Seng-i Mezar”, Divan şiirine adeta bir başkaldırıdır. O ulvi duyguların şiirini ayaklar altına alır. Ne kafiye ne vezin ne eğretileme bırakır; mısranın egemenliği de kelimenin gücü de yok olur gider. Daha önemlisi şairanelik yerlerde sürünmektedir.

Süleyman Efendi Mersiyesi

Üç parçalık Süleyman Efendi mersiyesinin Garip’teki birinci parçası şöyledir:

Kitabe-i Seng-i Mezar/ Hiçbir şeyden çekmedi dünyada/ Nasırdan çektiği kadar./ Hatta çirkin yaratıldığından bile/ O kadar müteessir değildi./ Ayakkabısı vurmadığı zamanlarda/ Anmazdı ama Allah’ın adını/ Günahkâr da sayılmazdı./ Yazık oldu Süleyman efendiye.

Her şeyden önce şiirin adının Osmanlıca bir tamlama olması, Orhan Veli’nin Osmanlı şiirine ateş ettiği göstermekte; anlamı da Osmanlı şiirinde devlet büyüklerinin ölümünden duyulan acıyı dile getiren mersiye türünü işaret etmektedir. Yazıtın Süleyman Efendisi, Baki’nin ünlü mersiyesinde öve öve bitiremediği Kanuni Sultan Süleyman’ı çağırmakta; son dizeyse, Baki’nin söz konusu mersiyesindeki “Ber-bâd kıldı taht-ı Süleymân-ı rûzigâr” dizesi ile kurduğu benzerlik nedeniyle bu karşılaştırmadaki tüm acabaları silip süpürmektedir.

Yani Orhan Veli, şiir sadece yüce duygular, büyük düşünceler için yazılmaz; şiirde sadece güç ve devlet sahipleri konu edilmez; sıradan insanların günlük sorunları, halktan kişilerin kendileri de şiire konu olabilirler, demektedir. Böylelikle şiiri elinde tutan ve kendi zevk ve ihtiyaçlarına göre biçimlendiren üst sınıfların egemenliğinden almakta ve toplumun en geniş kesiminin duygu ve düşüncelerini ifade etme aracı kılmaktadır.

Öte yandan, çirkin yaratıldığından bile müteessir olmayan Süleyman Efendi, çirkinliğini kendisine dert eden, öz şiir şairi Ahmet Haşim’in sadece fizik güzelliği anlayışını değil, aynı zamanda şiir estetiği kavrayışını da topa tutmaktadır. Ayrıca Süleyman Efendi, dara düşmediği zamanlarda Allah’ın adını anmamakla, dinsel inancın, İslamiyet’in Anadolu topraklarında, halk katında somut ve günlük hayatta seküler bir yaşam biçimi olarak gerçekleştiğini, insanların işine gücüne karışmadığını göstermektedir.

Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le ortak yayını olan Garip’ten başka, yıktığı şiirin yerine şu kitaplarıyla yeni bir şiir koydu: Geleneksel Türk şiiri karşısındaki radikal tutumun az çok yumuşadığı, akıl çizgisinin yanına duygu çizgisini de koyduğu, fiilleri sıfatlarla dengelemeye başladığı Vazgeçemediğim (1945); halk kültür ögelerine ve kalıplarına yakınlaştığı, ama onların yeni şiirle sentezini kuramadığı, bu nedenle Nurullah Ataç’ın bile desteğini kestiği Destan Gibi (1946); halk şiirine yönelimin terk edildiği, ama Garip’in keskin tavrının terk edildiği, bireysel ve toplumsal duyarlıkların ağırlık kazandığı, temalarına yaşama sevinci, insan sevgisi, özgürlük arayışının eklendiği ve daha olgun bir kuruluşun görüldüğü Yenisi (1947); toplumsallığın toplumculuğa dönüştüğü, bir ülkü ve eylem adamı görünümü kazandığı, kafanın yanında yüreğe seslenmeyi de ihmal etmediği ve bireysel durumuyla toplumsal konumunu sıkı sıkıya bağladığı Karşı (1949) ile 1949 Ocak’ında yayımlanan ve 15 günde bir çıkan Yaprak dergisinde yayımlanan ve artık çizgisinin doruğuna varmış, ama kendini aşmasını bilen bir şairin 14 Kasım 1950’de, 36 yaşında vakitsiz ölümüyle yarım kalmış bir evrimin durağındaki Son Şiirler.

Garip’in Etkisi ve Tepkiler

Attila İlhan’ın “İnönü Diktası’nın ve sıcak savaş yıllarının şiiri” dediği Garip hareketinin, Türk şirinde yarattığı sarsıntı çok büyük oldu. İlhan “Yazık oldu Türk şiirine!” dedi. Mehmet Kaplan “Şair değiller!”, Cemil Meriç “Bir cüceler edebiyatı, mikro edebiyat!”, Yahya Kemal “Cahil ve geri kimselerdir.”, Yusuf Ziya Ortaç “Ey Türk gençliği, sizi bu hayâsızlığın suratına tükürmeye davet ediyorum!” diye yazdı.  

Bu denli aşırı bir tepkiye maruz kalan Garip hareketinin, Türk şiirine etkisinin ne kadar derin olduğunu söylemek bile yersiz. Orhan Veli, Melih Cevet Anday ve Oktay Rıfat, sımsıkı kapanmış pencerelerini açıp Türk şiirini havalandırdılar. Onu birincil bağlarından bağımsızlaştırdılar. Sarayın egemenliğinden özgürleştirdiler. Konularıyla diliyle ona halkçı bir karakter kazandırdılar.

Kendisinden sonraki İkinci Yeni Şiiri, Garip’in yer yer düştüğü sığlıklara tepki gösterse de şiire Garip’in etkisi altında girdiler. Hareketin, Edip Cansever’in yaşama sevincini, Turgut Uyar’ın ilk şiirlerini, Rıfat Ilgaz’ı, Cahit Irgat’ı Salah Birsel’i, Behçet Necatigil’i, Metin Eloğlu’nu, Rüştü Onur’u farklı derecelerde etkilediği söylenebilir. Şiirleri, Murathan Mungan tarafından “Bir Garip Orhan Veli” adıyla oyunlaştırıldı. Birçok şiiri de çeşitli müzisyenlerce bestelendi.

Garip bir yaşam sürüp garip şiirler yazan şairin, Ankara’da belediye çukuruna düşmesinin ölümüne yol açan gariplik, kendi mezar taşındaki garabetle son buldu. Abidin Dino’nun tasarlayıp Nevzat Kemal’in inşa ettiği Aşiyan mezarlığındaki mezar taşına Emin Baran’ın yazdığı cümle, şiirde şiddetle karşı çıktığı uyaktan ölüm bile ayıramadı Orhan Veli’yi:

“Orhan Veli 1914 – 1950”

“Sultan Süleyman’dan Süleyman Efendi’ye” için 2 yorum

  1. Sevgili dostum Orhan Veli’yi cok guzel irdelemişsin tebrik ederim yazılarını zevkle okuyorum başarılarının devamını dilerim kalın sağlıcakla Iyi günler

KENAN AYAN için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir