İnsanlık çeyrek yüzyıldır son derece etkili bir değişim ve dönüşümün içinde bocalayıp duruyor. Esas olarak 1980’lerin son yıllarında teknoloji alanında yaşanan sıçramalı gelişmeler, günlük yaşamımızı neredeyse eş zamanlı etkileyen sonuçlar doğuruyor. Bu baş döndürücü değişim, insanlığa hem beslenme, barınma ve sağlık gibi geleneksel sorunlarını aşmak için fırsatlar sunuyor hem de toplumsal uyum ve insani değerlerin korunması noktasında riskler taşıyor. Bocalayıp duruyor dediğimiz bu.
Evet, günümüzün moda kavramıyla “Endüstri 4.0” diye adlandırılan 4. Sanayi Devrimi’nden söz ediyoruz. Endüstri 4.0, tüm sanayi kollarında ve üretim mekânlarında birçok otomasyon sistemini, veri alışverişini ve üretim teknolojisini kapsayan bir kavram. Bu nedenle sahadaki gelişmeler, askeriyeden maliyeye, sağlıktan eğitime tüm toplumsal kurumları ilgilendiriyor ve etkiliyor. Özellikle gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler bu devrimsel süreçte ön almak için sürecin bileşen tüm kurumlarıyla strateji belirleme çalışmasına başlamış bulunuyor.
4.0’ın Teknolojisi
Aynı ya da farklı işletmelerin planlama ve üretim süreçlerinin her aşamasında kesintisiz bir akış ve iletişim sağlayan dikey ve yatay bütünleşme, Endüstri 4.0’ın en genel ve kapsayıcı teknik donanımını oluşturuyor.
4. Endüstriyel Devrim’in belki de en önemli teknolojisini, gerçek dünyadaki nesnelerin ve hareketlerin bilgisayar ortamında simülasyonu diyebileceğimiz siber fiziksel sistemler, yani şoförsüz arabalar, akıllı fabrikalar gibi bilgi ve iletişim teknolojileriyle buluşan fiziksel mühendislik ürünleri oluşturuyor.
Sanal işgücü meydana getirebilecek robotik yazılımlı otomasyonlar; fiziksel olarak birbirine bağlı cihazların işlevsel olarak da internet üzerinden irtibatlandırılması demek olan nesnelerin interneti; günümüzde boyutu milyar terabaytları aşan internete bağlı makinelerde toplanan verilerin analiz edilerek anlamlı bilgilere dönüştürüldüğü veri analitiği gibi teknolojiler Endüstri 4.0’ın olmazsa olmazlarıdır.
Ve artan veri hacimlerinin cihazlar yerine internet üzerinde tutulduğu ve daha ekonomik, daha esnek veri yönetiminin sağlandığı bulut bilişimle; tasarım, üretim ve test aşamalarında yararlanılan, gerçek çevre ve içindekilerin bilgisayarlarca üretilen ses, görüntü ve grafik verileriyle zenginleştirilen artırılmış gerçeklikle; hızlı prototip üretme, görselleştirme ve ürünün kişiselleştirilmesine olanak sağlayan 3D yazıcılarla; açık platformlarla, maker hareketleriyle ve yapay zekâ gibi daha birçok teknolojiyle inşa edilen bir strateji planıdır Endüstri 4.0.

0.0’dan 4.0’a
Buraya nasıl gelindi, kısaca bakmakta yarar var: Günümüzden 12 000 yıl önce avcı-toplayıcı insan, yerleşik yaşama geçtiğinde ilk kez üreterek doğaya emeğiyle katkıda bulundu. Kimi bitkileri, hayvanları evcilleştirdi; ekti, biçti, üretti ve çoğalttı; gününü ve yarınını güvence altına aldı. Bu, Tarım Devrimi’ydi ve ekonomik anlamda derin, yapısal etkileri oldu.
Sanayiye gelince, 18. yüzyılın sonlarında su ve buhar gücünün verimli kullanılmasını sağlayan mekanik üretim tesislerinin kurulmasıyla üretim mekân değiştirerek fabrikalara taşındı ve kurumsallaştı. Bu, Birinci Sanayi Devrimi’ydi (Endüstri 1.0). 19. yüzyıl sonlarında ilk üretim hattı ABD mezbahalarında kuruldu, iş bölümüne dayalı, otomobil sanayinde Henry Ford’un elektrik enerjili üretim bandı tasarımı seri üretimi başlattı, maliyetleri ve fiyatları düşürdü. Bu, İkinci Sanayi Devrimi’ydi (Endüstri 2.0). 1970’lerde üretimde mekanik ve elektronik teknolojilerinin, yerini programlanabilir mantık devrelerine bırakması ve bunun üretim sistemlerine uygulanmasıyla üretimin otomasyonu gerçekleşmiş oldu. Bu da Üçüncü Sanayi Devrimi’ydi (Endüstri 3.0). Günümüzde bu süreç önemli ölçüde ağırlığını korumaktadır.
Asya’nın Üstünlüğü
Her bir endüstriyel sıçramada, insan emeğinin üretimdeki yerini teknoloji nedeniyle biraz daha makineye terk ettiği görülüyor. Buna karşılık, sermayenin kendini çoğaltacak alanlara yöneldiği ve üretimin mekâna bağlılıktan kurtulduğu gözleniyor. 1980’lerle birlikte ABD ve Avrupa sermayesinin ucuz işgücü nedeniyle Uzakdoğu ülkelerine kayması bu gelişmenin bir sonucuydu. Ancak Çin, Hindistan gibi ülkelerin de artık kendi markalarıyla üretim yapmaya başlaması ve 2000’lerin başından beri Çin’in sanayi ürünü gelirlerinde Avrupa ve ABD’yle arayı açması, son 60 yılın sanayi merkezlerinin üstünlüklerini hızla yükselen ekonomilere terk etmeleri, bu merkezleri telaşlandırdı.

Almanya’da çeşitli sektör önderleri, üniversiteler ve türlü toplum kuruluşlarından oluşan bir çalışma grubu, 2011’de Hannover Fuarı’nda üretimde teknoloji kullanmaya yönelik “Endüstri 4.0” başlıklı bir yol haritası hazırladı. Alman hükümeti bu öneriyi kabul etti ve çalışmalar başladı. Bu kavram zamanla yeni bir endüstri sistemi kurmak isteyen tüm ülkelerin ilgi odağı oldu. Tabi Türkiye’nin de…
Bugün
Şimdi artık gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke, bu sanayi stratejisine büyük umutlar bağlamış bulunuyor. İlgili ülkeler bu umutlarını gerçekleştirmek amacıyla, başta eğitim olmak üzere Endüstri 4.0’ın tüm bileşenlerini harekete geçirecek mekanizmaları yapılandırıyor. Her ne kadar istihdam sınırlanması bir sorun olarak ortaya çıksa da gelişebilecek yeni iş alanlarına güvenle, devrimin 10-20 yıl içinde tamamlanacağı ve uygulanabileceği öngörülüyor.
Bu son sanayi atılımı, kuşku yok ki kapitalizmin temel karakterini olduğu gibi içinde taşıyor. Belki de kendisinden önceki üç sanayi döneminde olmadığı kadar emeği ve insanı ihmal ediyor. Doğasında, sadece toplumsal eşitliği temel alan bir devrimle çözülebilecek kadar büyük bir istihdam sorununu barındırıyor. Var oluşunu “artı değer” üzerine inşa etmiş olan kapitalist üretim ilişkilerinin egemenlik biçimini, mali sermayenin üretim sermayesiyle entegrasyonundan beri, çok daha faşizan bir güç ve baskıyla sürdürüyor.
İdeolojik düzlemde Neoliberalizm, sözünü ettiğimiz 4. sanayi atılımının düşünsel/kültürel “üstyapısını” da kapitalizmin bir mirası olarak kabul ediyor. Bu nedenle dördüncü atılımın global hacimdeki bu yıkıcı etkileri, süreci dışarıdan seyretmekle değil, ancak ve ancak ulusal ve sosyal örgütlenmelerin güçlendirilmesi ve sürece halkçı, paylaşmacı müdahalelerle engellenebilir.
Endüstriyel devrimlerin henüz 2.0’ından 3.0’ına doğru evrilmekte olan ülkemizde de konuyla ilgili çalışmaların henüz araştırma düzeyinde seyrettiğini; ama başka ülkelerdeki gelişmelerin baskısıyla, bankacılık, hızlı tüketim, perakende, telekomünikasyon gibi sanayinin kıyısında dolaşarak da olsa başladığını söylemek mümkün. Ama sorun, ülkemizde Endüstri 4.0 entegrasyonunun özel sektörün üstüne yıkılmış olmasıdır ki devletin bu alanda yatırım yapmayarak bu devrimi yakalaması olası görünmemektedir.

Eğitim Bileşeni
Endüstride yüksek verimlilik, kaynak tasarrufu, ekoloji, üretim esnekliği ve maliyetlerin düşüklüğü gibi birçok avantaj için bilişim teknolojileri ile endüstriyi bir araya getirmeyi hedefleyen Endüstri 4.0’ın tüm bu avantaj ve hedeflerinin gerçekleşmesinde en büyük bileşeninin eğitim olduğunu söylemeye bile gerek yok. Çünkü varlığını her geçen gün biraz daha hissedeceğimiz bir ekosistemi ortaya çıkaran bu gelişmenin en büyük gereksinimi eğitimli insan gücüdür. Sistemin tesisinde akademik çevrelerin görev ve sorumluluk üstlenmeleri, işletmesinde yetişmiş eleman, kafa ve kol emeğinde ise teknik ve mesleki eğitimden geçmiş personel gereksinimi sitemin doğası gereğidir.
Bu dördüncü sanayi dalgasına kafa yoran birçok ülkenin, mevcut eğitim sistemlerini ciddi anlamda gözden ve elden geçirdikleri bilinen bir gerçek. Uluslararası ölçmelerin, raporlamaların, ülkesel eğitim politikalarını iyileştirme amacının yanında, pedagojik stratejilerin Endüstri 4.0’a uyumlu kılınması alt amacını da taşıdığını söylemek mümkün. Bu pedagojide temel hedeflerin ise sorgulayan, araştıran ve analiz yapabilen dinamik bir kuşak yetiştirmek olduğunu söylemek bile fazla. Bu nedenle sürece kafa yoran ülkeler, skolastik eğitimin tüm argümanlarını, ezberci ve merkezi sonuç ölçmeli sınavlarda yarışan bir öğrenci profilini reddediyorlar. O kadar ki, artık okulların tek öğrenme mekânları olmadığından hareketle, öğrenciyi okul dışına çıkaracak, yaşayarak, disiplinler arası ilişkilendirmelerle yaparak öğrenmelerini sağlayacak sistemler üzerinde çalışıyorlar.
Eğitim Avantajımız
Peki ülkemizde durum nedir? Diğer adı eğitim ve kültür devrimi olan Cumhuriyet dönüşümlerini bile başlangıç alsak, yine de eğitim tarihimizin birikim dolu olduğunu söyleyebiliriz. Tek başına Köy Enstitüleri deneyimimiz bile Endüstri 4.0 için gerekli eğitim altyapısını karşılayabilecek zenginliktedir. Sadece iş üstünde öğrenmenin somut sonuçlar almış uygulamaları değil, kültür ve sanat alanında duyarlık ve pratikler kazanmış donanımlı insan gücünün bugün bile ışıl ışıl parlaması, en büyük eğitim kazanımımızdır.
Özetle Endüstri 4.0 için gerekli eğitim altyapısı arayışında Batı ülkeleri, döne dolaşa işte bu zengin eğitim deneyimimize gelmiş bulunuyor ve öğrenciyi dört duvarla sınırlanmış öğrenme mekânlarından dışarı çıkarıyorlar. Disiplinleri bütünleşik ele alan, iş içinde yaparak öğrenmeden başka bir şey olmayan mühendislik temelli STEM gibi icatlar, Köy Enstitüleri’nin programlarıyla yetişen keman çalan, klasik okuyan, statik hesabı yapan duvar ustası yanında ne kadar icattır ki?
Ancak biz bu zenginliğimizi günümüz ihtiyaçlarına uyarlamak yerine sorunu basit bir mesleki eğitim sorunu olarak ele alıyor; mesleki ve teknik eğitimi de organize sanayi bölgelerine taşıyıp sanayi odalarının inisiyatifine terk ediyoruz. Bir Bakanımızın da ifade ve kabul ettiği gibi “Bizde bilim ve teknolojide ara eleman ancak yetişir.” kısır görüşlülüğüyle, dünyanın ara eleman ülkesi gibi davranıyoruz. Kamu kaynaklarını özel mesleki ve teknik eğitime aktararak işi teslim ettiğimiz özel sektörü de beslemiş oluyoruz.

Ne Yapmalıyız?
Temel iki bileşeni eğitim ve teknoloji olan Endüstri 4.0 için atılması gereken en önemli adım, eğitimin tepeden tırnağa bilimselleştirilmesidir. Bu nedenle ilk öğretimde çocukların bilimsel düşünme biçimlerine sahip olmalarını, bireysel farkındalık ve toplumsal duyarlık kazanmalarını birlikte sağlayacak eğitim ortamlarının devlet eliyle hazırlanması; ortaöğretimde bilimsel düşünüş biçiminin kazandırılması için gerekli bir müfredatla güçlendirilmiş bilim liselerinin açılması; yüksek öğretimde temel bilimlerin yeniden güçlendirilmesi, teşvik edilmesi güncellenmesi… Bunlar, insanlığın kapısını çalmakta olan 4. sanayi dalgasının, hem serbest düşüşteki zararlı etkilerinden korunmak hem de süreci ulusal ve evrensel değerlerle zenginleştirmek için olmazsa olmazlardır.
Müfredat 1.0
Peki, Endüstri 4.0 için biz ne yaptık? “Ara elemanın” eleştirel düşünmesine gerek yok diye hafızlık eğitimini güçlendirdik, kuran kurslarını yaygınlaştırdık, imam hatip okullarını çeşitlendirdik ve çoğalttık, anasınıfından üniversiteye tüm seviye ve türlerdeki okullarımızda dini eğitimi temel aldık. Bilimsel olan ne varsa, öğretim programlarından kaldırıp attık!
Öte yandan Cumhuriyetimizin aydınlanmacı, halkçı ve bağımsızlıkçı değerlerinin yerine, yine her kademede Türkiye Cumhuriyeti’nin değil Osmanlının değerlerini; insanın kendisinin bilgisini değil, inançlarını koyduk. Öğretmen ve eğitim yöneticilerimizi liyakatle değil mülakatla görevlendirdik ki sadakatte kusur olmasın! Bu nedenle, bilimin evreni olan üniversitelerimizde bile artık akademisyenlerin makalesini, evrimsel argümanlarla desteklediği için “sıkıntı yaşamak”tan korkarak reddeden dekanlarımız var!
“Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır…” diyen bir kurucu önderi yok sayarak yaptığımız müfredattan, “Yaradılış Miti”nin kolay kabul edilebilir olması için “Evrim Teorisi”nin de atılması gerekiyordu, attık! Atatürksüz, Cumhuriyetsiz, bilimsiz; ama Osmanlılı, İslamlı, cihatlı son “müfredat 1.0” ile birçok çağdaş, demokratik, aydınlık değerden vaz geçtiğimizi, Endüstri 4.0’a karşı savunmasız kaldığımızı şimdiden kabul ve ilan ettik!
Eğitim kurumlarımızın her kademesini tepeden tırnağa imam hatipleştirmeye gelince, Endüstri 4.0’ın ve halkçı, aydınlanmacı, bağımsızlıkçı değerlerin cenazesini, ancak Müfredat 1.0’la eğitilen imamlar kaldırabilirdi çünkü!