“Okumak; düşünmeyle birlikte yürüyen eylemlerimizin dolu zaman uğraşısı; yazmak ise duygu ve düşünceleri etkili ve hedefli bir dağıtımı için yeniden kurma etkinliğinin en üst seviyesidir.”
Okur ve Yazar
“Hem okudum hemi yazdım /Yalan dünya senden bezdim
Dağlar koyağını gezdim /Yiten yavru bulunur mu”
Ağanın çiftliğinde ırgat Hatice, bin bir zorlukla büyüttüğü ama veremin acımasız kollarında yitirdiği yavrusuna yaktığı ağıtta, kuşkusuz sadece bir uyak kaygısıyla “okumak” ve “yazmak”tan söz etmiyordu. Zamanının ölümcül hastalığına bir çare aramanın yolu olarak hem okumuş hem yazmıştı. O halde okuma yazma eylemlerinin anahtarı, bir “çare” aramak ve bulmaktır.
Okumakla başlayacak olursak anlam bolluğundan geçilmez. Bir kısmını Alberto Manguel Okumanın Tarihi’nde (YKY, 2015) saymış:
“Artık var olmayan yıldızların haritasını ‘okuyan’ bir gökbilimci; bir evin yapılacağı yeri kötü ruhlara karşı korumak için ‘okuyan’ Japon mimar; ormanda hayvanların izlerini ‘okuyan’ zoolog; kazanacak kâğıdı oynamadan önce ortağının hareketlerini ‘okuyan’ kâğıt oyuncusu; koreografın notlarını ‘okuyan’ dansçı ve dansçının sahnedeki hareketlerini ‘okuyan’ izleyici; örülmekte olan bir halının karmaşık desenini ‘okuyan’ dokumacı; sayfanın üstünde belirtilmiş birden çok nota dizinini ‘okuyan’ org sanatçısı; bebeğin yüzünde neşe, şaşkınlık ya da korkunun belirtilerini ‘okuyan’ ana baba; bir kaplumbağa kabuğundaki eski izleri ‘okuyan’ Çinli falcı; gecenin içinde ve çarşafların altında, sevgilinin bedenini görmeden ‘okuyan’ âşık; hastalarına kendi akıl almaz rüyalarını ‘okumaya’ yardım eden psikolog; elini suya daldırıp okyanusun akıntılarını ‘okuyan’ Havaili balıkçı; gökyüzünden hava durumunu ‘okuyan’ çiftçi: Hepsi işaretleri çözebilme ve anlaşılır kılma eylemini kitap ‘okuru’ ile paylaşıyorlar.”
Bunlara dua ya da beddua okumayı, şarkı türkü okumayı, masal veya maval okumayı, üniversite okumayı, canına okumayı, film okumayı, meydan okumayı… da biz ekleyelim.
Tanımın, doğası gereği ardında hep bir eksik bırakacağını bildiğimiz ve daha en az bu kadar farklı anlamını bulabileceğimiz halde “okumak” eylemini tarif etme girişimi olsa olsa tahrif etmekle sonuçlanır. Hele sürekli dönüşen günümüz dünyasında okumak, zihinsel bir hayatta kalma stratejisi haline geldi. İnternet ve sosyal medyanın sunduğu ürünlerin gürültülü çeşitliliği, düşünme ve odaklanmamızı durmadan aşındırıyor. Kadim okuma ve yazma eylemleri bize, bu gürültüden uzaklaşma ve edindiklerimizi sindirme, analiz etme, içselleştirme olanağı sunuyor. Bu nedenle okumak genellikle söylendiği gibi boş zaman meşguliyeti değil; tersine toplama, algılama, anlamlandırma, sırlama, gruplama gibi düşünmeyle birlikte yürüyen eylemlerimizin dolu zaman uğraşısı; yazmak ise duygu ve düşünceleri etkili ve hedefli bir dağıtımı için yeniden kurma etkinliğinin en üst seviyesidir.
Varsın Arthur Schopenhauer Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine (Say Yay. 2008) adlı eserinde
“Okurken bir başka kimse bizim için düşünür: Biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. Nasıl ki yazmayı öğrenirken talebe öğretmen tarafından kalemle çizilmiş çizgileri takip eder. Okurken de tıpkı bunun gibidir; düşünme işinin büyük bölümü zaten bizim için bitirilmiştir. Bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olduktan sonra elimize bir kitap almak her zaman bizi bir parça rahatlatır fakat okurken zihnimiz aslında başka birisinin düşüncelerinin oyun alanından başka bir şey değildir ve sonunda onlar bizden ayrılır, geriye kalan nedir? Ve dolayısıyla öyle olur ki çok fazla-yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin, eğlence yahut meşgale ile kendisini eğlendiren kimse, yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder, tıpkı at üstünden inmeyen bir adamın sonunda yürümeyi unutması gibi. Birçok eğitimli insanın durumu bundan pek farklı değildir: Okumak onları ahmaklaştırır.”
desin dursun; biz bu sözleri onun edilgin okurlar için söylediğini var sayacağız; yazara teslim olmayan, etkin ve eleştirel okuru betimlemeye çalışacağız.
Geleneksel anlamda okuma ve yazma, temel olarak bir dili okuyabilme ve yazabilme becerisiydi. Bu, özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda bireylerin eğitim düzeylerini, toplumsal rollerini ve ekonomik hayata katılımlarını belirleyen en temel ölçütlerden biriydi. Harfleri tanıyıp sözcüklere, cümlelere dönüştürebiliyor, yazılı metinleri anlayabiliyor, gazete ve kitap gibi yazılı kaynakları takip edebiliyorsak okur; düşünceleri, bilgileri ve duyguları yazılı ifadelerle anlatabiliyor, dilbilgisi kurallarına uygun cümleler kurabiliyor, resmi veya gündelik yazışmaları yapabiliyorsak yazardık. Bu bizi oy kullanma, dilekçe yazma, resmi işlemleri yapabilme, okula gitme, eğitim alma, sınavlara girme, çeşitli işlerde görev alabilme, yönergeleri izleyebilme olanağıyla kamusal hayata katıyor ve bize toplumsal bir statü kazandırıyordu.
‘Okur Yazar’dan ‘Okuryazar‘A
Günümüzde okur yazar olmak, sadece okuma ve yazma becerisine sahip olmaktan çok daha fazlasını ifade ediyor. Artık durumu çok daha geniş bir anlam yüklediğimiz “okuryazarlık” bileşik sözcüğüyle anlatabiliyoruz. Bugünün dünyasında okuryazarlık, bireylerin bilgiye erişme, onu değerlendirme, kullanma ve iletme becerilerini kapsayan çok boyutlu bir kavram haline geldi. Artık temel okuryazarlıktan eğitim sistemlerinin temelini oluşturan yazılı metinleri okuma, anlama ve yazma becerisinin ötesinde dijital okuryazarlıktan teknolojiyle bilgiye erişme, dijital araçları (bilgisayar, internet, akıllı telefon) etkin kullanma; e-postalar, sosyal medya içerikleri üretme, dijital platformlardaki bilgileri doğru yorumlama ve ayırt etme yetisini anlıyoruz.
Medya içeriklerini eleştirel bir gözle değerlendirme; haberleri, reklamları ve sosyal medya paylaşımlarını kaynağına, amacına ve doğruluğuna göre analiz edebilme, medya okuryazarlığı yeterliğimizi ifade ediyor. Bunun gibi bilgiye dayalı her alandaki okuryazarlık, alanın temel kavramlarına hâkim olma, bilgiyi değerlendirme, analiz etme, sorgulama, eleştirel düşünebilme ve bilgiyi kullanabilme becerisini anlatıyor. Kısacası günümüzde okuryazarlık; çok katmanlı, çok yönlü bir yetkinlik alanıdır. İnsanların bilgi çağında başarılı, bilinçli ve etkin bireyler olabilmesi için sadece okuma yazma bilmesi değil; teknoloji, medya, bilim gibi farklı alanlarda okuryazar olması beklenmektedir.
Okuma ve Yazmanın Dönüşen Anlamı
Okuma ve yazma, uygarlığın kurucu öğeleridir; düşüncenin verimlerinin ve kültürel birikimin kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan kadim eylemlerdir. Matbaanın Gutenberg tarafından icadı, kitabın egemen ve elit kesimden geniş halk kitlelerine dağıtılmasında devrim niteliğinde bir dönüm noktasıydı ve bu, bilginin yaygınlaşması ve kamulaşmasında önemli bir aşamaydı. Günümüzde dijital teknolojinin baş döndürücü yükselişi, okuma ve yazma alışkanlıklarımızı radikal bir biçimde dönüştürüyor. Geleneksel, kâğıt tabanlı okuma yazma sistemi, yerini giderek elektronik kitaplara, çevrimiçi metinlere ve dijital sayfalara bırakıyor.
Bu dönüşüm, yalnızca okuma biçimlerinde niceliksel bir artışa yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda okuma ve yazma nesnelerinin işlenme ve algılanma biçimini de niteliksel olarak değiştiriyor. Dijital çağın getirdiği bu karmaşık sürecin en belirgin özelliklerinden biri, dijital okuma ve yazmanın sürekli dikkat dağıtıcı ögelere maruz kalması nedeniyle, genellikle derinliğini yitirme ve yüzeyselleşme riskidir. Teknolojik okuma materyalinin yoğun oluşu ve hızlı akışı durup anlamanın önünde ne büyük engeldir; duygu ve düşüncelerimizin hafiflemesi, gelip geçiciliği ve etkisizliği bundandır.
Teknolojik ütopyacılığın ve popülist çevrimiçi iddiaların eleştirmenlerinden Nicholas Carr, Pulitzer Ödüllü “The Shallows: What the Internet Is Doing to Our Brains” (Sığlıklar: İnternet Beynimize Ne Yapıyor? Norton, 2011) adlı ufuk açıcı kitabında, insan düşüncesinin yüzyıllar boyunca alfabeden haritalara, matbaaya, saate ve bilgisayara kadar “zihnin araçları” ile nasıl şekillendiğini anlatıyor ve zamanımızın en önemli tartışmalarından birini kristalize ediyor: Ağın nimetlerinden yararlanırken, derin okuma ve düşünme yeteneğimizden ödün mü veriyoruz? Yazar, durumu bir metaforla şöyle somutlaştırıyor:
“Çevrimiçi olayım ya da olmayayım, zihnim artık her şeyi internetin sunduğu biçimiyle almayı bekliyor; hızla hareket eder ve her yerde erişilir biçimde. Bir zamanlar sözcükler denizinde tüplü bir dalgıçtım, şimdi suyun yüzeyinde jet skide bir adam gibi hızla ilerliyorum”.
İyİ Bİr Okur
Bu nedenle günümüzde sadece okur ve yazar olmaktan değil, iyi bir okur ve yazar olmaktan söz etmek gerekir. İyi bir okur, pasif bir bilgi alıcısının çok daha fazlasıdır; etkin ve dinamiktir. Okuma eylemi sürecinde, yalnızca gözleri sözcüklerin üzerinde gezinmez, aynı zamanda zihni metinle etkileşime girer. Bu okur, öncelikle okuma eylemini bir iletişim olarak benimser. Eleştirel düşünme becerisiyle metnin sunduğu özellikleri sorgular, analiz eder ve kendi düşünce dünyasıyla harmanlar. Geleneksel bilgi aktarımının kontrol edilebilir süreci, dijital mecraların ürettiği bilgi kirliliğinin hızı ve yoğunluyla geri çekilmişken eleştirel okumanın önemi daha da artmaktadır.
Empati yeteneği de iyi bir okurun vazgeçilmez özelliğidir. Okuma, bilgi edinmekten başka, insanlar arasında köprüler kurma özgürlüğüne izin verir. Bir hikâyenin veya romanın içine girdiğimizde, karakterlerinin duygusal deneyimlerini paylaşır, onların bakış açılarından dünyayı gözlemleriz.
Pasif bir eylem sanılan okuma sürecini aktif bir etkileşime dönüştürmek, anlamayı derinleştiriyor. Okurken elinizde bir kalemle notlar almak, bilgi ve düşünceler için yorumlar yazmak, anahtar kelimeleri belirlemek ve bilinmeyen terimlerin anlamlarını araştırmak oldukça önemlidir. Okuma amacını netleştirmek, okurken bir sonraki bölümün ne ile genişlemesi veya sonuç bölümünde ne yazabileceğini tahmin etmeye çalışmak, okurun metinle daha fazla etkileşime girmesini teşvik ediyor.
Dijital çağın sunduğu olanaklardan faydalanmak için e-kitap ve sesli kitap olanaklarını kullanmak, okuma programlarına erişim sağlamak, okuma hedefini belirlemek, günümüzde okuma alışkanlığını sürdürmeye yardımcı olabilir. Ancak dijital okumanın getirdiği dikkat dağıtıcı unsurlara karşı uyanık olmak, verimli bir okuma için önemlidir.
Kurgu ve Kurgu Dışı Okuma
Okuma eylemi, metin türüne göre farklılaşır. Bilimsel metinler ile kurgu metinler, farklı anlama zorlukları ve farklı yapılar sergiledikleri için, okuyucudan da farklı stratejiler ve zihinsel tutumlar bekler. Bilindiği gibi makale, akademik metinler, bilimsel yazılar, araştırma ve inceleme kitapları kurgu dışı metinlerdir ve bu metinlerde bilgi vermek, bir tez ileri sürmek bir argümanı ortay koymak temel amaçtır.
Kurgu dışı metinler, dilin değişmecesiz ve terimsel kullanımının yoğun olduğu, yazarın kişisel düşüncelerinden uzak kalma çabası içinde bulunduğu metinlerdir. İyi bir bilimsel ve sistematik metnin okuru, okuma amacına uygun stratejiler geliştirir. Bilimsel metin okumanın amacı, okurun alana ilişkin bilgi dağarcığını genişletmek, derinleştirmek yanında, yazarın birikimini, tezini ve kanıtlarını değerlendirmek ve alana yapılan katkıyı anlamaktır.
Kurgu dışı metinler için genellikle seçici bir okuma süreci izlenir. Bilimsel metin okurluğu, okuyucunun mevcut bilgi birikimini aktif olarak kullanmasını ve yeni bilgiyle entegre etmesini gerektirir. Bu, pasif bir alımlamadan ziyade mevcut bilgi ağını genişleten aktif bir inşa sürecidir. Bu tür okumalarda büyük resmi daha kolay görebilmek için metnin genel yapısı ve içeriği hakkında hızlı bilgi edinmek gerekir. Bunun için öncelikle başlıklar, alt başlıklar, özetler, görseller ve sonuç bölümleri incelenir. Akademik makalelerde özet, giriş ve sonuç bölümleri, ana içeriğin ve amacın anlaşılması için anahtar sözcükler, temel kavramlar belirlenerek taranır. Yoğun okuma ise hedeflere göre ayrıntılı bir biçimde ilerler. Bu aşamada önemli yerlerin altı çizilir, notlar alınır ve anlamı bilinmeyen terimler işaretlenip araştırılır. Yazarın amacını, sunduğu argümanları, kanıtları ve performansını sorgulamak eleştirel bir okumayı gerekli kılar. Böyle bir okuma, metni edilgin bir kabullenme yerine, etkin bir değerlendirmeye tabi tutmayı şart koşar.
Kurgu metinler kategorisinde yer alan roman, öykü, şiir ve oyun gibi edebi eserler, bilimsel metinlerden farklı olarak, genellikle eğlendirme, düşünceyi kışkırtma veya kişisel bilgileri ifade etme amacı taşır. Gerçek yaşamı kurgu dünyasında deneyimlemek isteyen okurun yöneldiği bu metinler, daha çok anlatımın estetik hazzını tatmak, çeşitli karakterlerle tanışmak, onların yaşam motivasyonlarını anlamak, olay örgüsünün akışına kapılmak ve böylelikle duygusal yaşam deneyimini zenginleştirmek isteyen okur içindir.
Bilişsel sinirbilim, psikodilbilim ve okuyan beyin devrelerinin gelişimsel modelleri üzerinde çalışan Maryanne Wolf, kurgu okumanın, diğer bireylerin inanç, arzu, niyet, duygu ve düşüncelerinin kişinin kendininkilerden farklı olduğunu anlama kapasitesini artırdığını belirtiyor (Proust and the Squid: Okuyan Beynin Hikâyesi ve Bilimi, HarperCollins, 2007). Okuma yoluyla kurgusal karakterlerin iç dünyalarına yapılan yolculuklar, gerçek insan iletişimleri konusunda daha empatik bir bakış açısı geliştirmemize yardımcı oluyor.
Kurgu okurluğu, sanıldığı gibi bir “eğlence” değil; duygusal deneyim, sosyal biliş ve yaratıcı düşünme gibi insanın varoluşsal sorunları karşısında terapik bir beslenmedir; çünkü insana sadece “bilgi” değil, aynı zamanda “bilgelik” kazandırır. Bireysel bakış açılarını anlama yeteneklerimizi geliştiren bu tür okuma, kurgu karakterler aracılığıyla gerçek hayattaki insanları daha iyi anlamamızı sağlar; okurun hayal gücünün gelişmesine katkıda bulunur. Kurgu okumanın, zamanla okurun sözel becerilerine ve sözcük dağarcığının gelişmesine olumlu etkisi, özellikle genç okurlar için somut bir yaşam gözlemidir. Öte yandan araştırmalar, kurgu okumanın, okurun zihinsel ve duygusal refahına, çağımızın öngörülemez akışından kaynaklanan stres düzeylerine olumlu etkisi olduğunu göstermektedir.
Öte yandan kurgu metinlerin sosyolojik incelemelerde, geleneksel akademik metinlerin yeterince yakalayamadığı insan deneyimlerinin ayrıntılarını aydınlatabilen değerli bir veri kaynağı olarak kullanıldığı bilinen bir gerçekliktir. Bu noktada Marks’ın Balzac okumaları anımsanabilir. O, Balzac’ı “gerçekliğin en büyük sosyoloğu” olarak nitelendirir ve Kapital’de bile onun karakterlerine atıfta bulunur. Kişisel olarak monarşiyi savunsa da eserlerinde aristokrasinin çürümesini, burjuvazinin açgözlülüğünü ve kapitalizmin yıkıcı etkilerini acımasızca betimleyen yazarı, “burjuva toplumunun en keskin gözlemcisi” sayar. Balzac’ın kapitalist dünyanın psikolojik ve ekonomik görünümlerine dair betimlemeleri, Marks’ın teorik çerçevesini somutlaştırır. Bu durum, kurgunun toplumsal gerçekliği anlama ve “sosyolojik imgelem” geliştirmede güçlü bir araç olduğunu gösterir.
Yazma ve Yazma Bİçİmlerİ
Yukarıda da işaret ettik; okumak toplamaksa, yazmak dağıtmaktır! Girişteki ağıta dönecek olursak, “yazı”nın sadece “yazı”ya (ova) uyak yapıldığını düşünmemek gerekir. Irgat Hatice’nin derdini “yazı”ya dökerek, “yazma”nın acıyı paylaşma (dağıtma) gücünü vurguladığı açıktır:
“El yazıya el yazıya /Duman çökmüş çöl yazıya /Kurban olam kurban olam /Beşikte yatan kuzuya“
Neyi dağıtıyor yazı? Kuşkusuz düşünceyi, duyguyu, derdi, kederi… Ancak bu dağıtma, bunlardan anlık bir kurtulmayı değil, onları organize ederek belli bir üslup içinde paylaşmayı anlatıyor; değilse dağıtmak “saçmak” olurdu ve “saçmalama”ya olanak verirdi! Oysa yazarken içten, net ve dolambaçsız olmak, okuyucuyla güçlü bir bağ kurmanın anahtarıdır. Lafı dolandırmadan doğrudan ifade etmek, yazarın duygu ve düşüncelerinin berrak bir şekilde aktarılmasını sağlar.
Yazarlık, sadece sözcüklerin bir araya getirilmesi eylemi değil, aynı zamanda düşüncelerin işleyişini, duygunun akışını yakalama ve okuyucuyla derin bir bağ kurma sanatıdır. İyi bir yazarın temel ve vazgeçilmez özelliği, doyumsuz bir okuyucu olmasıdır. Stephen King, Yazmak Üzerine: Zanaatın Bir Anısı (2000) adlı eserinde bu bilineni bir kere daha vurguluyor: “Okumak için zamanınız yoksa, yazmak için ne zamanınız ne de araçlarınız var demektir.”
İyi bir yazar aynı zamanda iyi bir araştırmacıdır. Çevresindeki insan hikâyeleri, gözlemler ve günlük yaşamın ayrıntıları, yazar için tükenen ilham kaynağıdır. Tolstoy’un sabah yürüyüşleri sonrasında zihninin canlılığını vurgulayan anekdotlar, yazarların gözlem alışkanlıklarına işaret eder. Modern edebiyatın öncü yazarlarından Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda’da (Floria, 2018)
“Bir kitap art arda dizilen kelimelerden değil, bir benzetme yapmak gerekirse, kemerlere, kubbelere dönüştürülmüş cümlelerden meydana gelir.”
sözü, yazarın metinle kurduğu mimariyi vurgular. Woolf ayrıca “sözcüklerin sözlüklerde değil, zihninde yaşadığını” ifade eder ki bu, dilin canlı ve dinamik varlığına dair derin bir anlayıştır.
İyi bir yazar olmak, ilham beklemek yerine düzenli ve disiplinli bir çalışma gerektirir. Dikkatin kolayca dağılmadığı sessiz bir yazma alanı oluşturmak önemlidir. Yazmaya günün belirli bir bölümünün ayrılması, çalışmanın süreklilik kazanmasını ve daha organize bir biçimde gerçekleşmesini sağlar; bu rutin, yazma becerilerini geliştirirken çalışmanın daha hızlı ve verimli ilerlemesine yardımcı olur.
Yazmaya başlamadan önce ne söylemek istediğimiz ve bunu nasıl yapacağımız konusunda net bir plan ve programımız olmalıdır. Yazının bileşimini, kapsamını, sınırlarını, hedef kitlesini, ana bilgilerini belirlemek ilk adımdır. Konunun ana hatlarını belirlemek, ayrıntılı bölüm özetleri çıkarmak veya kavram haritaları oluşturmak, yazma çalışması için verimli bir planlamadır. Öte yandan sert bir belirlenim yerine, yaratıcılığa açık esnek bir yaklaşım, yazarken yeni yönlere ve birleştirmelere izin verilmelidir.
İlk taslak, kusursuzluk endişesi taşımadan kâğıda dökülmelidir. Bu aşamada kuşku duyma, zaman zaman motivasyon eksikliği veya tıkanma gibi zorluklarla karşılaşmak doğaldır. Önemli olan pes etmemek ve sürekli yazma pratiği yapmaktır. Yazılan metni belli bir süre demlenmeye bırakmak önemlidir. Son bir odaklanma ve üzerinde son bir çalışma yapmadan yayımlamak doğru değildir.
Duygusal etki ve tepkilerin yazmada kusurları arttırdığı bilinen bir gerçektir. Kalemi aklın denetimini ortadan kaldırıp özgür bırakmanın, duygusallıkların, hatta aptallıkla saçmalamaların, yazma çalışması için sadece bir egzersiz olduğu unutulmamalıdır. Yazmanın nihai amacı okurla birlikte yazarın kendi yaşamını, düşünce ve duygu dünyasını zenginleştirmektir.
Bİlİmselden Kurguya Yazma
Okuma biçimlerinde olduğu gibi, yazma biçimleri de yazma amacına ve hedef kitlesine göre farklılık gösterir. Bilimsel metinler ile kurgusal metinler, dil, üslup, yapı ve amaç açısından belirgin ayrımlara sahiptir.
Bilimsel yazım, akademik çevreler ve bilimsel yayınlarla ilgilidir. Bu yayınlarda temel amaç, güncellenen bilimsel araştırmaların bulgularını ve sonuçlarını akademik bir üslupla, net ve kesin bir şekilde hedef kitleye iletmektir. Bu nedenle, bilimsel metinlerde nesnellik, kanıta dayalı raporlama sunumu esastır.
Bilgi vermek, analiz etmek, ikna etmek ve yeni buluşları iletmek gibi amaçlarla yazılan bu tür yazılarda ciddi, ağırbaşlı, resmi ve terimsel bir dil kullanılır. Mecazlı, metaforlu bir dil veya konuşma diline yer verilmez. Anlatım çizgisel, yoğun ve nesneldir; söz oyunlarına, duygusal ifadelere yer yoktur. Kişisel olmayan bir tarz benimsenir ve birinci kişinin kullanımı en aza indirilir. Metnin yapısı belirli bir formata uyar; özet, giriş, gövde, tartışma/sonuç ve kaynakça bu yapının belli başlı ögeleridir; böyle bir yapı beynimizin algı süreci ve düzenine uygundur; yazarın düşüncelerini de okurun algısını da berraklaştırır.
Kurgu metin yazarı ise esinlenmeye, sanatsal ifadeye dayalı, okuru düşündürmeyi veya duygusal olarak etkilemeyi amaçlayan bir yazı türünün peşindedir. Bu türde yazar, okuyucunun zihninde resimler, kavramlar ve derin anlamlar yaratma amacındadır ve bütün motivasyonu, okurun düşüncesini kışkırtmak, kişisel bilgileri ve deneyimleri paylaşmak, hikâye anlatmaktır.
Yazar yaratıcı, hayal gücüne dayalı ve metafor, benzetme, kişileştirme gibi edebi sanatlarla zenginleştirilmiş bir dil kullanır. Çağrışımsal anlamlar, akıcılık ve ifadenin zarafeti, dilbilgisi ve noktalama kurallarının önüne geçebilir. Daha esnek ve karmaşık cümle yapılarının birleştirilmesiyle metin öşçünlü bir formüle bağlı kalmak yerine, hikâyenin veya şiirin kendi iç dinamiklerine göre şekillenir.
Sonuç ve Değerlendİrme
Çağımızda okur ve yazarlık hem benim hem başkası için, dijital teknolojilerin etkisiyle kaçınılmaz bir dönüşümünden geçiyor. Gutenberg’in matbaasıyla başlayan okuma yazmada yaygınlaşma ve kamulaşma süreci, günümüzde yaşanan dijitalleşme ve yapay zekâ ile bir kere daha derin bir dönüşüm içine girmiş bulunuyor. Ancak bu yaygın erişilebilirlik, yüzeysel okuma, dikkat dağınıklığı, bilgi kirliliğinden başka, yazarlığın olmazsa olmazı olan bireysel yaratıcılığı tehdit eden bir standartlaşmayı da beraberinde getiriyor. Beynimizdeki sinir ağlarının büyüme ve yeniden organizasyon yoluyla değişme yeteneği sayesinde, dijital medyanın sürekli uyarıları ve yoğun bağlantıları, zihnimizi düşünmede derinleşmeden sadece hızlı tarama ve çoklu görev yapmaya yönlendiriyor.
Yazarlık da okuma ile bütünlük içinde düşünüldüğünde, okumanın başına gelenler, yazmayı da tehdit etmektedir. Yazmanın temelinde, okumayla kurduğu ortak ilişki ve etkileşim yer alır. İyi bir yazar, araştırmacı ve disiplinli bir çalışmayla yaratabilir. Sürekli pratikle kendini geliştirir ve özellikle kurgu alanında içten, özgür ve kendi hakikatini ifade etmek için yazar. Bilimsel yazma eylemi, nesnelliği ve kesinliği hedeflerken kurgusal yazma, öznel deneyim ve sanatsal ifadeyi ön plana çıkarır; her iki sunum biçimi de değerli insan deneyiminin farklı biçimlerine denk gelir.
Özetle dijital çağın getirdiği meydan okumaya rağmen, okuma ve yazma, bireysel ve toplumsal gelişim için vazgeçilmezliğini korumaktadır. Önemli olan, bu eylemleri bir arada ve ilişki içinde gerçekleştirmek, farklı metin türleri için uygun farklı stratejiler geliştirmek, değerlendirici, eleştirici ve yaratıcı olabilmektir. Okuma ve yazma, yalnızca toplama ve dağıtma araçları değil, aynı zamanda düşünmenin, hissetmenin ve dünyayı anlamlandırmanın ana yollarıdır. Bu kadim pratikler hem çağlara uyum sağlayarak hem de çağları insanın zihni ve ruhu lehine onararak varoluşumuza katkıda bulunmaya devam edecek.
Yani dünya döndükçe “hem okuyacağız hemi yazacağız”.