Öğretmen, toplumun dönüşüm ve gelişimine, ancak arkasında bu dönüşüm ve gelişimi destekleyecek toplumsal bir dinamik, güçlü bir irade varsa, aydınlanmanın bir öznesi olabilir, Duyşen gibi; değilse gericiliğin, kapitalizmin çıkarcı, yarışçı, rekabetçi, hatta ahlaksız bireyine dönüşüverir, Eizabeth Hasley misali…
ÖĞRETMEN ETİĞİNİN GÖSTERGELERİ
Ülkemizde öğretmeni ve öğretmenliği görünür kılan iki tür haber var medyada: Biri iyi, diğeri kötü. Biz iyisiyle başlayalım:
“Van’ın Tuşba ilçesinde görev yapan Öğretmen Gamze Arslan, uzaktan eğitim sürecinde öğrencilerin daha sağlıklı eğitim alması için elinde yazı tahtasıyla kapı kapı dolaşarak ders veriyor.”
“Elazığ’da bir beldede Sınıf Öğretmeni Erhan Arslanbaş, yürüyemeyen fiziksel engelli öğrencisini her teneffüs kucağında gezdiriyor.”
“Rehber Öğretmen İrfan Haras ve Görsel Sanatlar Resim Öğretmeni Mehmet Kara, 6 Şubat depreminde okulları ağır hasar aldığından ikili eğitim yaptıkları Adıyaman Borsa İstanbul Lisesi’nin bakım ve onarımını iki haftalık sömestri tatilinde canla başla çalışıp bitirdiler…”
“Batman’ın Sason ilçesinde bulunan 3 bin rakımlı Mereto Dağı eteklerindeki Kınalı İlkokulu ve Ortaokulu’nun yöneticileri, öğretmenleri köy köy dolaşıp velileri ikna ederek çocukların okula devamını sağlıyorlar…”
Medyada bu tür haberleri gördükçe, yaşanan yoklara yoksulluklara, sömürüye savaşlara karşın duygu ve düşüncelerimiz, iyiliğin bir öğretmende cisimleştiği epik bir öyküye akıyor; Kırgız edebiyatının büyük yazarı Cengiz Aytmatov’un Öğretmen Duyşen’ine… Çünkü bu tür haberlere konu olan öğretmenler, Sovyet devrimi sonrasında Kırgızistan kırsalındaki Kurkuru köyünde toplumsal değişimin etkili bir öznesi olan genç idealist öğretmen Duyşen’le aynı motivasyona sahipler.

ÖĞRETMEN DUYŞEN
Kırgız edebiyatının hikâye anlatma ustası Aytmatov’un, Duyşen’in Kurkuru’da yaptığı eğitim devriminin ürünü olan, biri sanatçı diğeri bilim insanı iki aydınlanmış bireyinin ağzından, iki ayrı birinci kişili anlatımıyla kurguladığı öykü, okurun eğitim, toplumsal dönüşüm, fedakârlık gibi temalara hem sanatın hem bilimin alanından bakmasını sağlayan çift katmanlı bir anlatı olanağı sunuyor. 1920’li yılların ilk yarısına tarihlenen öykünün merkezinde, köyün kökleşmiş geri gelenekleriyle hemen hemen tek başına mücadele eden Öğretmen Duyşen ile o geleneklerin değersizleştirip bir kenara attığı, işte o bilim insanı Altınay yer alıyor ve köyün yakınındaki tepeye birlikte diktikleri, toplumsal değişimi, özgürleşmeyi temsil ederek uzayıp yapraklarını rüzgârda hışırdatan iki kavak ağacı…
Öykünün açılış ve kapanış bölümlerinin anlatıcısı olan ressam, bu çetin öyküyü tuvale aktarmanın zorluğu içindedir; ancak bütün esinini de bu eğitimin devriminin dönüştürücü gücünden almıştır. Açılışın ardından sözü, Felsefe Profesörü Altınay Süleymanovna’nın, köyde zorluklar içinde geçen eğitime ve öğretmeni Duyşen’e duyduğu saygı, sevgi ve bağlılığı anlattığı mektubuna bırakır; öykünün çatısı işte bu anlatılanlar üzerine kurulur:
Duyşen, partinin gençlik kolu Komsomol’un üyesi olan idealist bir sosyalisttir. Devrimin aydınlanma ve toplumsal dönüşüm mücadelesine eğitim cephesinden katılır. Genç ve idealist bir öğretmen olarak zorlu koşullara sahip, okulsuz bir Kırgız köyüne atanır. Köyde bir okul yapmak için büyük çaba gösterir. Halkı ikna etmeye çalışır, onlara eğitimin önemini anlatır. Bu çalışmalarında birçok zorlukla karşılaşır. Köydeki bazı kişiler, geleneksel düşüncelere bağlıdır ve eğitime karşıdır. Ayrıca, maddi olanaksızlıklar da işini zorlaştırır. Duyşen, tüm engellere karşın, bazı öğrencileri eğitmeyi başarır. Özellikle anne babası hayatta olmayan, amcasının evinde kalan Altınay adlı bir kız çocuğu, Duyşen’in dikkatini çeker ve idealist öğretmen onun eğitimine büyük önem verir. Ancak Altınay, ailenin zorlamasıyla yaşlı bir adama kuma olarak satılır. Arkasında güçlü bir devrim iradesi olan Duyşen, iki jandarmayla gelip onu kurtarır ve yaşlı kocayı tutuklatır. Duyşen, eğitimini şehirde sürdürmesi için Altınay’a yardım eder. Üniversiteyi burada bitiren Altınay ilk öğretmenini asla unutamaz… Duyşen’e gelince, o kendi isteğiyle İkinci Dünya Savaşı’na katılır, sonrasında toplumun değişim ve gelişimini sağlayan devrim idealinin adsız bir neferi olarak çalışmaya devam eder…
ÖĞRETMEN VE ÖĞRETMENLİK
Peki, Öğretmen Duyşen’in, sadece köyün çocuklarına değil, bütün halka dokunan ve onları karanlıktan çıkaran motivasyonun tarihsel ve kültürel kaynağı neydi? Öğretmenlik, insanlık tarihi kadar eski bir alan; çünkü insanlar var olduğundan beri bilgi ve deneyimlerini yeni nesillere aktarma ihtiyacı duydular. Bu aktarma, aile ve topluluk içinde büyüklerden küçüklere biçiminde başlamış; ancak zamanla bilginin artması ve karmaşıklaşması, aktarmanın daha bilimsel, yöntemsel ve kurumsal yapılmasını gerekli kılmış olmalı.
Öğretmenliğin kökleri, ilk uygarlıklara kadar götürülebilir. Sümer, Mısır, Yunan ve Roma gibi antik uygarlıklarda, bilgi ve becerileri aktarmak için özel eğitimli kişiler bulunmaktaydı. MÖ 3000’lerde Sümerlerde öğretmenler, rahiplerdi ve onlar tapınaklarda yazı yazmayı, hesap yapmayı ve dini bilgileri öğretiyorlardı. Antik Mısır’da yazıcılar (scribe) yazı yazma, okuma, matematik ve diğer önemli bilgiler hakkında firavun sarayında, tapınaklarda eğitim veriyorlardı. Antik Yunan’da sofistler genç aristokratlara hitabet, felsefe ve politika öğreten gezgin öğretmenlerdi. Sokrates, Platon, Aristoteles: Akademi ve Lyceum gibi kurumlarda sorgulama temelli eğitim modelini başlattılar. MÖ 5. yüzyıl Antik Çin’inde Konfüçyüs, “öğretmen filozof” modelini benimseyerek ahlaki değerler ve devlet yönetimi hakkında eğitim veriyordu.
MS 1. yüzyılda Roma İmparatorluğunda dilbilgisi (grammaticus) ve hitabet (rhetor) öğretmenleri, zengin ailelerin çocuklarını eğitti. 4. yüzyılda Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte kilise okulları ortaya çıktı. Orta Çağ boyunca manastır okullarında rahipler, müfredatlarını dini metinler ve Latinceyle sınırlı tuttular. İslam uygarlığının geliştiği 7-13. yüzyıllarda ise medreselerde El Kindi, İbn-i Sina gibi müderrisler matematik, tıp ve felsefe dersleri verdi.
Öğretmenlik mesleği, tarih boyunca toplumların ihtiyaçlarına göre şekillendi ve gelişti. Rönesans ve Reform dönemlerinde toplum sekülerleşirken eğitim köklü bir dönüşüm yaşamış, bilimsel bir içerik kazanmış, öğretmenlik de bağımsız bir meslek olarak gelişmişti. Erasmus ve Comenius, ezber yerine deneye dayalı öğrenmeyi savundu. Matbaanın icadı, bilginin yaygınlaşmasını sağlarken öğretmenin rolünü genişletmişti. Aydınlanma Çağı’nda (18. yy) Jean-Jacques Rousseau, Emile adlı eserinde insanın ve eğitimin doğasını inceledi, Johann Heinrich Pestalozzi (1746-1827) de çocuk/öğrenci merkezli eğitim anlayışını öne sürdü. 1763’te Prusya Eğitim Modeli’yle zorunlu ilköğretim sistemi ve modern okul yapılanmasının temeli atıldı.
19. yüzyılda Endüstri Devrimi’yle birlikte fabrika modeli okullar ve modern öğretmenlik gelişti. Ardından ABD’de 1852’de, İngiltere’de 1870’te zorunlu eğitim yasaları çıkarıldı. Osmanlı’da eğitim sistemi 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’yle Fransız eğitim sistemine göre yeniden düzenlendi.
20. yüzyılda çağdaş yaklaşımlarla eğitim de demokratikleşiyordu. Okullar yaygınlaştı, öğretmenlere olan gereksinim arttı ve öğretmen yetiştirme önem kazandı. İlerici eğitim hareketini başlatan John Dewey’in “yaparak öğrenme” modeli, eğitimin üretimle buluşmasına odaklanıyor, toplumsal kalkınmaya katkıda bulunmayı hedefliyordu.
Bu dönemde öğretmenlik, bir meslek olarak kabul görmeye başladı; öğrenme psikolojisi, pedagoji ve eğitim teknolojileri gibi alanlardaki gelişmeler, öğretmenlerin bilgi ve becerilerini artırırken onları toplumsal rolleriyle de öne çıkardı. Rusya’da Sovyet, Türkiye’de Cumhuriyet devrimlerinde Aytmatov’un Duyşen’inde temsilini bulan öğretmenler, aydınlanmanın, toplumsal dönüşümün eğitim ordusunun neferleriydi.
1980’lerde bilgisayarlar, 2000’lerin ilk yıllarından itibaren internet ve akıllı tahtalar öğretim yöntemlerini tümüyle dönüştürürken, özelleştirmeye yönelerek eğitimin bir kamu hizmeti olmasını terk eden devletler, öğretmeni eğitim araçlarının bir parçası kılarak bilgi aktarma işlevini destekledi. Öğretmenin hızla itibar kaybetmesine yol açan bu gelişmelerle rehberliği, öğrencilerin sosyal ve kişisel gelişimlerini desteklemesi, aydınlanmacı niteliği, rol modelliği ve toplumsal işlevi önemli ölçüde zayıfladı.
Oysa tarih içinde öğretmenlik kavramı, bireyi ve toplumu sürekli ileri itme motivasyonuyla dolmuştu. Pedagoji bilimine sadık kalarak söyleyecek olursak, günümüzün öğretmeni öğrenme süreçlerini planlayan, yöneten ve öğrencilerin bilişsel, duygusal, sosyal ve kültürel gelişimlerini destekleyen; bilgi aktarmanın ötesinde, eleştirel düşünme, yaratıcılık ve öz-yönetim becerilerini teşvik eden bir rehber olmalıydı. Öğrencinin bireysel ihtiyaçlarını gözetmeli, öğrenme ortamını demokratik ve kapsayıcı bir şekilde düzenlemeli ve toplumsal değerler ile evrensel etik ilkeler arasında denge kuran bir rol üstlenmeliydi.
Teknolojinin, bilime ulaşma olanaklarının bu kadar geliştiği ve yaygınlaştığı günümüzde, öğretmenin pasif bir aktarıcı olmak konumundan çıkması, öğrenci için bir rehber ve rol model olması beklenir. Bunun içinse öğrencilerin gelişimsel düzeylerine, ilgilerine ve öğrenme stillerine uygun pedagojik yaklaşımlar benimsemesi; öğrencilere akademik başarının yanı sıra yaşam becerileri kazandırması, karar verme süreçlerinde yol göstermesi ve özgüvenlerini geliştirmeyi hedeflemesi; mesleki yeterliliklerini güncellemesi; öz-eleştiri ve öz-değerlendirme yapabilmesi; farklı öğretim yöntemleri (proje tabanlı, işbirlikçi, oyunlaştırma…) ve ölçme-değerlendirme araçları kullanarak dinamik bir eğitim sürecini yönetmesi; toplumla iş birliği içinde çalışarak öğrencinin çok yönlü gelişimini desteklemesi; öğrenme sürecindeki engelleri (öğrenme güçlükleri, motivasyon eksikliği…) yaratıcı stratejilerle aşabilmesi; güçlü bir iletişim becerisi geliştirebilmesi ve davranışları, dili, tutumuyla sadece öğrencilere değil, topluma olumlu bir kimlik ve değerler bütünü aşılaması gerekir.
Doğallıkla bütün bunlar öğretmenlerin içinde yaşadıkları toplumun değerlerinden, yetişme koşullarından ve ülkelerinde uygulanan eğitim politikalarından bağımsız değildir. Sayılan bu koşullara ve ülkelerin öğretmen yetiştirme politikalarına bağlı olarak, temel özelliklerine göre öğretmen tipleri de çeşitleniyor: Toplumsal adalet, özgür düşünce ve öğrenci potansiyelini ortaya çıkarma odaklı idealist ve dönüştürücü öğretmenler; disiplini sert kurallarla sağlamaya çalışan, öğrenciyi sindirmeye yönelen, yaratıcılığı bastırma eğilimindeki otoriter ve baskıcı öğretmenler; geleneksel yöntemleri reddedip özgün pedagojik teknikler kullanma eğilimi gösteren, yenilikçi ve yaratıcı öğretmenler; sistemin kısıtlamaları içinde mücadele eden, kusurlu ama samimi, gerçekçi ve hümanist öğretmenler; öğrencilerin kişisel gelişimine odaklanan, hayat dersleriyle dolu, mentor ve rehber öğretmenler; kurallara sıkı sıkıya bağlı, yeniliğe kapalı, sistemin bir parçası olan, statükocu öğretmenler; kişisel çıkarlarına odaklanmış, sorumsuz, ahlaki sınırları ihlal eden, yozlaşmış, etik dışı davranış sergileyen öğretmenler…
Kolayca görüleceği gibi günümüzde bir öğretmen tipolojisi oluşturulmak istendiğinde kategorileri çoğaltmak kolaydır; ancak tarihsel bir süreç içinde düşünüldüğünde öğretmen deyince, toplumun dinamosu olan aydın tavırlı kişi geliyor akla. Tarih boyunca onlar, doğaları gereği zamanlarına göre hep ileri yönlü kişiler olmuş, toplumun bir adım önünde bulunmuşlar. Toplumda sosyal adaletin kurumsallaşmasına katkıda bulunan, ekonomik kalkınmaya zemin hazırlayan ve demokratik değerleri içselleştiren aktörler olmuşlar.
Öğretmenler, rolleri ülkelerin siyasi, ekonomik ve kültürel bağlamlarına göre farklılaşsa da ülkelerinin eğitim politikalarından aldıkları güçle toplumsal dönüşüme Tevfik Fikret’ler misali önderlik etmişler. Öğrencileriyle birlikte okullarını yapan, tarlalarını ekip biçen, atölyelerinde çalışan, dünya klasiklerini okuyan, yetiştirdiği aydın sanatçı ve bilim insanları hala bir destan kahramanı gibi anlatılan Köy Enstitülerinin fedakâr öğretmenlerini başa yazmalıyız elbette. Finlandiya’da toplumsal eşitlik ve öğrenme otonomisi içinde olumlu bir rol üstlenmişler, eğitim müfredatını öğrencilerin gereksinimlerini dikkate alan, özgür ve esnek esnek bir uygulamasını benimsemiş öğretmenler de toplumsal gelişmenin bir dinamiğidir. Duyşen soyunun öğretmenleri, Küba’da ülkelerinin sömürgeden başı dik, özgür ve bağımsız bir devlete dönüşümünün merkezinde yer almışlar, yoksulluk ve eşitsizlikle mücadelede kritik bir rol üstlenmişler. 1959 devriminden sonra okuma yazma seferberliğinde kırsal bölgelere gönderilen öğretmenler, yetişkinlerin ve çocukların eğitim almasını sağlamış, dünya ülkeleri içinde %99,8 okuryazarlık oranıyla birinci sıraya yükselmişler. Öğretmen Duyşen neslinin öğretmenleri; ulusal dil ve tarih bilincinin kökleşmesinde, ülkelerinin bağımsızlığının ve geleceğinin inşasında anahtar bileşenlerdir. Eğitim yoluyla yoksulluk döngüsünü kırmada etkili birer öznedirler. Bilimsel ve eleştirel düşüncenin serpilip gelişmesine katkıda bulunarak toplumsal ilişkilerin sağlıklı kurulmasına hizmet ederler…

ELIZABETH HASLEY
Öğretmen Duyşen’de temsilini bulan olumlu örnekler dışında, kapitalizmin sınıfsal çıkarlarına koştuğu, liberalizmin ideallerinden kopardığı, olumsuz toplumsal rollerin öğretmenleri de var kuşkusuz: Hindistan’da kast sistemi, öğretmenlerin tutumlarını etkilemekte; düşük kasttan gelen öğrenciler sınıf içinde aşağılanmakta, kaynaklara erişimde dezavantajlı olabilmekte ve toplumsal bölünme derinleşmektedir. Daha kötüsü bu bölünmeye Hintli öğretmenlerin etkili bir itirazı yükselmemektedir! Nijerya’da öğretmenlerin fiziksel güvenliği bile sağlanamadığı için eğitimin layıkıyla yapılamaması ve öğretmenlerin bu duruma karşı duracak toplumsal muhalefeti örgütleyememesinden dolayı okuryazarlık oranı %50’nin altına düşmektedir. ABD’de bazı eyaletlerde (örneğin Florida), öğretmenlerin ırkçılık ve toplumsal eşitsizlik konularını tartışması yasaklanmıştır. Yasaklara karşı öğretmenler seslerini yükseltmediğinden “Critical Race Theory” (Eleştirel Irk Teorisi) tartışılamamakta, öğretmenler toplumsal gerçekleri anlatmaktan alıkonmakta, gençlerin eleştirel düşünme becerileri zayıflatılmakta ve toplumsal hafızanın silinmesine yol açılmaktadır…
Elizabeht Hasley (Cameron Diaz), Jake Kasdan’ın yönettiği Kötü Öğretmen (Bad Teacher, 2011) filminin anti kahramanı bir öğretmen karakteridir. Ahlaksız ve umursamazdır, sadece para kazanmak için öğretmenlik yapmaktadır. Zengin bir adamla evlenip rahat bir hayat yaşamak temel motivasyonudur. Nişanlısı tarafından terk edildikten sonra şimdi de okula yeni gelen, yakışıklı ve zengin yedek öğretmen Scott Delacorte’yi (Justin Timberlake) baştan çıkarmaya çalışmaktadır; bunun için her şeyi yapmaya hazırdır. Bu uğurda meslektaşı Amy Squirrel (Lucy Punch) ile de rekabet etmek zorunda kalır.
Elizabeth, öğrencileriyle ilgilenmez, onlara ders anlatmaz ve genellikle onları kendi haline bırakır. Derslerde uyur, dergi okur veya televizyon izler. Onun tek amacı para kazanmaktır. Paranın bir kısmını alabilmek için okulun yardım kampanyalarına katılır, öğrencilerden para toplar, hatta velilerle ilişkileri de para üzerindendir. Diğer öğretmenlere karşı da kıskanç ve rekabetçidir; onların başarılarını baltalamaya çalışır ve dedikodularını yapar. Amacına ulaşmak için söylemeyeceği yalan, yapmayacağı hile yoktur. Scott’ı etkilemek için yaptıracağı estetik ameliyatını karşılayacak para biriktirmeye çalışır. Alkol ve uyuşturucuyla arası iyidir; öğrencilere ve öğretmenlere karşı uygunsuz davranışlarda bulunur; cinsel içerikli şakalar yapar ve fiziksel temasta bulunur. Bütün bunlar onun öğretmenlik görevini yerine getirmesini zorlaştırır ve öğrencilere kötü örnek olur…
Ne var ki yönetmen de kötü bir öğretmenin arkasındaki sosyal yapıyı görmekten ve göstermekten kaçınır. Öğretmenin nasıl olmaması gerektiğinin bir örneği olarak film, sorunu salt bir kişilik bozukluğu sorununa indirger; onun komik ve absürt davranışları üzerinden eğitim sistemindeki sorunlara ve öğretmenlerin rolüne dikkat çekmeye çalışır. Film eğitimin toplumsal rolünü hiç görmez, eğitimi odağına bireysel kurtuluşun bir olanağı olarak almıştır. Bad Teacher, öğretmenin ve öğretmenliğin var olma nedenini ortadan kaldırmanın bir örneğidir. Adını Aytmatov’un Duyşen’iyle aynı cümlede anmak bile bu mesleği kirletir!
Filmin mesajına ülkemiz özelinde baktığımızda ve eğitim yönetiminin, içerikte Cumhuriyet düşmanlığıyla birlikte bilimsellikten uzaklaşmasını, yöntemde sınav odaklı, rekabetçi ve özelleştirmeci eğitim politikalarını düşündüğümüzde, yazımızın girişine aldığımız öğretmenlere dair iyi(lik) haberlerinin giderek azaldığına; şu türden “kötü öğretmen” haberlerininse hızla çoğaldığına tanık oluyoruz. İşte bizim Elizabeth’lerimiz:
“Ankara’nın Kahramankazan ilçesindeki bir özel eğitim uygulama okulunda down sendromlu öğrenciye şiddet uygulayan ve hakkında “basit yaralama” suçundan dava açılan öğretmen tutuklandı.”
“Milas’ta ilkokul birinci sınıf öğrencisini koltuk altından tutup sınıfa fırlatan öğretmenin görev yeri değiştirildi.”
“İstanbul Tuzla’da özel bir anaokulunda 30 öğrenciye şiddet uyguladığı iddiasıyla yargılanan öğretmen hakkında 1 yıl 9 aya kadar hapis cezası istendi.”
“İstanbul Fatih Atik Ali İlkokulu’nda, 9 yaşındaki 13 çocuğun velisinin şikayetçi olduğu 50 yaşındaki öğretmen hakkında, birden fazla ve zincirleme şekilde “cinsel istismar, kötü muamele ve hakaret” suçlarından toplam 269 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.”
“Antalya’nın Kepez ilçesindeki bir ilkokulda 25 kız öğrenciye taciz ve istismarda bulunduğu iddia edilen öğretmenin yargılanmasına başlandı.”
“Küçükçekmece’deki Kadriye Moroğlu Anadolu Lisesi’nde 2016’da öğrencisini taciz ettiği ve hala okulda görev yaptığı iddia edilen coğrafya öğretmeni dün bir kez daha protesto edildi.”
“Öğretmenlerinin takdir belgesi karşılığında kendilerine cinsel istismarda bulunduğunu anlatan kız çocuklarının ihbarı sonrası tacizci öğretmen tutuklanarak cezaevine gönderildi…”
“ÖĞRETMEN YETİŞ!” TİRME
Bunlar, münferit olaylardır, denilip geçilecek, gazetelerin üçüncü sayfa vaka-ı adiyeleri değil; “olay”dan “olgu”ya genişlemiş, toplumumuzun eğitim ve etik sorunlarının göstergeleridir. Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü verilerine göre, çocuk cinsel istismar hükümlülerinin oranı 10 yılda %42,5’ten %58,8’e yükselmiş. Toplumdaki bu genel ahlaki bozulma belli ki öğretmenlere de bulaşmaktadır; zira yapılan akademik araştırmalara göre, okullarımızda öğrencilerin %60’ı en az bir çeşit duygusal, %43’ü en az bir çeşit fiziksel şiddete maruz kalıyor ve bu fiilin failleri de öğretmenler oluyor. Bu arada, Millî Eğitim Bakanlığının yaptığı incelemelerde 153 kişinin sahte diplomayla 16-19 yıl arasında değişen sürelerle öğretmenlik yaptığının anlaşıldığını da ekleyelim; hatta sahte öğretmenlerden birinin 2005’te Başbakanlık tarafından “Yılın Öğretmeni” seçilerek ödüllendirildiği de!
Ülkemizde eğitim yönetimi, ekonomi yönetiminden sonra en çok konuşulan ve tartışılan konulardan. Sonuçlarının bir çırpıda görünür olmadığı eğitim içeriklerindeki bilimsel ve sosyal duyarlıkların köreltilmesi, eğitim temelli ve öğretmen önderli yeni bir aydınlanma mücadelesini gündeme getirmişken, etik değerlerde yaşanan bu aşınma, o mücadelenin özneleri önünde ikinci ve aşılması zor bir engel olarak dikiliyor. Emekli bir öğretmene, aktarırken bile kötü hissettiren bu yüzlerce olayın faillerinin öğretmenler olması, dikkatimizi bir kere daha öğretmen, öğretmenlik, eğitim etiği üzerine yöneltiyor ve ülkemizde öğretmen yetiştirme politikasının zaaflarına odaklıyor.
Çare, zor durumdaki toplumun imdadına yetişecek öğretmen yetiştirmek!