İnsanlığın, yazının ve metnin kuruluşuna yüzyıllardır verdiği yoğun emek, günümüzde kapitalizmin tutulduğu kültür kriziyle boşa düşmüş görünüyor. Kriz, yazarı da yazıyı da düşünceyi de dağıtıp göz gözü görmez bir toz bulutuna çeviriyor! Kil tabletlerde kurucu bir kekelemeyle başlayan yazı uğraşı, silikon tabletlerde yıkıcı bir postmodern kekelemedir artık!
BİLİŞSEL DEVRİM
Konuyu araştıran bilim insanları, alet kullanımına işaret eden en eski kalıntılara dayanarak, ilk insan türünün 2,5 milyon yıl önce Doğu Afrika’da Australopithecus’tan evrimleşmiş olabileceğini ileri sürüyorlar. İnsanın 400 bin yıl önce büyük hayvanları avlamaya ve ateşi kontrollü kullanmaya başladığını söylüyorlar. 200-300 bin yıl önce ortaya çıkan araç kullanma ve sosyal becerileri daha yüksek olan homo sapiensin ataları, kuşkusuz bu iki büyük gelişmeyle insan türünün biyolojik ve sosyal yaşamında önemli yön değişikliklerine yol açtılar.
Ama asıl büyük farklılaşma 70 bin yıl önce yaşandı. Çeşitli mutasyonlarla homo sapiensin beyninin biyolojik ve kimyasal yapısı değişime uğradı ve atalarımız 50 bin yıl önce yeni düşünme biçimleri ve yeni bir dil geliştirdiler. Az sayıda sesi farklı biçimlerde eklemleyerek sınırsız sayıda anlam üretebildiği bu dil; ağlama, inleme, bağırma, çığlık gibi eklemsiz bir dille kurduğu ilksel iletişimden çok daha fazlasına olanak tanıyordu. Anlam ve ses düzlemine sahip çift eklemli bu dille mitler, tanrılar, türlü anlatılar yaratarak, yaşamında bilişsel bir devrim gerçekleştirdiler.
Farklı coğrafyalarda çeşitli popülasyonlara evrimleşen, zamanla farklı topluluklar ve kültürler oluşturan modern insan, yaklaşık 10 bin yıl önce avcı toplayıcı bir hayattan yerleşik tarım düzenine geçti. Bu yeni yaşama biçimi, insanlık tarihinde önemli bir dönemeçti. Yerleşik yaşamın getirdiği nüfus artışı, beslenme sorunu doğurdu. Doğada kendiliğinden yetişen bazı bitkilerin insanlar tarafından ekilip biçilmesi gerekti. Üretimin çeşitlenmesi, ürünün depolanması, paylaştırılması, kaydının tutulması toplumsal iş bölümüne yol açtı. Ticaretin gelişmesi ve ekonomik faaliyetlerin karmaşıklığı, bilgiyi saklama, iletişim kurma ve hesaplama gereksinimi doğurdu.
YAZININ İCADI
Bir süre sonra bu gereksinimi karşılamak, sözellik kültürü içinde olanaksız bir hâle geldi. Bilgi çoğalıp çeşitlendikçe bir yerden bir yere ya da bugünden yarına taşınmasında hafıza kaydı yetersiz kaldı. Büyük toplulukları belli bir düzen içinde tutmak için bilgi yönetimi önemliydi. Toplanan vergiler, bölüşülen ürünler, uyulacak kurallar kişinin hafızasında uzun süre aynı biçimde saklanamazdı. Bu gibi idari işlemler için ezber yapmak; rengi, uzunluğu, kalınlığı farklı ipleri değneğe bağlayıp düğümler atmak; deniz hayvanlarının, böceklerin renkli kabuklarını dizmek; çentiklerle, çetelelerle saymak yeterli olmuyor, yazılı kayıtlar gerekiyordu. Bu nedenle Mezopotamya, Mısır, Hint alt kıtası ve Çin gibi yerlerde yazı icat edildi.
Yazının başlangıcı ve alfabeye evrimi karmaşık bir süreç izledi ve farklı kültürlerde bağımsız olarak gelişti: 5 bin yılı aşkın bir süre önce ilk yazı sistemlerinde nesneleri, hayvanları ve diğer kavramları temsil etmek için bunların resimleri kullanıldı. Bu resimlerden ideografik yazının ilk örnekleri, Mısır ve Mezopotamya gibi bölgelerde üretildi. “Bıçak” resminin “kesmek” eylemini anlattığı gibi bu yazı sisteminde resimler nesneleri değil, olayları, eylemleri tanımlıyordu. Satır ya da sütunlara dizilen resimlerle cümleler kuruluyor, resimlerin arasına harf yerine kimi geometrik şekiller konuyordu.
Mısır’da resimler yalınlaştırılarak sembollere dönüştü; giderek her çeşit nesne, mal ve kavram için semboller kullanılmaya başlandı. Ancak sembollerin sayıca çok oluşu ve anlam sınırlarının belirsizliği bu sistemi karmaşıklaştırıyor, öğrenilmesini zorlaştırıyordu. Semboller basitleştirilerek piktogramlara dönüştü ve bunlar daha sonra ortaya çıkacak harflerin ilk biçimini oluşturdu. Aynı yüzyıllarda Sümerlerin, kil tabletlere ince çubuklarla çizdikleri işaretlerden çivi yazısı doğdu. Çivi biçimli bu işaretler zamanla sözcüğün bütününü değil, sadece ilk hecesini temsil etti.
3200 yıl önce tüccar, denizci ve gezgin Fenikeliler, Mısırlıların hiyeroglifleri arasından 20 kadarını seçip bunlardan, örneğin öküz başına benzeyen “A” gibi (alef, elif, alfa) daha basit şekillerle harfler yaptılar. Bu önceki yazı sistemlerinden farklıydı, her harf bir sesi temsil ediyordu. İlk harf sistemi böyle doğdu, basitliği nedeniyle insanlar arasında hızla yaygınlaşıp bugünkü alfabelerin temelini oluşturdu; Yunanistan’da Yunan, İtalya’da Latin alfabesinin öncüsü oldu.
Mezopotamya ve Mısır’ın yanı sıra, Hindistan ve Çin gibi uygarlıklar da kendi yazı sistemlerini geliştirdi. 2700 yıl kadar önce toplumsal düzenin kurucu ve koruyucu ruhbanları, feodal beyleri, aristokratları ve soylularından başka, üretici köylüler ve pazarlayıcı tüccarlar arasında kullanışlı, basit yazı sistemleri gelişti. Artık yazılı dil daha erişilebilir olmuş, bu da ortak bir toplumsal hafızanın oluşmasını sağlamıştı.
Her ne kadar dilbilimci Saussure, yazının sesle doğrudan ilgili olmaması nedeniyle dilin doğasını çarpıttığını ileri sürse de Walter J. Ong, sözlü kültürde sözcüklerin sesle sınırlanmasının insanın düşünme sürecini kısıtladığını söyler. Yazıdan yoksun sözlü kültürde kişinin, karmaşık bir sorunla ilgili bir sonucu aklında tutamayacağını; düşünce çizgisini sergileyecek, tekrar bir araya getirecek, denetleyebilecek bir kayıt olmadığından karmaşık önermeler dizisini anımsayamayacağını; bu nedenle de sözlü kültürde kişinin tek başına bir konu üzerinde yoğunlaşamayacağını ileri sürer (Ong, 1999).
Özetle tıpkı ateşin, tekerleğin icadında olduğu gibi dilin yazılı formunun icadı da yeni bir çığır açtı; tarihsel çağları başlattı. Taş, ahşap veya kil tabletlerle başlayan yazının mekânı, parşömen ve papirüsle sürdü. 1900 yıl kadar önce kâğıda yazılmaya başlanan yazı, günümüzde bir kere daha mekân değiştirerek bu kez silikon tablete yerleşti. Yazıldığı zemin ne olursa olsun yazı, dilin sessel formu yanında onun bir de grafik formunu oluşturmuş oldu.
METNİN OLUŞUMU
Dilin bu formuyla 1500-2500 yıl önce Antik Yunan’da Homeros’un eserleriyle, yazılı metinler edebi bir boyut kazanmaya başladı. Roma İmparatorluğu döneminde, hukuki belgeler ve tarih yazıları önemli hale geldi. 500-1500 yıl önce Orta Çağ’da, el yazmaları manastırlarda üretildi. Özellikle dini metinler bu dönemde öne çıktı. 300-500 yıl önce Johannes Gutenberg’in matbaayı icat etmesi, kitap üretimini hızlandırdı ve yazılı metinlere daha geniş bir erişim sağladı. 100-300 yıl önce Aydınlanma döneminde, bilim, felsefe ve siyasi düşünceleri basılı metinler aracılığıyla yayıldı; bugünse, bloglar, sosyal medya, e-kitaplar ve çeşitli dijital platformlarda daha hızlı ve geniş bir erişime açılıyor. Çoklu medya formatları, metinleri görsel, işitsel ve etkileşimli hâle getiriyor.
oysabundanbinüçyüzyılöncesinekadarelyazmasıilkmetinlerkesintisizharflerdizisindenoluşuyortıpkışuandaokuduğunuzgibisözcüklerbitişikaralarınaayrımişaretleriyadaboşluklarbulunmuyoryazmayagirecekcümlelercarsusdenenbirritmlesatırbaşıbüyükharfnoktalamaişaretikullanılmadanyazılıyordubunedenleokuyucununbirsatırdananlamçıkarabilmesiiçinsözcüklerinsınırlarınıbelirlemesivebirbirindenayırtetmesigerektiğindeniçtenyanisessizokumasımümkünolmuyoryavaşvesesliokumasızorunluoluyordu
Sözcükler arasında onları görünür kılan boşluklar bırakılmaya başlandıktan sonra yazıcılar, nüshaları sadece gözleriyle izleyerek sessiz yazmaya başladılar. Okuma deneyimi bu boşluklar sayesinde bireyselleşti ve sessiz okuma, bir metni düşünceye dönüştürmede daha etkili bir yol oldu. Bu durumda, okuyucu, metindeki sembollerin anlamını kavramaya çalıştı, sözcükleri zihinsel olarak oluşturdu. İçten okumada sözcüklerin sınırlarını veya birleşimlerini belirleme gereksinimi duyulmadığından, metinleri anlama süreci kesintiye uğramadan okuma akıcı hâle geldi. Bu nedenle yazılı metinlerin oluşumunda, önce kavram bildiren sözcükler, ardından yargı ileten cümleler ve nihayet düşünce birimi olan paragraflar ayrıştı.
8 yüzyıl önce el yazmalarında ortaya çıkmaya başlayan yenilikler metinlere farklı boyutlar kazandırdı; onları daha okunabilir, düzenli, yapılandırılmış kıldı. Metni oluşturan sözcük, cümle ve paragraf birimlerinin birbirinden ayrılması, noktalama işaretlerinin kullanılması, satırbaşlarının belirtilmesi, başlıkların, ara başlıkların ve yan başlıkların konulması… metni daha görünür hâle getirirken okurun metni rahat izlemesine, içeriğine ve anlamına daha kolay erişmesine katkıda bulundu.
Kendi içinde bütünlüklü bir yapıya kavuşan metinler, başlıklarla adlandırıldı, gerektiği kadar bölümlere, alt bölümlere ayrıldı; bunlar da ara başlıklarla ve yan başlıklarla adlandırılarak metinde yer alan bilgiye ulaşım kolaylaştırıldı. Alıntılar italiklendirildi veya tırnak içine alındı, kaynaklar için sayfanın ya da metnin sonunda yer ayrıldı. Vurgulanmak istenen kavram, yargı veya düşünceler koyu yazılarak daha belirgin kılındı. Noktalama işaretleri anlam ayrımında, anlatımda standart bir işlevsellik kazanarak dilbilgisel kural oldu… Böylece metinler bilgiyi, düşünceyi daha görünür kılan kendine özgü, standart bir mimari yapı kazandı.
KİLDE KURULANIN SİLİKONDA YIKILIŞI
Ne var ki kapitalizmin huzur, güven, mutluluk gibi modernist vaatleri; büyük bir ekonomik kriz, iki dünya savaşı, soğuk savaş ve tek kutuplu dönemleriyle birlikte boşa çıktı. 70 yıl kadar önce inanç sistemlerine, büyük anlatılara, ilerlemeye ve bilimsel kesinliğe yönelik eleştirilerle kapitalist modernizm, postmodernizm krizine tutuldu. Bilimin ve düşüncenin önemsizleşmesi, anlamı da anlamsızlığa itti. İnsanlığın bilim, düşünce ve anlamı daha erişilebilir kılmak için yüzyıllardır yapılandırmaya çalıştığı içeriğin formu olan metin de bu krizden payını almış görünüyor.
Metnin postmodernist yıkımında medya yazarları etkili oldu. Önce daha çok okunma kaygısıyla yazılarının içeriklerini sığlaştırdılar; bunu yazının formunu görselleştirerek desteklediler. Metinlerin trafik işaretleri olan noktalama imlerini atmadan noktalamayı terk ettiler: Noktayla üç noktayı, iki noktayla noktalı virgülü, soru işaretiyle ünlemi karıştırıp birbirlerinin yerine koydular; noktalı virgül gibi kimi imleri hiç kullanmadılar. İtalik ve koyu karakterleri alıntı ya da vurgudan bağımsız, rastgele kullandılar. Yazı başlıklarının içerikle ilgisini salt dikkat çekmek için kestiler. Yazılarına hava (k)atmak için gereksiz yabancı sözcükler eklediler. Eksiltili cümleleri, kahvehane sohbeti formunda yazdılar. Paragraftan vaz geçtiler, her cümleyi, tamamlanmamış sözleri, hatta tek sözcük ve ünlemleri paragraf gibi satırbaşına taşıdılar:
“Önceki gün NASA’dan bir mesaj geliyor…
Sonra uzayda çekilmiş fotoğraflarda gülen insanlar. Videolar.
Ve sonra şu ifade:
“Huzur, uyum ve birlik.”
Uzaydan gelen fotoğraftaki ağır soru… Uzayda birlik yerde katliam
Böylece belki ilk anda çok basit gibi gözüken bir soru büyüyor önümde…
-Nasıl oluyor da dünyanın gelişmiş ülkeleri uzayda böyle bir dayanışma içine giriyor da;
Yeryüzünde böylesine katliamlara izin veriyor? Evet…”
Yanlış noktalamasıyla, sözcüklerin dikkatsiz yazımıyla, özensiz cümle kuruluşlarıyla, paragraf gibi bir yapısal ögeden habersizliğiyle; insanlığın yüzyıllardır yazıya, metnin formuna verdiği emeğe saygısızlığın rasgele verilmiş bir örneği bu; basılı gazeteler ve tabletler bunlarla dolu. Postmodernist dağılma, yazarı da yazıyı da düşünceyi de bozuyor!
İnsanlığın kil tabletlerde yapıcı bir kekelemeyle başladığı yazı uğraşı, şimdi silikon tabletlerde bu kez yıkıcı bir kekelemeye dönüşmüş bulunuyor!
Yüreğine saglik,kalemine kuvvet,cok guzel bir araştırma iyi ki varsın ve araştırıp yaziyorsun biz de bunları okuyor cok seyler ogreniyoruz. Kal saglicakla