Althusser’in saptadığı gibi “Devletin İdeolojik Aygıtları”ndan biri olan okullar, “bilgi ve irfan yuvaları” olmak yanında, genç bireyleri egemen ideoloji doğrultusunda budayıp bir kalıba sokmak gibi kritik işlevlere de sahiptir ve doğal olarak yarattığı tepkiye de! “Çocuk anarşistler”in bu tepkisi, Jean Vigo’nun otobiyografisinden esinle ve sürreal anlatımıyla Zéro de Conduite’de hayat buluyor…
BİR SİNEMA KLASİĞİ
Yatılı bir okulun yemekhanesinde hep aynı yemeği yemekten bıkan öğrenciler, bu durumu tabakları birbirlerinin suratlarına fırlatarak protesto ederler; yöneticiler çaresizdir. Erken yatıp erken kalmaya isyan eden öğrenciler, yatakhanede yastıkları, çarşafları darmadağın ederler; ortalık tam bir savaş alanıdır. Okul dışı bir gezide arkasından yürüdükleri öğretmenin dalgın hâlinden yararlanan öğrenciler, uygun yol ayrımlarında firar ederler; öğretmen şaşkındır. Öğrenciler, öğretmenin yanlış veya ters bir kararını, sınıfta onu zor durumda bırakacak bir yanıt geliştirirler; öğretmen inisiyatifi kaybeder… Öğrencilerin okula, kurallara, yasaklara ve cezalara tepkilerini anlatan bu ve benzeri sekansları, eğitim temalı kimi dram kimi komedi birçok filmden anımsarsınız.
Sinemada bu tür, otorite karşısında gösterilen ortak tepki sahneleri, “anarşist sinema”nın ilk sıralarında yer alan Fransız yönetmen Jean Vigo’nun, senaryosunu yazıp yönettiği Zéro de Conduite’e yapılan birer atıftır.
VIGO VE YENİ DALGA
Fransızca adının Türkçe karşılığı olan “Hâl ve Gidiş Sıfır”a bakanlar, tatlı yaramazlıklar yapan öğrencilerin hikâyelerinden derlenmiş bir komedi türünü düşünebilirler; ama Vigo’nun, okul kurumunun baskıcı kurallarına ve uygulamalarına karşı çocukların isyanını anlattığı, bu 44 dakikalık, siyah-beyaz ve sert filminin hiç şakası yok; tabi Fransız hükümetinin de! Bu yüzden 1932’de çekilip 1933’te vizyona giren film, hükümete bir saldırı olarak değerlendirildiğinden 1945 yılına kadar yasaklı kalıyor.

Ama Hâl ve Gidiş Sıfır, asıl ondan sonra yaşamaya başlıyor! 1930’larda sinemanın realist dilinin gelişmesine önemli katkılarda bulunan Vigo’nun anarşist tavrı, cesur hikâyesi, taşıdığı sürreal ögeler ve şiirsel üslubuyla kendisinden sonra gelen birçok yönetmeni etkiliyor. Jean Vigo, L’atalante ve Zéro de Conduite gibi oldukça önemli iki filme imza atıp üç saatlik bir filmografi toplamından sonra, yakalandığı vereme henüz 29 yaşındayken yeniliyor.
Sadece bu iki denemesi olan Vigo, 1945’ten sonra yeniden keşfediliyor ve özellikle 1960’ların ilk yıllarından itibaren yedinci sanatı özgürleştiren Fransız Yeni Dalga akımına ilham veriyor. Klasik formun reddi, deneysel anlatım, tabuları yıkma cesareti, burjuva karşıtlığı ve düz çizgide ilerlemeyen bir kurgu gibi, sinemada daha birçok atılıma sahne olan Yeni Dalga’yı etkiliyor. Akımın öncü ismi François Truffaut’nun 400 Darbe’si, Macar sinemacı Zoltan Fabri’nin Pal Sokağı Çocukları, Lindsay Anderson’un Eğer’i, Charles Chaplin’in Şarlo’su, bizim Hababam Sınıfı ve daha birçoğu, yukarıda örneklediğimiz sahnelerle Vigo’yu selamlıyor.
“BOĞULUYORUZ BURADA!”
“Hâl ve gidiş sıfır, cezalısınız!” Bu, otoriter okul yöneticisi “Pinti Moruk”un çocukları terbiye etmek için sık sık kullandığı bir cümle. Arkası şöyle: “Cezalısınız! Pazar günü okulda kalıyorsunuz!” On üç yaş grubu öğrencileri Colin, Caussat ve Bruel, tatilin ardından çocukça, rahat hâl ve hareketlerle, birbirlerine sataşmalarla, yaptıkları komikliklerle döndükleri yatılı okulda, daha ilk gece resmî okul kurumunun buz gibi soğuk ve ses geçirmez duvarlarına tosluyorlar. Ertesi gün bu üç “asi”, “Boğuluyoruz burada, dışarı çıkmamız gerek!” diyerek komplo planlarını geliştirmeye başlıyor.
Filmin temel çatışması, “ağacı yaş iken eğmek” için kurgulanmış bir eğitim sistemi ile yaşadıkları deneyimlerden öğrendikleri gibi dallanıp budaklanmak, varoluşlarını gerçekleştirmek isteyen fidanlar arasındadır. Çünkü Fransız Marksist filozof Louis Althusser’in saptadığı gibi Devletin İdeolojik Aygıtları’ndan (DİA) biri olan okullar, “bilgi ve irfan yuvaları” olmak yanında, genç bireyleri egemen ideoloji doğrultusunda budayıp bir kalıba sokmak gibi kritik işlevlere de sahiptir ve doğal olarak yarattığı tepkiye de!
Film; öğretmenlerin, eğitim ve okul yöneticilerinin sınırlayıcı, cezalandırıcı atakları ile öğrencilerin yasak savıcı, alan genişletici, güç toplayıcı karşı ataklarından oluşan bir örüntüyle ilerliyor. Çelişmenin bir yönünde, tüm bileşenleriyle baskıcı ve kuralcı bir eğitim sistemi, diğer yönünde o sistemin nesneleştirerek kalıba sokmaya çalıştığı genç insanlar bulunmaktadır. Derslikler, okul bahçesi, yemekhane, yatakhane, tuvaletler ve okulun çatısı gibi savaş alanlarında üstünlük okul yönetimindedir; öğrencininse tek çaresi isyandır! Okula yeni gelen, iyi kalpli, Şarlovari davranışlarıyla öğrencilerin güvenini ve sempatisini kazanan yardımcı öğretmen Huguet ile öğrencilere durmadan fasulye yemeği yedirmek zorunda kalmaktan mustarip aşçı “Fasulye Ana”yı saymazsak, bu isyanda öğrencinin öğrenciden başka dayanağı yoktur. Hatta isyancılar, “efemine” hâl ve hareketler gösteren Tabard’ı bile savaş planlarına dahil etmekte tereddüt ederler.
ANARŞİST VİGO
Katalan asıllı İspanyalı anarşist bir militan olan ve hapishanede öldürülen babası gibi, her türlü otoriteyi reddeden, toplumsal hiyerarşiyi dayatan kurumlara karşı yıkıcı bir tavır geliştiren Jean Vigo için işle işle bitmez bir konudur yatılı okulların öğrenciyi baskılama, biçimlendirme yöntemleri. Çünkü kendi yaşamı da ailesinin durumu nedeniyle sürekli yer değiştirerek ve yatılı okullarda geçmiştir. Zéro de Conduit’te bu olumsuz yaşam koşullarından ve yatılı okullardaki tanıklıklarından izlere bolca yer verir. Fransız Yeni Dalga’sını esinleyen de kuşkusuz bu yaşanmışlıkları ve gözleme dayalı gerçekçi ögeleri filmin temel malzemesi olarak değerlendiren yaklaşımıdır. Daha sonra bu akımın diğer yönetmenleri bu tavra sık sık başvurmuş, “öteki benlik”leri, yani sinemada yarattıkları ikinci kişilikleri üzerinden “sorunlu toplumun eğittiği birey” tipini beyaz perdeye taşımışlardır.
Hâl ve Gidiş Sıfır’da bu yaklaşım, oyuncu seçiminde de etkilidir: Oyuncular çoğunlukla profesyonel olmayan, sıradan kişilerdir. İsyancı öğrenciler Caussat ve Bruel, Vigo’nun gençliğinden tanıdıklarıdır, Colin ve Tabard da öyle. Öğretmenlerin ise Vigo’nun babasının yattığı hapishanenin “gardiyanları” olması son derece manidardır!

OTORİTENİN ÖRTTÜĞÜ PİSLİK
Vigo, mekân olarak bir okulu kullanıp dar alan çekimiyle neredeyse “kapalı mekân korkusu” üreterek içerikte yer alan eşcinsel erotizme, müstehcene, çocuk istismarı ve başka biçimlerdeki sapıklığa sürreal bir form kazandırıyor: Erkek öğrencilerin okuduğu bu yatılı okulda “Geç uyudun ceza, erken kalkmadın ceza” örüntüsüyle çalışan bir okul yatakhanesi, ispiyon sistemiyle hakimiyet sağlayan okul idaresi, öğrencilerin eşyalarına göz dikmiş hırsız “Fasulye Sırığı”, güzel bir bayanın peşine takılıp öğrencilerini unutan öğretmen, iki öğrencinin birbirlerine eşcinsel yaklaşımı, müdürün çocuklara saldığı korku, yaşlı başlı öğretmenin öğrencisini tacizi, çıplak yatmaya zorlanan öğrenciler… Kısacası ceza ve yıldırmayla hiza verilmeye çalışılan çocuklar! Durum, halk yararından uzak, üretici sınıfların katılımından ve denetiminden yoksun, otoriter rejimlerde aynı; Ha 1930’larda ha 2020’lerde, ha Fransa’da yatılı okullarda ha Türkiye’de MEB’in çocuklarımızı teslim ettiği tarikat yurtlarında!
“Hiza”, tüm nicelik ve nitelikleriyle sınıfsal bir karaktere sahiptir ve evet, tam da okul işidir. Otoriter devlet yönetiminin, beslendiği egemen sistemi sürdürülebilmesi için ne denli zorunlu ve nesneleştiriciyse; demokratik halk yönetimlerinin güçlenmesi, olgunlaşması için de o denli bireyci ve sahte özgürlükçü liberalizmden uzak olmalıdır. Rus yazar ve Anarşizm kuramcısı Pyotr Alekseyeviç Kropotkin, 1889’da yayımlanan Anarşist Ahlak başlıklı metninde “… düşüncenin kaşarlanmış düşmanları -yöneticiler, yasa koyucular, din adamları- özellikle çocuğu eğitim yoluyla egemenlik altına almakla işlerinin başına geçerler.” dedikten sonra ekliyor: “Çocuk ruhu güçsüzdür. Ürküterek ona boyun eğdirmek çok kolaydır; yaptıkları da budur.” Neyse ki Vigo daha uzlaşmacı(!) bir tutumla anlatıyor:
Okul Müdürü, öğretmeni tarafından taciz edilen Tabard’dan tacizci öğretmeninden özür dilemesini istiyor! Karşılığında Tabard’ı affedecektir! “Oğlum Disiplin Kurulu yüce gönüllü, yumuşak kalpli öğretmenin Bay Viot’un ısrarları sonucunda, ailenin saygınlığını, senin iyiliğini ve yarınki Anma Günü’nü de göz önüne alarak bu davranışını affetmeye karar verdi. Özrünü sunman için kendi arzunla bana gelmiş olsan da bu tür özürler, arkadaşlarının önünde tekrarlanmadıkça bir anlam ifade etmez. Bekliyoruz…” Tabard, Vigo’nun babasına ait ve bir Fransız gazetesine manşet olmuş meşhur sözüyle, tam bir anarşist gibi yanıtlar: “Bok çuvalısınız! Tepki anlaşılırdır; zira baba Vigo’yu istisna tutarsak, insan ruhu çocuklukta anarşizmle, gençlikte devrimle, yetişkinlikte sosyalizmle uyumludur!

İSYAAAN!
Ve işte o Vigo’nun “Bok çuvalısınız!” yanıtından sonra isyan başlar. Çocuklar yatakhaneden çatıya bir yürüyüş eylerler gece vakti; görevliye yastık bombalarıyla hücum ederek. Yataklar çekilir, çarşaflar sıyrılır, yorganlar savrulur… Tüyler yumuşacık bir kar yağdırır yatakhanenin içine ağır çekimle. Belki de sinema tarihinin en estetik ve en etkili ağır çekimidir bu; bir savaşın çocukça yumuşatılmış en kabul edilebilir hali! Ellerde ölüm işaretli bayraklarla cephane çatı cephesine taşınır. Okulun çatısı, dost kuvvetlerin hem karargâhı hem yığınağı hem mevzisidir!
Ertesi sabah, günlerdir hazırlıkları yapılan Anma Günü’nün başlangıcıdır. Dışarıda, bahçede tören düzeni kurulmuş; kentin ileri gelenleri, vali ve başkaları tören alanındadır. İçerde ise yatakhane sorumlusu henüz uyanmadan yatağa sımsıkı bağlanmış, etkisiz hale getirilmiştir…
“Savaş ilan edildi
Kahrolsun öğretmenler ve cezaları!
Yaşasın başkaldırı! Ya özgürlük ya ölüm!
Yükselmeli bayrağımız okulun çatısında.
Sağlam duracağız!
Çürümüş eski kitaplarla, kirli teneke kutularla
Kokmuş çizmelerle, bu ihtiyar keçilerle
Anma Günü’nde savaşacağız!”
Ve “dört asi” bütün cephanesini çatıdan aşağıdakilerin kafasına indirir. Öğretmenler, yöneticiler ve tören erkânı kaçışır; bizimkiler muzafferdir, eller havada, görünmez birileriyle dans eder gibidirler! Aşağıdakiler onları selamlar, iyi kalpli Huguet de… Okul yöneticileri çatıya çıkar, isyancılar daha yukarı… Eller sonsuzca yukarıya uzanır, bulutları mı tutacaklar yoksa uçacaklar mıdır? Bu sürreal görüntü, sinemanın büyüsüdür!…
FIN
Hal ve Gidiş Sıfır, eleştirmenleri ikiye böler: Bir kısmı “Takıntılı bir manyağın skatolojik (dışkıbilimsel) bir çalışması!” diyerek filmi aşağılarken, bir kısmı da yönetmenin “ateşli cesaretine” hayran kalır. Bu arada, “Fransızların Can Yücel’i” Jacques Prevert de yüksek sesle alkışlayanlardandır. Ne de olsa o da bir yatılı okul öğrencisidir!
Senaryodaki kışkırtıcı cesaret, resim ve çizimlerdeki beklenmedik animasyon, türlü kamera oyunları ve şaşırtıcı deneyselliklerle tamamlanmış; Vigo olağanüstü bir estetik forma ulaşmıştır. Bize sinema sanatının eşsiz büyüsü kalır.
Bir de veletlerin girişte tren sahnesindeki şebeklikleri ve çıkışta çatı sahnesindeki gerçeklikten “üstgerçekliğe” geçerken verdikleri ders:
Sol çocukluk, “lirik bir anarşizm”dir!