Dil felsefesine önemli katkılarda bulunan Ludwig Wittgenstein, “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” dese de hem “çift eklemlilik” özelliğinin sağladığı kombinasyon olanaklarıyla dilin sınırlarının hiçbir şeyi dışarıda bırakmayacak kadar genişleyebileceğini hem de bilimin, evrenin gizini çözülebilme umudunu taşıdığımızı söyleyebilecek durumdayız…
BORGES’İN ‘KİTAPLIK EVREN’İ
Arjantinli öykücü, şair ve deneme yazarı Jorge Luis Borges’in öyküleri, edebiyatın felsefeyle en heyecan verici kucaklaşmalarındandır. Büyülü gerçekçiliğin büyük ustası, o küçük öykülerinde bizi, sonsuzluk, hiçlik, nedensellik, kendiliğindenlik, zaman, bellek gibi felsefî konuların içinde kitap, ayna, labirent gibi metaforlarla ve kafamızda sorularla dolaştırmaya bayılır.
Babasından yazarlık altyapısını oluşturan zengin bir birikimle birlikte, kendisini adım adım körlüğe götüren miyobu da miras alan Borges, 900 000 kitaplık Arjantin Ulusal Kütüphanesi Müdürlüğü’ne atanınca “Kimse yakınıp yerindiğimi sanmasın / bu lütfundan yüce tanrının, / bana ilahi bir şaka yaptı / kitabı ve körlüğü aynı anda bağışladı…” diye yazar Armağanlar adlı şiirinde. Umberto Eco’nun unutulmaz romanı Gülün Adı’ndaki “kör kütüphaneci” karakterine esin kaynağı da olan Borges, Öteki adlı öyküsünde genç kendisi ile yaşlı kendisini buluşturur; Kum Kitabı’nda bilinmeyen bir dilde yazılmış olan öykü kitabına, sayfaları çevrildikçe yenileri eklenir, sonsuza kadar!
Jorge Luis Borges’in, Dil Yazıları’nın okumakta olduğunuz bu denemesini esinleyen Babil Kitaplığı adlı öyküsü şöyle başlar: “Evren, (kimileri ‘kitaplık’ diye anıyorlar) birbirinden engin hava sütunlarıyla ayrılmış, çok alçak parmaklıklarla çevrili, sayısı belirsiz, belki de sonsuz, altıgen dehlizlerden oluşmuştur. Altıgenlerin hangisinden bakılsa uçsuz bucaksız üst katlarla alt katlar görülebilir. Dehlizlerin dağılış düzeni de değişmezdir. Her yanda beşer uzun raftan toplam yirmi beş raf, biri dışında duvarların tümünü kaplamaktadır, rafların yüksekliği, tavandan zeminedir, sıradan bir kitaplığınkini pek aşmaz. Açıktaki kenarlardan biri dar bir geçide, ilk geçidin ve ötekilerin tıpkısı bir başka dehlize açılır. Geçidin sol ve sağ yanında iki küçük hücre vardır. (…) İkisinin arasında, döner bir merdiven dipsizliklere inerek tepelere doğru ağar. Geçitte, her görünüşün aslına bağlı bir suretini çıkaran bir de ayna bulunur. İnsanlar, genellikle, bu aynadan Kitaplık’ın sonsuz olmadığı sonucuna varırlar; sonsuz olsaydı, bu gözbağcı suret niyeydi?” (Babil Kitaplığı, Ölüm ve Pusula, Çev. Tomris Uyar, İletişim, 1994)
Borges’in evreni birbirine geçişleri olan sonsuz sayıda altıgen odalardan oluşmuş bir kütüphane olarak kurgulaması, bizi daha ilk paragrafta sonsuzluk kavramını felsefi bir sorgulamaya tabi tutmaya davet eder. Çok kısa bir süre sonra bu sorgulamamızın dil içinde kalarak yapılacağı anlaşılacaktır. Çünkü altıgen odaların duvarlarının her birinde beş raf ve her rafta 32 kitap vardır. Kitapların her biri dört yüz on sayfadan oluşmakta, her sayfada kırk satır bulunmakta, her satırda da seksen harf yer almaktadır. Verilerden hareketle permütasyon hesaplarına girişip kitapların sayısını bulmaya çalışan okur unutmasın ki, altıgen odaların sayısı sonsuzdur. Bu “kitaplık evren”, bağışlanmış soylu rafları, giz yüklü ciltleri, yolcuya sunduğu tükenmez merdivenler ve kütüphanecisiyle tanrının elinden çıkmış bir düzenliliği işaret eder!
Kitaplara gelince onlar, 25 harften oluşan bir alfabenin “harf”, “nokta”, “virgül” ve “boşluk”ların olası tüm kombinasyonlarını içerecek biçimde yazılmıştır. Öyle olunca bu “kitaplık evren”de tüm dillerde yazılmış ve yazılması mümkün olan, içerikleri tümüyle anlamlı veya anlamsız ya da kısmen anlamlı veya anlamsız bütün kitaplar bulunmaktadır. Örneğin baştan sona “m”, “r”, “v” harflerinin bu sıradaki örüntüsünün durmadan yinelendiği dört yüz on sayfalık bir kitap ya da bin beş yüz doksan dördüncü devrede bir altıgende bulunan ve sadece sondan bir önceki sayfasının alt satırında, zorlarsak anlamlı kılabileceğimiz “Ey zaman, pramitlerin senin.” biçimindeki söz dizisi olan başka bir “mrv” kitabı…
Kötücül bir yaradanın ürünü olabilecek “kusurlu kütüphaneciler”, yani insanlar böyle bir evrende bulunmaktan, sonsuz sayıdaki kitaplar aracılığıyla tüm bilgilere sahip olmaktan mutlu olsalar da rastgele kurulmuş harf, noktalama işaretleri ve boşluk dizisinden oluşan bu kitapların bir anlamı olması gerektiğini düşünürler. Resmi araştırmacılar, yani engizisyoncular tüm kitapların varlık gerekçesini açıklayabilecek, “kitaplık evren”in sırrını çözecek bir “kitapların kitabı” bulunduğuna inanırlar ve bu gizemli kitabın peşine düşerler. Her açıklama girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca gizini çözemedikleri kitapların, eski ya da bilinmeyen dillerde yazıldığını düşünürler.
Bu “kitaplık evren”de beş yüz yıl önce iki sayfasında okunabilir bağlaşık ve bağdaşık satırlar bulunan bir kitap keşfedilir; yüz yıla kalmadan kitabın Litvanya lehçesinde yazılmış olduğu anlaşılır. Bu bulgular bile, engin “kitaplık evren”in temel yasasının keşfini sağlamaya yetmiştir. Artık kitapların tümünün, farklılıklarına karşın eşit harf, nokta, virgül, boşluk ögelerinden oluştuğu bilinmektedir ve birbirinin tıpkısı iki kitap yoktur. Yani kitaplık evren, akla gelebilecek her konuda, her biri farklı düzen ve birleştirmelerle yazılmış sonsuzca kitabın tüm dillerdeki çevirilerinden oluşan bir evrendir.
BİZİM DİL EVRENİMİZ
Borges’in Babil Kitaplığı adlı öyküsündeki “Kitaplık” metaforu, “kitaplık evren”deki kitapların birçoğu gibi anlaşılmaz değildir. Onun öykü dünyasında evren, dinler, insanlar ve doğanın mevcut düzeni her zaman gizemli görünür; büyülü gerçekçilik biraz da böyle işler çünkü. Bir kütüphane betimlemesiyle başlayıp, evrene, dünyaya, insanın varoluşuna ve dinlerin ortaya çıkışına uzanan; adıyla kutsal kitaplarda anlatılan dillerin türeyişi mitlerine de göndermede bulunan “Babil Kitaplığı”nda bizi bu yazı kapsamında, insanlığın bilme merakı, inanç ve anlam arayışı çabalarının yanında, bunun dil evreninde yapılıyor olması ilgilendiriyor. “Kitaplık evren”deki sonsuz varoluşu açıkladığına inanılan kitaplardaki ses, sözcük, noktalama ve boşluk kombinasyonları ile sınırsız duygu ve düşüncelerimizi ifade edebildiğimiz dilimize ait ögelerin sağladığı “çift eklemlilik” olanaklarıyla oluşturabildiğimiz birleştirmeler arasında bir analoji kurabiliriz.
Nihayet duygu ve düşüncelerimizi sözcük dediğimiz tek tek ses dizileriyle değil, o sözcüklerin birleşme olasılıkları havuzundan seçtiğimiz çeşitli düzenlerle dile getiriyoruz. Her ne kadar belli bir ses ya da cümle dizisinden iki insanın tıpatıp aynı şeyi anlaması olanaksızsa da aynı dilde konuşup yazan iki kişiden birinin “Kalemi al.” dediğinde diğerinin “Bardağı ver”mesi de olası değildir. Zira belli kavramları işaret eden göstergelerin herkesteki anlamları az çok aynı değilse, konuşup yazmayı bırakmamız gerekir!
Peki, dil yoluyla düş, düşünce, duygu, istek, haber ve bilgi iletme süreci nasıl çalışıyor? Örneğin, dilimin sözcük dağarcığından üç sözcük seçiyorum: İzlemek, biz, film. Bu üç sözcükle dilimin diğer olanaklarını kullanarak neler yapabilirim? Dildaşlarım için de aynı anlamları taşıdığını umduğum bu sözcüklerden amaçladığım anlamı taşıyan bir cümle oluşturabilmem, onları dilime ait gramer kurallarına uyarak bir araya getirmeme bağlı: “Biz film izliyoruz.” Bizim şu anda herhangi bir film izlemekte olduğumuzu, bir sözcüğe iki öge ekleyerek anlatabildim. Eylemin “şu anda” anlatmak amacım “-yor”u gerekli kıldı. “Biz” öznesi ise “-uz” ekini ilgili yere koymamı gerektirdi. Eğer “herhangi” değil, “belli bir film” izliyor olsaydık, “film”e de “-i” eki takmam gerekecekti: Biz filmi izliyoruz. Takıları sabit tutarak bu üç sözcük ile altı diziliş ve dolayısıyla az çok yakın anlamlı altı cümle elde edebilirim.
Aynı cümleden “-i” ekini çıkararak anlamlı birkaç farklı diziliş de oluşturabilirim. Öte yandan “-yor” yerine “-di”, “-uz” yerine “-k” ya da ilkinin yerine “-ecek”, “-miş” veya “-r”, ikincininkine “-iz” yazarak veya başka eklerle dilek-istek, koşul gibi cümleye başka anlamlar da kazandırabilirim. Bunlarla da farklı kombinasyonlar içinde farklı anlamları ortaya çıkarabilirim. Hatta şimdiye kadar oluşturduğum dizilişleri sabit tutarak onlara ayrı ayrı “-me” olumsuzluk ögesini “izle-” eylem gövdesine takarak, şimdiye kadar elde ettiğim tüm anlamların sayısını 2 ile çarpabilirim. Bitmedi, her üç sözcükten sonra “mi” ögesi getirerek buraya kadar kurduğum tüm birleştirmelere bir de soru anlamı kazandırabilir, yine de dilimin olanaklarını tüketemem. Üstelik bunların her birini, okuma veya işitme hızında değil, düşünce hızında yapabilirim.
Bunun gibi daha da çoğaltabileceğimiz örnekler, dillerin dil bilgisel yapıları olan cümle formlarına dayanıyor. Yazarken bu biçimlerle yazıyoruz, ama konuşurken sade cümleler değil ifadeler kullanıyoruz ve çoğu zaman cümle formundaki ifadelerin onlardan çok daha fazla anlamlandırma olanakları olduğunu biliyoruz. “Seni görmek istemiyorum!” sözüne karşı söylenen ve bir cümle kuruluşunda olmayan “Vay be!” ifadesi, bağlam içinde bir cümlenin anlamından çok daha fazlasını iletebiliyor.
Dilimin üç sözcüğü ve birkaç ekiyle yukarıdaki örneklerle kurmaya çalıştığım anlamlar henüz bitmedi, ama yazıyı daha fazla bir gramer dersine benzetmeden, sözü Borges’in Babil Kitaplığı’na bağlayalım: Sadece üç sözcük, birkaç ekle ve anlamlı olmak kaydıyla yüzden fazla cümle kurabiliyoruz. Öyleyse anlamlı olmak koşulu aranmadan 25 faktöriyel sesle oluşabilecek sözcük birimleri, boşluk, nokta ve virgül ile yazılmış, 410 sayfalık sonsuz sayıda kitabın anlamlı satırlarını bulup çıkarmaya çalışmak, hem dillerin “çift eklemlilik” özelliğiyle sağlanan olanaklarını göstermekte hem de bilimin evrenin gizini çözülebilme umudunu…
“Dil felsefesine önemli katkılarda bulunan Ludwig Wittgenstein, “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” dese de dilin sınırlarının, hiçbir şeyi dışarıda bırakmayacak kadar genişleyebileceğini rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız artık.
HARİKA BİR ÇALIŞMA,KALEMİNİZE VE YÜREĞİNİZE SAĞLIK
Güzel bir yazı olmuş. Teşekkürler hocam.