Yalan ve Dil 2

‘Göstergebilim’in Yanılgısı

“Efsanevi Dilbilimci”, “Büyük Türk Dilbilimcisi”, “Emekli Profesör” gibi kendisine yak(p)ıştırılmış “yalan” sıfatını reddetme cesareti gösteremeyen Yusuf Aksu; çevirmen, dilbilimci, romancı, öykücü Tahsin Yücel’in elinde Yalan romanının bir “antikahraman”ı olarak, yaşamın tüm yalanlarının nasıl oluşturulup sürdürüldüğünün bir “göstergesi” ve toplumsal ikiyüzlülüğün açıklayıcı bir parodisi olur çıkar.

Yalan, yapısal dilbilim çalışmalarına ve onun verileri üzerine inşa edilen göstergebilim alanına katkılarıyla bilinen Tahsin Yücel’in parodik bir romanıdır. Parodi, Yunus Aksu ve Yusuf Aksu karakterleri üzerinden, onların Ferdinand de Saussure’nin Genel Dilbilim Dersleri’ne yönelik eleştirilerine ilişkindir. Arka planda ise çok daha büyük bir olgunun, entelektüel çevrede, bilim alanında ve üniversitelerde emek vermeden kes-yapıştır yoluyla çalarak ulaşılan sanların, makamların; giderek toplumda sorgulanmadan kabul gören “başarıların” ve bu “başarıları” toplumsal bir uzlaşıyla kabulünün eleştirisi vardır.

Yücel’in göstergebilimin dil alanındaki verilerini bolca kullandığı Yalan romanında, genç yaşta yitirdiği arkadaşı Yunus Aksu’nun kişiliği üzerine kendi entelektüel yaşamını inşa eden Yusuf Aksu, onun “dil”le ilgili aykırı düşüncelerini sahiplenmek, çevresinin de teşvikiyle savunmak “zorunda” kalır. Yusuf Aksu’nun “Yazı”nın dile tarihsel önceliği tezi (Bkz. Yalan ve Dil 1), Saussure’nin gösterge kuramının yanlışlığı ve André Martinet’in dilin çift eklemliliğinin geçersizliği tezi, roman boyunca türlü paralellikler ve metinler arası ilişkilendirmeler yoluyla ortay konur. Örneğin Ferdinand de Saussure’nin, Genel Dilbilim Dersleri’ni yaşıyorken yazmadığı ve yayımlamadığı gibi Yusuf Aksu da “…insanlardan kuşlara, balıklara, böceklere, hatta otlara değin, tüm canlı varlıkların dilini anlatacağım!” dediği, adı konmuş kitabı Evrensel Dilbilim’i bir türlü yazıp yayımlamaz.

Adını “büyük dilci”ye çıkarmalarına önce direnir, ama bir süre sonra boyun eğmek zorunda kalıp bu sanı kabullenir Yusuf Aksu. Bundan sonra yapısalcı dilbilimin bütün kavram ve kurallarını tersine çevirir; hatta on binlerce maddelik ansiklopedide birkaç satırlık bir maddeyle “bildiği” Saussure’nin gösterge kuramıyla “…sarhoşun biriymiş; bu yüzden olacak, doğruyla yanlışı birbirine karıştırıp dururmuş.” diyerek dalga geçer: “Sese gösteren adını verir, sonra tutar, nesneyle ses arasına bir de kavram sokuşturur; nesneyle sesin arasında nesnenin kavramı ne oluyor ki?” diye söylenir. “Kafası karışık bir adamdır, nesne ortada dururken neden araya bir de kavram sokarak işleri büsbütün karıştırmalı ki?” der ve eleştirilerinin hedefini genişletir: “Dilciler böyledir, her şeyi birbirine karıştırırlar… Dili gerçek bir iletişim aracı sanıyorlar.” Bu yönüyle Yusuf Aksu, İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure’nin dizgeleştirici, sınıflandırıcı ve yapısalcı yaklaşımı dışında üretici ve dönüşümsel bir yaklaşım geliştiren Amerikalı dilbilimci Noam Chomsky’e yaklaşır.

Ferdinand de Saussure

Kendisine mülakat için gelen gazeteci Bayram Beyaz, dil konusundaki bilgisini paylaşmakta çok ketum olduğunu düşündüğü Yusuf Aksu’nun bu konudaki düşüncelerini öğrenmek için, Ferdinand de Saussure’nin ölümünden sonra öğrencileri tarafından, ders notlarının derlenip düzenlenmesiyle hazırlanan Genel Dilbilim Dersleri adlı kitabının Türkçe çevirisini alır ve okur. Göstergebilimin kurucusu Saussure, bilindiği gibi dili iki ayrı ulamda ele alır: Birincisi “dil” (langue), soyut dil kuralları dizgesini tanımlar; ikincisi “söz” (parole), dilin bireysel kullanımını anlatır. Hem Saussure’nin hem de ondan sonra yapılandırılan dilbilim çalışmalarının dayanağı olan “dil-söz” kategorileştirmesi, Yusuf Aksu’nun da Bayram Beyaz’ın da aklına yatmaz.

Yunus Aksu’dan (ç)aldığı bir tanımla dili “insanları yetersiz bir sözcük dağarcığının içine kapatarak aralarında gerçek bir iletişim kurmalarını önleyen yapay bir dizge” olarak betimleyen Yusuf Aksu’nun Saussure’yi sarhoş olarak nitelemesi, Bayram Beyaz’ın hoşuna gider. Beyaz da Saussure’nin tam bir alkolik olması gerektiğini, çünkü her şeyi çift gördüğünü düşünür. Öyle ya dil dedi mi yanına bir de söz getirmekte, gösterge dedi mi gösteren ve gösterilen diye ortasından ikiye bölmekte, bu kadarı yetmezmiş gibi bir de nedensizini ve nedenlisini ayırmaktadır. Sonra da sözcükle nesne arasına kavram ve işitim imgesini sokup konuyu temelli içinden çıkılmaz bir duruma getirmektedir: “Anlayabilirsen anla! Bunca insan nesini beğenmiş ki bu adamın?”

Saussure’nin “gösterge”sinin ayrılmaz ikilisi “gösteren” ile “gösterilen” arasındaki ilişkinin “nedensizliği” gibi, “o olmadığı” halde çevresindekilerce “öyle görülen” Yusuf Aksu, yüzünden Yunus Aksu maskesini çıkarma cesareti gösteremediğinden, onun tezlerini savunmak ve sürdürmek zorunda kalır.

Bilindiği üzere Genel Dilbilim Dersleri’nde Saussure, gösteren ile gösterilenin bütünlüğünü belirtmek için “gösterge” teriminin kullanılmasını önerir. Dil göstergelerinin bir kâğıdın iki yüzü gibi ayrılmaz iki ögesi olduğunu söyler: Gösteren ve gösterilen. Gösteren, “k.i.t.a.p” örneğindeki gibi seslerden oluşur, ses/işitim imgesidir; gösterilen ise “bir araya getirilmiş, basılı veya yazılı kâğıt yaprakların bütünü” gibi gösterenin işaret ettiği anlam, yani kavramdır. Ona göre dil göstergelerinde gösterenin sembolik bir işlevi vardır, bu nedenle gösterilen nesneyle arasında bir nedensellik ilişkisi bulunmaz. Nihayet “Bir araya getirilmiş, basılı veya yazılı kâğıt yaprakların bütünü”nü, olgusal bir nedene dayanmadan Türkler “kitap”, Fransızlar “livre”, İngilizler “book”, Almanlar “buchen” göstereni ile çağırır.  Görüldüğü göstergenin bu iki ögesi arasında bir nedensellik ilişkisiyle değil, toplumsal uzlaşımla sağlanan bir adlandırma söz konusudur.

Yusuf Aksu ile Bayram Beyaz, Saussure’nin işte bu gösterge kuramını sorgularlar. Bayram Beyaz, göstergenin gösterenle gösterilenden oluştuğunu, gösterenin ses, gösterilenin kavram olduğunu anlıyordur; ama nedenini anlamıyordur. Yusuf Aksu bu durumu şöyle açıklar: “Adamlar dilsel gösterge nedensizdir diyorlar, üstelik gösterilen nesne değil de kavram oluyor. Örneğin, ben size bardağı elime alıp, ‘bu bir bardaktır’ diyorum, onlar bardağı değil, kavramı gösterdiğimi söylüyorlar.” Bayram Beyaz “hoca”sını tam bu noktadan dürter: “Göstergenin nedensizliğine de pek aklım ermedi, hocam: Bizim ‘kara’ dediğimize İngilizler ‘black’ diyor diye dilsel göstergenin nedensiz olduğu söyleniyor, oysa bunun bir nedeni bulunması gerekir herhalde, öyle değil mi hocam?”

Göstergebilim kuramını eleştiren ve dilsel göstergelerin nedensiz olduğu tezine katılmayan Yusuf Aksu, gazeteci Beyaz’a hak verir. Göstergelerin bu nedensizlik ilişkisi savına şiddetle karşı çıkar; Avrupalı ve Amerikalı dilbilimcilerin dil göstergelerinin nedensiz olduğunu söylemelerini “Dünyanın çivisi çıkmış!” diye eleştirir. Saussure’nin kuramının saçma olduğuna karar verirler. Öyle ya “yirmi” sözcüğü de “iki” sözcüğü de nedensizdir, ama “iki”yi “yirmi”ye ekleyip “yirmi iki” dedin mi dilbilimciler buna “ikincil nedenlilik” derler.  Yusuf Aksu, bizim “kara” dediğimize İngilizlerin “black”, Fransızların “noir” demelerinin, ötüşlerin yerini alan dillerin insanları ve toplumları böldüğünü gösterdiğini ileri sürer. “Hayır, gösterge de, gösteren de, gösterilen de yok benim kitabımda. İnsanların konuşmakta oldukları tüm dillerin sakat, yarım, yetersiz olduğunu düşünüyorum. (…) Tüm bu diller insanlar arasında anlaşmayı engellemek için çıkarılmış ortaya.” der.

Yakınlarının zorlamasıyla katıldığı Uluslararası Dilbilim Günleri’nde “İnsanoğlu uygarlık yolunda dev adımlarını atmaya başladığı zaman, henüz konuşmasını bilmiyordu, ama yazmayı ve okumayı biliyordu.” ve “Dilciler genellikle tersini söylerler, ama yazının resimden çıktığını benimsiyorsak, onun eklemlenimli dilden önce yaratıldığını da benimsememiz gerekir.” biçiminde kurduğu iki cümleden sonra, protestolar nedeniyle kürsüden ayrılmak zorunda kalan Yusuf Aksu’dan medya, kendisini yabancı profesörlerin bile anlayamayacağı derinlikte “efsanevi dilbilimci”, “büyük Türk dilbilimcisi, emekli Profesör Yusuf Aksu” çıkarır.

Bu “yalan” sıfatlarını reddetme cesareti gösteremeyen Yusuf Aksu, çevirmen, dilbilimci, romancı, öykücü Tahsin Yücel’in elinde yaşamın tüm yalanlarının nasıl oluşturulup sürdürüldüğünün “göstergesi” ve toplumsal ikiyüzlülüğün açıklayıcı bir parodisi olur çıkar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir