Edebiyatımızda Öğretmen İmgesi’ başlıklı yazımızın bu üçüncü ve sonuncu bölümünde Köy Enstitülerinin, 70/80 Kuşağı’nın öğretmen şairlerinin ve İkinci Yeni’nin çıkıntı şairleriyle diğer öğretmen şiirlerinde ‘öğretmen imgesi’nin izini sürüyoruz…
Köy Enstitülü Şairler
‘Dokuz dizede üç hikâye! Ve hikâye öğretmen yaşanmışlığıyla veriliyor. Doğrudur, şiir hikâye anlatmaz; Rıfat Ilgaz da anlatmıyor zaten, siz sınıfın devamsız, tembel ve dalgın öğrencili üç hikâyeyi kendiniz yazıyorsunuz. Okuduğunuz bu şiirin arkasına ekleniveriyor bu üç hikâye sizde.’ diye bitirmiştik önceki bölümü.
Şiirle hikâyeye gönderme ihtiyacı, evet bir ihtiyaç, en azından şair-öğretmen bağlamında daha çok aydınlanmış “şair öğretmen”e özgü bir tercih, hatta bir zorunluluk! En çok da Cumhuriyet’in kültürel aydınlanma olanakları olan Köy Enstitülü şair öğretmenler için geçerli bu söylediğimiz. İşte bir hikâye de Talip Apaydın’dan, ama nasıl pırıl pırıl, aydınlık dolu:
“(…) at koşar gibi çayırlarda
Selâhattin öğretmen konuşuyordu
Köyün kara topraklı evleri
İlerde her şeyden habersiz
Kendi hayatını yaşıyordu
Ama bir çiftçi sıvamış kolları
Havada çift günlerinin kokusu
Bir pulluk ham toprakları işliyordu”
Bir başka Köy Enstitülü “şair öğretmen” Mehmet Başaran, hem birey olarak kendini koyar memleket acılarının odağına;
“Ben ömrümce köylere gittim
Taşlar arasından ıssız yollardan
Garip akşamlar içine
Tek başına ışıdığı yere okulların
Avuçlarımda yüreğimi götürdüm
Nedir çekisi kişinin
Gördüm orada gördüm (…)”
hem de memleketi kendi acılarının odağına boylu boyunca:
“Avucumun içi gibi bilirim şimdi
Trakya’yı Anadolu’yu
Havası nefesim toprağı ekmeğim
Kasabaları köyleri ne haldedir
Nasıl geçinir insanları bilirim”
Bir başka Enstitülü şairimiz de Ali Yüce’dir. Köy Enstitülü öğretmenlerin “en şair”i! Yüce, toplumcu gerçekçi bir anlayışı çağrışımlı, ironik bir dille “boncuk şiir” denen bir yapıyla işledi. Her “öğretmen şair” gibi eğitim üzerine az yazdı, onlardan biri de “Anıt”tı:
“Biz ilkokulda okurken
Zil çalınca mısır gibi patlardık
Niçin patlardık bilmem
Niye sığmazdık koridora
Öğretmenim
(…)
Sen bize güldüğün zaman
Nerden gelirdi gözlerin
Sen bize küstüğün zaman
Yüzün nere giderdi
Öğretmenim”
“Öğretmen” Şairleri
İbrahim Zeki Burdurlu da “şair öğretmen”lerden. Kıbrıs’ta Türk liselerinde ve İzmir Eğitim Enstitüsü’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Şair öğretmenlere ilgisi yüksekti ve onların şiirlerini derlediği iki antoloji hazırladı. Halk şiir geleneğini olanaklarını kabullenici bir tarzla yazdığı eğitim şiirlerinde öğretmeni idealize etti:
“Sen geldin güldük hepimiz
Çünkü sen hep büyütensin
Filiz filiz açıldıkça duygular
Yetişen fidanları içten görensin.
Bir anımı yazdım şuraya;
Bilgi beşiğinde salladın bizi
Kaldırdın ilk adımda yerden
Mavi göklere yolladın bizi.”
Sözler, öğrenci ağzından söylense bile bilinç “şair öğretmen”indir.
Öğretmeni öğrenci ağzından yücelten bir başkası da öğretmen şiirleri antoloğu ve siyasetçi Feyzi Halıcı’dır. Hem halk şiirinin hece hem de Divan şiirinin aruz ölçüsüne yatkın, zengin uyaklı şiirlerinde epik, didaktik hava egemendir:
“Henüz bir öğrenciyim yedi sekiz yaşında
Bir elimde tebeşir kara tahta başında
İşte arkadaşlarım burdalar, artık şenim
Ders anlatacak şimdi gül yüzlü öğretmenim
Sen de yaşayacaksın bu aşkı destan destan
Gelişecek ilimle elbet bu güzel vatan
Bir yolun başındasın en güzel en ideal
Bu mutlu yolculuğa ne olur beni de al”
Bir başka şair, Atatürk ve öğretmen şiirleri antoloğu da Halim Yağcıoğlu’dur. İdealist bir öğretmeni anlattığı,
“Niyazi Bey, alnından öpeyim seni
Bu ulus bu yurt yaşıyorsa
Senin yüzünden yaşıyor”
dizelerindeki dil ve şiir dışı ifadeleri görmezsek, iyi niyetli öğretmen şiirleri yazanlar kümesine koyabiliriz Yağcıoğlu’nu da. Öğretmen Okulları’nın kuruluş tarihi olarak kabul edilen 16 Mart 1848’i “16 Mart Şarkısı”yla selamlar. Bu bir değerbilirliktir:
“Tümünüz iyi çocuklarsınız biliyorum
Bir kalp arıyorsunuz size yakın
Bir ağabey, bir baba, bir dost kalbi
Fakir bir öğretmenim ben çocuklar
Kalbimi sizlere veriyorum.”
Nahit Ulvi Akgün ise “öğretmen şair”lerimizden. Yalın bir söyleyişle yazdığı aşk ve duygu dolu şiirlerini, bireyin yaşam ve toplum karşısındaki tavrını, tepkilerini dile getirdiği şiirleri izler. Eğitim üzerine ender şiirlerinden biri “Tanıdığım Öğretmen”dir, öğrencilerini anlatır:
“İşte türlü halleri öğrencilerin,
Kimini hoş görür, kimine göz yumarsın.
Hepsinin cıvıl cıvıl atan kalbi,
Yaşadığın anlardan belli.” (…)
Tıpkı Hisar dergisi ve Hisarcılar grubunun kurucularından şair, araştırmacı ve güfte yazarı İlhan Geçer’in Işık Dalı imgesiyle idealize ettiği öğretmene dair dizelerdeki gibi:
“Gözlerin vardır öğretmenim,
İleri ve aydın ufuklara bakan gözlerin,
Boğar ışığını yobazlıkların,
Mutlu yarınlar, muştular,
Sıcak ve derin. (…)”
Şiirle Düşünen Anday
Orhan Veli ve Oktay Rifat’la birlikteTürk şiirinde köklü bir yenilenme hareketinin öncülerinden olan, tiyatro oyunu, roman, deneme, makale yazarı ve şair Melih Cevdet Anday’ın öğretmenlikle ilişkisi, İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü fonetik-diksiyon eğitmenliğidir. “Bir İlkbahar Şiirine Başlangıç” şiiri tam da şairce bir düşünüşün ürünüdür:
“Hava ne kadar güzel öğretmenim
Yollar ağaçlar kuşlar ne kadar güzel
Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim
Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın
Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya
Bütün bitkiler, bütün hayvanlar, bütün taşlar
Sürüngenler, konglomeralar, serhaslar
Hepsi hepsi ortada öğretmenim.
Ne olur biz de gidelim
Burda kalsın kitaplar
Burda kalsın karafatmalar
Kollarından bacaklarından gerilmiş
kurbağalar Burda kalsın hepsi
Bomboş kalsın hepsi
Bomboş kalsın evler okullar
Hapishaneler hastaneler…
Öğretmenim, sevgili öğretmenim
Sırtımıza alırız hastaları
Kim bilir ne özlemişlerdir kırları…
Ya mahpuslar?
Ne sevinirler kim bilir
Sarılıp sarılıp öperler adamı.”
Bu, öğretmenle öğrencinin yer değiştirdiği; öğretmenin öğrenen, öğrencinin öğreten olduğu sağlam bir şiirdir ve öğrenme mekânını okul ve sınıfla sınırlayan, durmadan kendini yineleyen, sosyal hayattan kopuk bir müfredata etkili bir eleştiridir ki ancak bir “şair”den gelebilir!
Öğretmen Babaya Güzelleme
“Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici – hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti (…)
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.”
“Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim” şiirinin dizelerinde sevilen baba; öğretmen, eski millî eğitim bakanı, Köy Enstitüleri’nin kurucusu Hasan Âli Yücel, seven şairse samimi dili ve dengeli sesi ile Türk şiirinde farklı bir tarz yaratmış olan Can Yücel. İşte Türk eğitim tarihinin en büyük devrimcilerinden biri olan bir babanın oğlundan “Öğretmenin Düşü”yle “hayat bilgisi” dersleri:
“Mavi kalemle yordum bu düşü
Su resimleriyle öğrencilerin
Göğerttik bozkırın sarı defterini
Şu yoncalar yurttaşlık bilgisi
Geçen gün okudum söğütlerin tarihini
Bir çiğdem var onlar kadar yiğit
Şu bey şu eşek şu yaban şu işçi arı
Biz beş sınıfta kaldırdık bütün sınıfları”
İkinci Yeni’de Okul
Nesnel gerçekliği bir dil gerçekliğine dönüştüren ve modern Türk şiirinin önemli dönemeçlerinden biri olan İkinci Yeni şiirinde, “Birinci Yeni”sinde de olduğu gibi, şiire ait konular listesi yoktur. Yaşama dair her şey, standart dil içinde ayrı bir dil olan şiirce söylenmek kaydıyla şiire konulabilir.
Cumhuriyet dönemi şiirinin, lirizmiyle, erotizmiyle, politik duruşuyla “en özel vitamini” olan Cemal Süreya, “okul”u tehlikeli bölge ilan eder; üstelik iki kere: Dikkat, Okul Var!
“(…)
Şanssızım diyemem ben kendi payıma
Oluyor böyle şeyler ara sıra
Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim
Bütün çocuklar anlar da”
Bütün çocuklar anladığı halde neden girmez okul kitaplarına Cemal Süreya’nın şiiri? Çünkü okul, çocukları tehlikelerden, hayattan ve tabi şiirden de korumak zorundadır! 1973’te yazığı bir mektuba bir kere daha “Dikkat Okul Var!” dizelerini yazar ve çocukları şiirden koruyan okulun bu tavrını gerekçelendirir:
“(…)
Alevdir çünkü benim şiirim
Hayatın alev halidir
Çiçek tozudur
Kırılmış dalın türküsüdür
Nasıl şık şık berber makası
Odur
(…)
Şiiri de büyük şovlarla yazmıyorum
Ama alevimi kimse görmüyor da
Dumanlarım (tanık şairler) önemseniyor
Dikkat okul var!”
Bu şiir burda biter.
Son dize çerçeve içindedir; tıpkı bir uyarı levhası gibi! Şair bu dizeyle çok ağır bir tokat atar yasakçı resmi eğitim sistemine. Okulu hayattan koparan eğitim anlayışınadır bu tokat; idealizme dayanan davranışçı, ‘esasici’ eğitimedir.
Bir başka İkinci Yenici Ece Ayhan ise böyle bir eğitim anlayışına tokat atmak ne kelime, kurşun sıkar. Ezberci eğitimin öldürdüğü çocuk duyguları ve yönsemeleri Ece Ayhan’ı çileden çıkarır. Ondaki çocuk sevgisi yüzyıl öncesinin Tevfik Fikret’inkinden eksik değildir. Şiirinin farklı sözdizimi, uzak çağrışımlara ve alışılmadık bağdaştırmalara dayanan örtülü anlam yapısı içinde, yer yer kıvılcımlar halinde beliren anlam uçları bile ezberci, hayattan kopuk, yerleşik eğitim sistemini nasıl salladığını görmemize yeter. İşte “Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler”:
“Erkek ölümden konuşuyoruz yeni ormanlardan
dahi “dikeni seven gülüne katlanır bir kadın”dan.
Haramiler ki kırkın üstünde artık sayıları
bir küçük tabut tabakada gezdirirler ölüleri fakfon
burunları çekmek üzere, ince çağrışımlıdır.
Ey orta ikiden ölerek ayrılan çocuklar! aslında başlayan
askerler tabiatta hâlâ tramvaydan Sirkeci’de mi inerler?
süsüne kaçılmamış bir cenaze törenine gitmek için.”
Bu şiiri yazdıran acıklı haber ise şudur: “Gazetede bir haber okudum. Orta ikiden belge lan bir çocuk intihar etmiş. Ertesi gün aynı gazetede ise gecikmiş bir ilan vardı: ‘Eve dön oğlum, seni affettik!’”
Çocuk ve eğitim, temalarını şiirine sıkça konuk eden Ece Ayhan, elit ve seçkin insanı amaçlayan, değişime kapalı, evrensel ve sabit bir eğitim programına odaklanmış eğitim felsefesi olan ‘daimiciliği’, Meçhul Öğrenci Anıtı adlı şiiriyle topa tutar:
“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
-Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.”
Ece Ayhan’ın eleştirilerinden öğretmen muaftır sanmayın; eğitim öğretim uygulayıcısı olarak sınıf yönetiminden sorumludurlar:
“En arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne
İntihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar”
ve
“Dökülecekler
1. Uç Doğu. Anadolu’yu anlatacaktır öğretmen. Haritayı asar.
2.Bütün sınıf korkmuştur; göller, ırmaklar dökülecekler!”
dizeleriyle ezberci eğitim yöntemlerinden kendini kurtaramamış öğretmeni bir güzel döver!
Kaç, çekil, savul:
(…)
7. Çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali!
Hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız
8. Kurşunkalemle de olabilir
Yort Savul!”
Bu bir isyandır!
Şiirin öğretmeni de romanınkine benzer bir eşzamanlılıkla günümüze doğru yol alıyor. Cumhuriyet’in hemen öncesinde ve sonrasında yeni bir devlet ülküsünü, ülkenin en ücra köşelerine taşıma misyonunu üstlenen ve bunu başarıyla yerine getiren öğretmen, günümüze yaklaştıkça dönüşüyor ve sistemle birlikte eleştirinin odağı haline geliyor; en azından eğitime eleştirel bakan “çıkıntı” şairlerce.
Gülten Akın ve Üç Öğretmen Şair
Gülten Akın’ın öğretmeni de erken Cumhuriyet öğretmenleri gibi idealize edilmiştir; ama önemli bir farkla: Aydınlığından rahatsız olan feodal güçler ve Cumhuriyet ülküsünü yitirmiş, devlete çöreklenmiş egemenlere, halk adına kafa tutan devrimci öğretmendir idealize edilen ve onun kavgasıdır. Adı Öğretmen Türküleri; ama türkü değil, bir ağıttır bu:
“(…)
Yoksul yeşerten beş öğretmen
Yürü deseler taşlar yürürdü
Anayasa suç belgesi gibi çantalarında
Almışlar geçmişti çoktan öyle ya
Sonra bin bir soru bin bir soruşturma
Ve sürgün ülkenin uzak uçlarına”
Başka bir türkünün kavuştağı da devrimci öğretmenin önderini söyler:
“Öğretmen can verir bin yemişli dal gibi
Önderi başöğretmen Mustafa Kemal gibi”
Günümüze doğru bir adım daha atarsak mesleği öğretmenlik olan üç şairle daha karşılaşırız. Bunlardan biri toplumcu lirizmin önemli şiirlerinden “Su Çürüdü”nün şairi Ahmet Telli. “Ben Kelhok Köyünde Öğretmen” adlı şiirinde ülkenin gönülden de uzak bir köyünü, bireysel gurbetiyle birlikte betimlerken mesleğine ilişkin bir belirlemede bulunmaz; ama Doğu’nun bir köyünde öğretmenin yalnızlığına gönderir bizi:
“Ben Kelhok köyünde öğretmen
Kopup gelmişim başkent yöresinden
Irmaklar geçmişim dağlar geçmişim
En son istasyonda inmişim trenden
Köye girmişim bir gece yarısı yorgun argın
Ertesi gün alıp bu ilk mektubu yazmışım
Ben Kelhok köyünde öğretmen
On dokuzuma yeni basmışım”
Telli’nin gittiği o uzak köylerin, kasabaların birinden bir başka “öğretmen şair” Seyyit Nezir İstanbul’a dönmektedir. Şiirlerine “zamanın acıları sürülmüş” şairin Çocuk ve Öğretmen başlıklı şiiri görev yaptığı okulundan ayrılırkenki gözlemlerini ve duygularını hikâye eder; Doğulu çocukların selamını götürür İstanbullu çocuklara. Bu selam, Doğu insanının, Doğu-Batı ayrılığını aşan “aynılığı”dır; öğretmense bir kere daha köprüdür bir ayağı Doğu’da bir ayağı Batı’da :
“Ayrılıyor işte kasabadan
elinde bavul, gönlünde dinmez bir yara
Hep acıyacak parmakları, gözleri yaşaracak
tozlu fotoğraflara
Hele bir tanesi, yüzü çıban içindeki çocuğun
hayatının en büyük iyiliğini
tandır ekmeğini verirkenki yüzü
o yüzü hep taşıyacak avuçlarında
Ve dudaklarında ona dair bir acı mısra
selam söyle bizden, iyi söyle
İstanbullu gül yüzlü çocuklara.”
1970’li yılların şiirinde, ayakları yurdunun kültür toprağına basan önemli şairlerden biriyle, “öğretmen şair” Ahmet Özer’le bitirelim bu yolculuğu. Öğretmen temalı şiirler yolunun sonunda dönüp dolaşıp yine öğretmenin “ışık, güneş, aydınlık” imgesine gelmiş bulunuyoruz. İşte “Öğretmen”:
“ışık kendinden ötelere
yol bulur
akar.
Yaşamı dört nala uzanır ufuklara
çocuklardır yoğrulur ellerinde.
uygarlıktır
erdemdir
dilinde.” (…)
Birkaç “çıkıntıyı” saymazsak, Cumhuriyet öncesinden günümüze tek bir şiir yazılmıştır öğretmen için diyebiliriz,
ışık, güneş, aydınlık imgeli!
Kalemine aklına anlatımına sağlık, Mustafa Hocam. 🙋♂️