Dil ve İktidar

En küçük sosyal kurum olan ailede babalar, grup önderleri ve toplumsal örgütlerdeki liderler gibi her türlü sosyal ‘iktidar’, ‘muktedir’ olma ve bunu sürdürme ‘kudretini’ dilden alır. Toplumsal sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte siyasal iktidarların varlıklarını sürdürme biçimleri, dil ve söylem bakımından sosyal iktidarlarınkinden farklı olmamıştır.

Yarattığı kahramanın gölgesinde kalmış romancılardan biri de Daniel Defoe. Robinson Crusoe’nin adını onunkinden daha çok biliyoruz. Defoe, 1660’ta Londra’da Hollanda kökenli bir ailede dünyaya geldi. Ticaret ve siyaset ilgi alanıydı, ama ikisinde de başı derde girdi. Liberalleri destekleyen yazıları nedeniyle girdiği hapisten muhafazakârlarca kurtarıldı, sonra da iki uç arasında sallandı durdu. 1719’da, oldukça geç yaşta yazıp yayımladığı Robinson Crusoe ile modern İngiliz romanının temelini attı.

Burjuva bireyin edebiyatta ilk temsili olan Robinson, orta sınıf bir İngiliz ailenin küçük oğludur ve babasının bütün ısrarlarına karşın güvenli bir yaşamı reddedip bir gemisiyle denize açılır. Bu, bireyi olduğu İngiltere Krallığı’nın, 16. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başında sömürgeleştirdiği topraklara açılmasının da bir temsili olarak okunabilir. Krallık İrlanda’dan Kuzey Amerika’ya, Hindistan’a uzanıp oraları sömürgeleştirirken Crusoe de ıssız adasına ulaşıp Cuma’yı egemenliği altına alır. Ülkesiyle ortak değeri olan çalış(tır)mak ve kazanmak, kapitalizmin de temel değeridir!

İkisinin de el koydukları toprakta yaşayan insan ve doğa üzerinde egemenliğini kurmak için güce/iktidara ihtiyaçları vardır. Michel Foucault’u referans alarak söylersek, bilginin üretilmesi, iktidarın sürdürülmesi söylemle olanaklıdır ve bu, egemenlik sorunudur. O nedenle İngiltere Krallığı’nın sömürgelere dilini götürdüğü gibi, Robinson Crusoe de deniz kazasından kurtulup çıktığı adada Cuma’ya İngilizce öğretmekle işe başlar.

Ne var ki egemenin topluma ve bireye dille dayattığı sadece bir iletişim dizgesi değil, egemene biat etmeyi telkin eden ve bu ilişkinin sürüp gitmesini sağlayan bir kültürdür de. İngiliz sömürgeciliğinin “dil emperyalizmi”, ürettiği rıza ile İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da sürmüş, sürmektedir. Sömürge toplumunun bireyi, egemenin kendisine sunduğu dili, yaşamının önemli aşamalarında konumunu güçlendirecek bir olanak olarak görür. Ancak hangi nedenle olursa olsun anadilinden uzaklaşmak, bireyi ulusunun kültüründen, geçmişinden ve hatta geleceğinden de uzaklaştırır.

Uluslararası egemen gibi, ulusal iktidarlar da güçlerini pekiştirmek ve egemenliklerini sürdürebilmek için dile ihtiyaç duyar. En küçük sosyal kurum olan ailede babalar, grup önderleri ve toplumsal örgütlerdeki liderler gibi her türlü sosyal ‘iktidar’, ‘muktedir’ olma ve bunu sürdürme ‘kudretini’ dilden alır. Toplumsal sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte siyasal iktidarların varlıklarını sürdürme biçimleri, dil ve söylem bakımından sosyal iktidarlarınkinden farklı olmamıştır.

Bu bağlamda, bir başka İngiliz yazar George Orwell’in edebiyatta bir distopya başyapıtı olan “1984”ü, dil-iktidar ilişkisini kör kör parmağım gözüne açıklığıyla ortaya koyar. İlk baskısı 1949’da yayımlanan 1984’te, dünya Okyanusya, Avrasya ve Doğuasya olmak üzere üç kutupludur. Okyanusya’da resmi ideoloji İngiliz Sosyalizmi (İngsos) ve yönetim erki, mutlak hâkimiyet sahibi Big Brother’dir. 2 kere 2, bazen 5 bazen 3 eder; Büyük Birader  “4” demezse 4 etmez! Ederse, “Düşünce Polisi” yakalar ve böyle aykırı düşünen muhalifin sonu 101 Nolu Oda’dır ki, orada bütün varlığıyla buharlaşır, tarihten silinir muhalif! Ülke, dışarıda Avrasya ya da Doğuasya’yla, içeride ise “vatan haini” Emmanuel Goldstein ve onun “Kardeşlik” hareketiyle sürekli savaş halindedir; bu iki hal de iktidarı sürdürmenin diğer iki olanağıdır!

İktidar, ideolojik gereksinimini karşılamak, halkın düşüncesini kontrol edebilmek, rejimin sürekliliğini sağlamak için İngilizceden “yenisöylem” (newspeak) denen yapay bir resmî dil geliştirir. Yenisöylem, sınırlı sözcük dağarcığıyla, kişinin düşünme yeteneğini daraltarak iktidarca istenmeyen düşüncelerin üretilip yayılmasını engelleyen, totaliter bir dil algoritmasıdır ve dil aracılığıyla “düşünmemeyi” sağlayacak, hatta düşünceyi ortadan kaldıracak bir kurguya sahiptir. Sözcükler birleştirilerek, kısaltılarak mümkün olduğu kadar tek anlamlılaştırılmıştır: “İngsos” (İngiliz Sosyalizmi), “Gerbak” (Gerçek Bakanlığı), “Sevbak” (Sevgi Bakanlığı) gibi.

Dilde anlamsal sığlık yaratmak için, örneğin “özgürlük” sözcüğünün düşünce bağlamlı anlamı silinir, sözcük “çalışma”, “uyuma” gibi bağlamlara indirgenir. Karşıt anlamlı sözcüklerden ise olumsuz çağrışıma sahip olanı atılır, onun anlamı olumlu karşıtı olumsuzlanarak verilir: “Çirkin” sözcüğü yoktur, anlamı “güzel olmayan” ya da “güzelsiz” göstergesiyle karşılanır! Böylece sözcük dağarında her azalma, giderek düşünme olanaklarını da ortadan kaldırır; dilin bütün kıvrımları, anlamlandırma olanakları yok edilir. Hatta insanların beyinleriyle konuşmaları değil, sadece gırtlaktan ses çıkarmaları amaçlanır ve bu duruma yenisöylemde “ördekkonuş” yani “vaklamak” denir!

Dil-iktidar ilişkisini, Amerikalı yazar Jack Vance’nin 1958’de yayımlanan “Pao’nun Dilleri” adlı bilim kurgu romanıyla tamamlayabiliriz: Roman, “Bir dilin yapısı, grameri onu konuşanların algısını ve bilincini biçimlendirir.” tezine dayanan “Sapir-Whorf Varsayımı”nı temel alır. Bir toplumun dilini değiştirerek kültürünü yapılandırmaya yönelik kurgusal bir deneye odaklanan roman, Lord Palafox’un “Pao halkının zihinsel çerçevesini değiştirmeliyiz, bu da ancak dilini değiştirerek başarılabilir.” düşüncesine oturur.

Yarattıkları üç dilden biri bilimseldir (teknik), onu konuşanları yenilikçi kılar; diğeri iyi düzenlenmiş bir dildir(bilişsel), üretmeye teşvik eder; üçüncüsü savaşçı bir dildir, rekabeti ve saldırganlığı tetikler. Pao halkı üç dille geri dönülmez biçimde bölünmüştür. Bu üç yeni kast için halkın geri kalanı artık “biz” değil “onlardır”. Saldırgan dilli savaşçı kastın darbe yoluyla iktidarı ele geçirmesi ve sürdürülmesi işten değildir!

“Yeni Türkiye”nin Robinson Crusoe’leri, Big Brother’leri, Lord Palafox’ları da bunun farkındadır!

“Dil ve İktidar” için bir yorum

  1. Dilin toplumsal fonksiyonuna ilginç ve düşündüren bir bakış olmuş, Robinson’un hayatı ile emperyalizmi özdeşleştirme özellikle hoşuma gitti. Bu açıdan hiç bakmamışım. Tebrikler!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir