Cemil Türkarman’ın ‘Ilgaz’ adlı türküsünün “Ilgaz Anadolu’nun sen yüce bir dağısın” dizesine “Eteklerinde kitaplar…” dizesini ekleyince büyük usta; artık bu bir Can Yücel şiiri oluyor ve ‘Ilgaz’ da Türk Edebiyatının ‘yüce dağı’ Rıfat Ilgaz’a dönüşüyor! Rıfat Ilgaz deyince de akıllara Hababam Sınıfı düşüyor.
Bu yazıda Hababam Sınıfı’nı aklımıza düşüren iki neden var: İlki, mademki bu blogda zaman zaman “Sinemada Eğitim”in izini sürüyoruz, işte okul, öğrenci, öğretmen ve daha birçok boyutuyla eğitim odaklı bir sinema klasiği, ilk seride 6, ikinci seride 3 filmlik bir toplam olan Hababam Sınıfı. Bu sene 43 yaşında!
İkincisi, Korona virüsü zaten okuldan uzaklaşmaya başlamış olan eğitimin okulla ilişkisini temelli kesti ve artık eğitim yöneticilerimiz eğitimi okulsuz yönetiyorlar; çocuklarımız sosyalleşmelerini sosyal medyada gerçekleştiriyorlar. Kel Mahmut oradan eğitim yöneticilerine sesleniyor: “Otur, sıfır!” Ve biz de burada eğitimden kayıp giden okula bir ağıt yakıyoruz!
Türk Edebiyatı’nın ulu çınarı Rıfat Ilgaz, İlhan Selçuk’un kurduğu ilk sayısı 5 Ocak 1956’da çıkan ‘siyasi mizah dergisi’ Dolmuş’ta “Stepne” adıyla yazmaya başladığı kısa hikâyelerinin bir kısmını birleştirerek 1957’de “Hababam Sınıfı” adıyla roman olarak yayımlıyor. 15 yıl sonra 1972’de serinin ikinci (Hababam Sınıfı Baskında), üçüncü (Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı) ve dördüncü kitabı (Hababam Sınıfı Uyanıyor); bundan 15 yıl sonra 1987’de de beşinci ve son kitabı (Hababam Sınıfı İcraatın İçinde) yayımlanıyor.
Rıfat Ilgaz’ın, Emin Özdemir’in ”Eğitim fakültelerinde, öğretmen adaylarına ders kitabı olarak okutulması gerekir!” dediği Hababam Sınıfı’nı, eğitim sistemindeki çarpıklıklarını ortaya koymak, eleştirmek amacıyla yazdığı açıktır: “Hababam sınıfı’ bir eğitim yergisidir. Mizah beyazdır, olumludur. Mizahta gülme ana öge değildir. Hababam Sınıfı’nda üç şeyin yergisi yapılmıştır: Kopyanın, ezberin, uydurma saygının…” Hababam Sınıfı’nın özellikle hikâye ve roman formlarında eğitimdeki bu çarpıklığın sosyal arka planını görmek hiç de zor değildir.
Hababam Sınıfı’nın kısa hikâye ile başlayan sanatsal serüveni romana dönüşmekle kalmıyor, oradan dramatik (ritmik) sanatlara da sıçrıyor: 1966’da Karamürsel’in küçük bir otelinde Rıfat Ilgaz bu romanı (kendisinin daktilosu olmadığı için dilekçe ücreti üzerinden anlaştığı bir köy kâtibine) tiyatro teksti olarak yazdırıyor. Oyun Ulvi Uraz yönetiminde ve Metin Akpınar’lı, Zeki Alasya’lı kadrosuyla 25 günlük bir prova çalışmasından sonra sahne alıyor. Ana karakterlerden biri olan İnek Şaban’ı bir bayan oyuncunun (Suzan Uztan) hiç kimsenin fark edemediği, başarıyla canlandırdığı oyun, üç ay boyunca kapalı gişe sahneleniyor. Hababam Sınıfı tiyatro hayatını, bu başarıdan sonra 1969’da Hababam Sınıfı Sınıfta kaldı, 1972’de Hababam Sınıfı Baskında (daha sonra 1976 ve 1985’te tekrar) ve gene aynı yıl Hababam Sınıfı Uyanıyor ile sürdürüyor.
Nihayet hikâyenin sinema uyarlaması, büyük izleyici kitlesinin beğenisini kazanan ve kalabalık kadrolu güldürüleriyle Türk sinemasında bir tarz yaratan Ertem Eğilmez tarafından gerçekleştiriliyor. Sinemaya aktarılması oldukça güç olan romanı Umur Bugay senaryolaştırıyor. Filmin, bugün bile duyulduğunda insanın içini kıpır kıpır hareketlendiren neşeli ve özgün müziği Melih Kibar’a ait. Kemal Sunal, Münir Özkul, Tarık Hakan, Halit Akçatepe, Adile Naşit dışında oyuncularının afiş duyurularıyla arandığı film, 1 Nisan 1975’te gösterime giriyor ve izlenme rekoru kırıyor. Yoğun istek üzerine gösterim süresi uzatılan film, tam 28 hafta vizyonda kalıyor.
Filmde Özel Çamlıca Lisesi’nde yaşanan, kimi eğlenceli kimi dokunaklı öyküler anlatılıyor. Öğrencilikleri haylazlık ve tembellikten ibaret; ama ‘orantısız zekâ’larıyla öğretmenlerini parmaklarında oynatan, okul düzeni ve eğitim sistemini yerden yere vuran birbirinden renkli karakterlerle dolu, okulun ve sinemamızın en yaramaz sınıfı 6 Edebiyat!
Damat Ferit (Tarık Akan), romanda yer almıyor, Umur Bugay’ın senaryoya eklediği bir öğrenci. Ailesinin ve okulun bilmediği bir evliliği ve bu evlilikten bir çocuğu var, bu yüzden ‘damat’! İnek Şaban (Kemal Sunal), hikâyede saf, çalışkan, öğretmenlerin koruduğu biri; ama filmde komik, çocuksu, sakar, jest ve mimikleriyle dikkat çeken, her şeye kolayca inanan, bu nedenle sürekli Güdük Necmi’nin şakalarına maruz kalan bir öğrenci. İşi espri üretmek ve sınıfı düştüğü zor durumdan kurtaracak taktikler geliştirmek olan, kısa boylu Güdük Necmi (Halit Akçatepe) Rıfat Ilgaz’dır. Yine Rıfat Ilgaz’ın kendi öğretmeninden esinlendiği Kel Mahmut (Münir Özkul), iyi kalpli ama disiplinli; öğrencileri hem cezalandıran hem koruyan tarih öğretmeni ve müdür yardımcısıdır. Hafize Ana (Adile Naşit) okulun hademesi, aşçısı, çaycısı, her şeyi; Hababam’ın ise ‘anası’dır. Kel Mahmut’la ve öğretmenlerle problem yaşayan öğrencileri korur. Saf güvenlik ve kapı görevlisi Veysel Efendi; Domdom Ali, Tulum Hayri, Hayta İsmail gibi öğrencileri; birçoğu emekli olmuş, kimi ağır işiten, kimi gözü pek az gören, kimi kendinden emin ama beceriksiz öğretmenleriyle, mizahın ve amaçlanan yerginin gerektirdiği kadar abartılan bileşenleriyle bir lise.
Hababam Sınıfı, öğretmenleri tiye alıyor, okuldan kaçıp maçlara gidiyor, sigara içiyor, kopya çekiyor… Ancak bu krallık, Mahmut Hoca’nın okula atanmasıyla yıkılmasa da büyük bir darbe yiyor! Sınıf, daha önce tanık olamadığı bir disiplin anlayışı ve uygulamasıyla karşı karşıya kalıyor. Mahmut Hoca Hababam’ı, öğrencisini hem koruyan hem de ona bedelini ödeten derslerle dolu bir disiplin uygulamasına tabi tutuyor. Ama serinin her filmi duygu yüklü, mutlu bir finale bağlanıyor.
1975’teki ilk film Hababam Sınıfı’ndan sonra Ertem Eğilmez, ikinci olarak Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı’yı 1976’da çekiyor. Bu filmde senaryo, daha doğrusu uyarlama, Sadık Şendil’e aittir. Bu serinin en çok hasılat yapan filmidir ve aynı yıl Altın Portakal Film Festivalinde Melih Kibar’a En İyi Müzik Ödülü getiriyor. Üçüncü film Hababam Sınıfı Uyanıyor 1977’de, dördüncü film Hababam Sınıfı Tatilde 1978’de yine Eğilmez tarafından çekiliyor. Beşinci film Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor 1979’dadır ve yönetmen koltuğunda Kartal Tibet oturmaktadır. Ertem Eğilmez ilk serinin son filmi Hababam Sınıfı Güle Güle’yi de Yavuz Turgul’un uyarlamasıyla 1981 çeker: Bu gerçekten de bir ‘güle güle’ filmidir; çünkü ilkinden geriye sadece Adile Naşit kalmıştır.
Hababam Sınıfı’nın 1956’da başlayan hikâyeden romana, romandan tiyatroya, tiyatrodan sinemaya sanat yolculuğu 1981’de Hababam Sınıfı müzikaliyle son bulur. Yavuz Turgul’un oyunlaştırdığı müzikali yine Ertem Eğilmez yönetmiştir. Müzikleri Mazhar Fuat Özkan’a aittir. Müzikal uzun süre kapalı gişe oynamış ve 1980’li yıllarda popüler olmuştur. Ancak gerek müzikaline gerekse ilkinden 23 yıl sonra çekilen ikinci seride üç Hababam Sınıfı filmine, Rıfat Ilgaz hikâyesi ve üslubu demek kolay değildir!
Romandan sonra özellikle sinema uyarlamalarında, sansür nedeniyle de olsa, karakterlerde ve olay örgüsündeki değiştirmeler, eserin mizah duygusunu güçlendirmekle birlikte, eğitim sistemine dönük eleştirilerini ve toplumsal mesajını zayıflatmıştır. Nihayet Aydın Ilgaz, babası Rıfat Ilgaz’ın filmlerle ilgili rahatsızlığını şu sözlerle dile getirir: “Yapıtın toplumsal içeriğinin ve vermek istediği mesajların çoğu filmde yok sayılmış ve film sabun köpüğü bir komediye dönüşmüştü.”
Sanat türlerinin kendilerine özgü göstergeleri arasındaki uzun yolculuğunda, her ne kadar bazen türün olanaklarından veya sansürden kaynaklanan zorunlu, bazen bile isteye değiştirmelere maruz kalırsa kalsın, bugün artık hikâyenin 61 ve filmin 43. yılında Türkiye’de hâkim olan eğitim algısını net bir biçimde yansıtan ögelerle dolu Hababam Sınıfı, Rıfat Ilgaz’la birlikte ölümsüzlüğe ulaşmıştır. 20’li yaşlarına ulaşmış; ama kurbağanın sindirim sistemini, Papua Yeni Gine’nin coğrafi konumunu ezberlemediği, ‘Tîz-i reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır’ dizesinin veznini öğrenemediği için sınıfta kalmalarının, lise mezunu olmanın anlamına ne kadar yoğun bir eleştiri olduğu apaçık ortadadır.
Yapıt, birbirleriyle alay etmekten, birbirlerini zor durumda bırakmaktan ibaret samimiyet anlayışına sahip öğrencilerin, öğrencinin durumu ne olursa olsun müfredat programını bir milim bile esnetmeye yanaşmayan öğretmenlerin, öğrenciyi müşteri gören okul yönetiminin, aman çocuğun yeri belli olsun yeter zihniyetindeki velilerin etik ve kültürel kodlarına az uz bir eleştiri de değildir kuşkusuz.
Öte yandan Mahmut Hoca, Cumhuriyet’in yetiştirdiği iyi niyetli, görevini ciddi ama içtenlikle yerine getiren fedakâr bir öğretmen tipine karşılıktır. Ve Hababam Sınıfı, Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’ini ezberleyemez; ama Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’si coşkun sular seller gibi dökülür hep bir yüreklerinden hem de Osmanlı sevdalısı Edebiyat Hocası’nı mahcup etmecesine…
Aferin çocuklar, hepinize 100!