(Bu yazıyı Beethoven’in 9. Senfoni’si eşliğinde okumanız önerilir.)
Tanrının Sekreteri
__ Ee? Ne düşünüyorsun? Dürüst ol, düşüncelerine değer veriyorum!
__ Bence kötü olmuş!
__ Benim amacım senin güzellik anlayışına meydan okumak! Müziğe çirkin ve marazi olanı katıyorum. İnsanın bağırsaklarından geçmeden ilahi olana nasıl ulaşırsın ki? (…) Burada, Tanrı burada işte. Beyinde, ruhta değil, bağırsaklarda; çünkü burası insanın hissettiği yerdir. Bağırsaklar göğe doğru kıvrılır ve dolanır. Onlar aydınlanmaya beyinden daha yakındır. Botlarına bok bulaşmadan başın göğe ermez! (Anna’yı dans etmeye zorlar…)
__ Affedersin, anlamıyorum Maestro!
__ Anlayamazsın elbette! Bu, anlamakla ilgili değil; eserlerimi yaşaman gerek. Bu bir dil Anna Holtz, benim icat ettiğim yeni bir dil! İnsanın Tanrıya dair deneyimlerini, benim deneyimlerimi anlatan bir dil. Sen de onun için gönderildin bana, bu dili yazmak için! Sen Tanrı’nın sekreterisin! Benim aracılığımla onun dudaklarını okuyorsun…
Fırtınalı bir yaratıcılıkla klasik müzik kalıplarını kökünden sarsan ateşli Cumhuriyetçi ve devrimci Ludwig van Beethoven (Ed Harris) ile Konservatuvar Bestecilik Bölümü’nün en parlak öğrencisi Anna Holtz’un (Diane Kruger) bu çarpıcı diyaloğu, Copying Beethoven (2006) filminden. Özgün çevirisi “Beethoven’i Kopyalamak” olan film, klasik müzikle ilgili önemli bir soruna işaret etmek için olmalı, dilimize “Beethoven’i Anlamak” biçiminde çevrilmiş.
Stephen J. Rivele’nin senaryosunu, Prag Film Akademisi’ni bitirdikten sonra, Krzysztof Zanussi ve Andrzej Wajda gibi yönetmenlere asistanlık yaparak sinema kariyerine başlayan Polonyalı Agnieszka Holland yönetmiş. Europa Europa, Oliver Oliver ve daha sonra çektiği Karanlığın İçinde ile tanıdığımız, Polonya Yeni Dalga Sineması’nın temsilcilerinden olan Holland, Beethoven’i Anlamak’ta ünlü bestecinin biyografisine değil; o biyografinin sadece bir kısmına, 9. Senfoni olarak bilinen son senfoninin yazılma sürecine ve prömiyerine odaklanıyor. Bunu yaparken de Maestro’nun iç dünyasında kopan fırtınayı yeterince aktaramayacağını düşünerek olsa gerek, belgeselden uzaklaşıp kurgusal ögelere yaslanıyor.
İşte Anna Holtz, bu ögelerden biri ve en önemlisi. Konservatuvar Bestecilik Bölümü’nün başarılı öğrencisi Anna, babasının katlandığı bin bir fedakârlıkla, ancak Manastır’da halasının yanında kalmak koşuluyla gelebilmiştir müziğin başkenti Viyana’ya. Dönemin en büyük bestecisinin notalarını yazmak, müzik ve beste çalışmalarından öğrenip kariyerini geliştirmek ve bu arada kendi çalışmalarını da Maestro Beethoven’in değerlendirmelerine sunma fırsatı yakalayabilmek için çok zor bir kişiliğe sahip olan Beethoven’le çalışmayı göze almış, koşup gelmiştir. Gelir gelmez de ünlü besteciyle aralarında, gerek kişiliklerinden gerekse müzik anlayışlarından kaynaklanan çatışma başlamıştır!
Klasik Müzik ve Beethoven
Bilindiği gibi geleneksel halk şarkılarından kesin çizgilerle ayrılan ve genellikle yüksek kültür düzeyiyle ilişkilendirilen klasik müzik, Batı Avrupa kökenli ve kilise/saray mekânlı bir müziktir. Rönesans döneminde kilise çevresinde vokal olarak gelişmiş ve giderek en önemli özelliği olan çok seslilik kazanmıştır. Şaşırtma, görkem ve gösterişin önem kazandığı Barok dönemde süslü bir anlatım edinen klasik müzik, operayla görsel hikâye anlatma olanağı elde etmiştir. 17. yüzyılın ikinci yarısından sonraki klasik dönemde piyanonun icadıyla orkestra gelişmiş, yine bu dönemde orkestra için bestelenen uzun müzik yapıtları olan senfoniler yaygınlaşmıştır.
19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren birkaç yüzyıldır edindiği kırılmaz kalıplar kırılmaya başlamış, üstündeki kilise ve saray egemenliği yıkılmış, klasik müzik hem halka doğru hem de Batı Avrupa mekânından çıkıp Romantizm döneminin ulusalcılık akımlarıyla birlikte İskandinav ülkeleri ve Rusya’ya doğru yayılmıştır. 20. yüzyılda ve günümüzdeki modern dönemde ise klasik müzik, kalıplaşmış yapısını önemli ölçüde değiştirmiş, birçok bestecinin kişisel stilleri ve başka müzik türleriyle teması sonucu çağın değerlerine uygun bir yapıya kavuşmuştur. Ülkemize de Türk Beşleri Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses’le girmiş ve etkili olmuştur.
Toplumsal olaylar, kültürel alandaki gelişmeleri hem etkiler hem de ondan etkilenir. Aydınlanma düşüncesini ateşleyen aydınların, aynı zamanda 1789 Fransız Devrimi’nin önderleri olmasının ve bu büyük devrimin kültür ve sanat alanında görülmemiş bir değişim doğurmasının bu bağlamda anlaşılmayacak bir yanı yoktur. Dogmatik, dinsel bir inanış ve yaşayıştan, dünyacı ve gerçekçi bir düşünüş ve yaşayışa geçiş, klasik müziğin geleneksel yapı ve mekânında daha Mozart’la başlayan kırılmayı Beethoven’le tamamlamış, klasik dönemden romantik döneme evrilmiştir.
Klasik müzikte kilisenin yaydığı dinsel dogmalardan uzaklaşma “gerçekçiliğin”, eşitlik düşüncesi “dengenin” önem kazanmasını sağlar. Saraydan çıkıp halka yakınlaşmaya paralel olarak da “anlatımcılık” çok daha üst noktaya taşınır. Senfoni, sonat ve oda müziği gibi yeni formlar öne çıkmaya başlar. Senfoni, sanayi toplumunun “işbölümü”nü gerekli kılan üretim niteliğinin bir yansıması olarak birçok enstrümanı bir araya getirir. Sonat, hızlı-yavaş hızlı-yavaş ritmiyle “denge ve simetriyi” yüceltirken sanayi üretiminin biçim ve niceliğine vurgu yapar. Oda müziği ise “özel girişim” eğiliminin altını çizercesine, burjuva bireylerin bir mekânda toplanıp amatörce müzik yapabileceklerine karşılık gelir.
Aydınlanma düşüncesinin önemli filozoflarından Jean-Jacques Rousseau’nun tutucu Fransız klasik müziğine saldırması ve Bouffonlar Savaşı’nda aristokrasi eleştirisi için elverişli bir tür olan “komik opera”yı savunması, sosyal ve kültürel temelden yoksun değildir. Beaumarchais’in oyunlarından uyarlanan, Mozart’ın besteleri Figaro’nun Düğünü, Don Giovanni gibi operaları saray ve aristokrasi eleştirisi doludur. Bugün hâlâ sevilerek dinlenen Mozart’ın operaları, Beethoven’in senfonileri Fransız Devrimi’nin etkileri ve bestecilerin devrimci, yaratıcı çalışmalarıyla şekillenmiştir.
Beethoven 250 Yaşında
Beethoven’i Anlamak filminin odaklandığı büyük besteci Beethoven, klasik müziğin bu kısa kronolojisinde, Haydn’lı, Mozart’lı Klasik dönemden çıkıp Romantik döneme geçiş sürecinde oldukça etkili bir konumdadır. Aydınlanma devrinin değerleriyle kişisel yaratıcılığını birleştirip Romantizme, hatta 20. yüzyıl Modernizmine yol açmıştır. Ne var ki Yönetmen Agnieszka Holland, filmde ünlü bestecinin kişisel sancılarına ve müziksel yaratma sürecine odaklandığından bu arka planın gözden kaçmasına ve onun bu çabasının yeterince anlaşılmamasına neden olmaktadır ki bu ve sosyal arka planın es geçilmesi, hangi sanat olursa olsun yapıtı zayıflatan bir ihmaldir.
Hem yaşadığı çağın hem sonrasının müziğini etkilemiş bir besteci olan Ludwig van Beethoven, 16 Aralık 1770’te Almanya’nın Bonn kentinde doğdu. 250. yaşında Alman parlamentosu 2020’yi “Beethoven Yılı” ilan etti. Bu nedenle yıl boyunca Bonn’da ve her yerde Beethoven etkinlikleri yapılıyor ve yapılacak.
Yaşamı ve yapıtlarıyla günümüze kadar ulaşan, hakkında birçok kitap yazılan besteciye sinema endüstrisi duyarsız kalamazdı. Nihayet Beethoven’i konu alan birkaç belgesel ve animasyondan başka sanatçı hakkında iki de kurgu film yapıldı. Bestecinin gizli mektuplarından yola çıkıp “Ölümsüz Sevgili”sini arayan Immoratl Beloved, Bernard Rose imzasını taşıyor. Diğeri de bu yazının konusu olan Copying Beethoven.
Müzikte Devrim
Anne hasta, baba alkolik, iki kardeş bakıma muhtaç bir ailede bin bir sıkıntı içinde yaşam mücadelesi verirken, sekiz yaşında halka açık konserlerde piyano, keman ve org çalan; on yaşında saray müzisyeni Chiristian Gottlob Neefe’den müzik kuramı ve kompozisyon dersleri alan; on üçünde orgcu olan Beethoven, on yedisinde Viyana’ya gider ve Mozart’la tanışır. 20’li yaşlarının sonuna doğru müziğinde çok önemli etkiler yaratan işitme güçlüğü başlar ve kısa zamanda hırçın, huysuz, çabuk sinirlenen bir kişiliğe dönüşür ve bundan sonra kafasındaki sesleri dönüştürdüğü müziği işitmeden, yani kafasının içindeki kulağıyla işiterek yazar!
En önemli yapıtları 9 senfoni, 5 piyano konçertosu, 32 piyano sonatı, 16 yaylı çalgılar için konçerto ve bir operadır (Fidelio). Müzik kariyerinin 1. Senfoni ve ilk piyano konçertolarının yazıldığı birinci döneminde, süslemeci Barok sanatın geç evresi olan Rokoko’nun ve kapalı bir üslubun etkisinde olan Beethoven; işitme sorunlarının başladığı sonraki evrede “Yeni bir başlangıç yapıyorum.” diyerek “Do Minör” ve “La Minör senfonileriyle daha derin duyguların müziğini yönelir. Besteci son döneminde Romantizm’in etkisinde, garipsenen kişiliğiyle çok daha ileri bir çabanın içine girerek 9. Senfoni’yi yazar.
Holland’ın Başarısı
Total Eclipse (1995) ile dönem filmlerinde başarısını kanıtlamış olan Agnieszka Holland, Beehtoven’i Anlamak’ta sanatçının biyografisinin bu kısmını, hatta çok daha sınırlı bir bölümünü, 9. Senfoni’nin finalini kadraja alıyor. Bu nedenle filmin bir sanatçıdan, Beethoven’den çok; bir sanat, yani müzik, hatta bu senfoni üzerine olduğu söylenebilir; müziğin iletisi, senfoninin yaratılma süreci üzerine. Bu süreci somut ve görünür kılansa, 9. Senfoni’nin notalarının temize çekilip partisyonlarının orkestra üyelerine verilmesiyle görevli Konservatuar öğrencisi Anna Holtz ile Beethoven arasındaki duygusal ve düşünsel çatışmadır.
Bu başarıda, ilk teslim edilmesi gereken pay, Alman model ve aktris Diane Kruger’indir kuşkusuz. Troy’un (Truva) Helen’i olarak bildiğimiz ve Tarantino’nun Soysuzlar Çetesi’indeki oyunuyla göz dolduran Kruger’in, Fatih Akın’ın yönettiği Paramparça’daki (In The Fade, 2017) Katja Sekerci rolü, 2017 Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne değer görüldü. Katlanması zor bir kişilik olan Beethoven’in öfke ataklarından birinde Anna’nın yüzündeki korku ifadesine dikkatli bakınca Kruger’in bunca övgüyü hak eden oyunculuğunu görmek mümkün.
Öte yandan Beethoven’e can veren, Apollo 13 (1995), The Truman Show (1998), Pollock (2000) ve The Hours (2002) gibi filmlerinden tanıdığımız, En İyi Erkek Oyuncu dalında 4 Oscar adaylığı ile 1 Altın Küre, 1 Emmy ödülü; En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında ise 2 BAFTA Ödülü bulunan Ed Harris de bu filmdeki rolüyle kariyerinin tepe noktalarındadır. Özellikle baş plan çekimlerde, bestecinin içinde kopan fırtınayı jest ve mimiklerine taşımaktaki başarısının altı çizilmelidir.
Ama filmin asıl içimizi acıtan ve zihinlere kazınan sekansı, hiç kuşku yok ki 9. Senfoni’nin prömiyeridir. İşitme duyusunu tamamen yitirmiş olan besteci, orkestrayı yönetmekte ısrarlıdır; ama takip etmesinin de mümkün olmadığı ortadadır. Anna ona yardım edebilir: “Maestro ben size yardım ederim. Beni görebileceğiniz bir yerde durur, sizin için tempo tutar, girişleri işaret ederim. Merak etmeyin!” Beethoven’in gerçekte böyle bir deneyim yaşamadığı bilinse de bu sahne, sanatsal kurgunun işlenmemiş gerçekliğe üstünlüğünün bir kanıtıdır!
Beethoven müzik yaşamı boyunca 9 senfoni yazdı. İnançlı bir devrimci olan besteci, Kahramanlık Senfonisi olarak bilinen 3. Senfonisi Eroica’yı 1789 Fransız Devrimi’ni destelediği için Napolyon’a ithaf etmiş; ancak Napolyon 1799’da askeri bir darbeyle devrime son verince ithafını geri çekmiştir. Kader Senfonisi olarak bilinen 5. Senfoni’nin “Kader kapıyı böyle çalar!” dediği ve klasik müziğe en uzak kulağın bile mutlaka işitip bir daha da unutamadığı ilk dört notası (ta ta ta taaaa…), bütün bir yapıtın ana fikri gibidir. Korolu Senfoni olarak da bilinen 9. Senfoni ise daha çok, bestecinin yapıta organik bir biçimde eklediği 4. bölümüyle bilinir. Bu bölümde Schiller’in “Neşeye Övgü” adlı şiiri de yer alır; zillerin ve vurmalı çalgıların katılımıyla, tenorun Türk mehter marşı eşliğindeki solosuyla epik duygular güçlendirilir. Senfoninin bu müzikal bölümü Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi Marşı olarak kabul edilmiştir.
Neşeye Övgü / Friedrich Schiller (1785)
Neşe sen ey güzel tanrılar kıvılcımı, elizyum kızı…
Ey tanrıça… Tapınağına kendimizden geçmişçesine gireriz seninTörelerin ayırdıkları, senin sihrinle birleşir…
Yumuşak kanadının uçuştuğu yerlerde, insanlar kardeş olur…
Bir dostun dostu olabilmek kime kısmet edilmişse,
Kim erdemli bir kadına sahipse, şenliğimize katılsın bizim…
Ve kim dünyada yalnız kendini düşünüyorsa ağlayarak gelsin aramıza.
Tüm yaratıklar neşe emer doğanın göğsünden…
Tüm iyiler ve kötüler onun çiçekli yolunu izler…
Bizlere öpüş ve şarap verir.
Kurda yaşam zevki verir.
Ve ışık meleği durur tanrı önünde…Gökyüzünün ışıltılı evreninde uçuşan güneşler gibi
Yolunuzda neşeyle koşun kardeşler!
Zafere koşan bir kahramanın neşesiyle…Kucaklaşın ey milyonlar! Bu öpüş tüm dünyanındır.
Kardeşler, yıldızlı göğün üzerinde sevgili bir baba vardır.Milyonlar diz çökün önünde onun!
Ey dünya! Yaratıcını biliyor musun?
Onu yıldızlı gökte ara, çünkü oradadır o.(Kaynak: Ludwig von Beethoven, Boyut Müzik, Faruk Yener)
9. Senfoni
Beethoven’i Anna’mak
9. Senfoni gizemli bir girişle başlar. Sesler, giderek yükselip güçlendiği kreşendoyla kargaşayı haber verse de alt seslerin neşeli ve huzurlu tınıları birinci bölüme egemen olur. İkinci bölümdeki kıpır kıpır canlılık, neşeli ve huzurlu temayı desteklemeye devam eder. Aşk temalı üçüncü bölümde huzur dolu sükûnete incelikli duygular eklenir. Dördüncü bölümde ise neşe ve coşku, önce baritonun “Dostlar olmaz bu seslerle! Bırakın bizi, neşeyle ve daha güzel seslerle seslenelim!” sözleriyle, sonra da Schiller’in dizeleriyle doruk noktasına yükselir…
Anna’nın el işaretleriyle yönlendirdiği Beethoven’in yönettiği orkestra 9. Senfoni’yi tamamlayınca salon alkıştan yıkılır. Maestro alkışı duymaz, olup bitenden habersiz öylece kalmıştır. Filmin başından beri yaşadığını hissettiğimiz, “Başarımı tekrarlayabilecek miyim?” korkusu içinde titremektedir. Anna yanına gelir, onu dinleyicilere doğru döndürür. Herkes ayaktadır, Beethoven omuzlarda… Bağırır: Anna başardık! Başardık Anna!…
Beethoven’i ‘Anna’dınız!
(Müziği kapatmayı unutmayınız.)
Böyle evrensel kişiliklerin,kulturel konularin Tv.programlarinda veya diger basin ve yayin kurumlarinda ele alinmasi gerekir.
Türkcenin doğru kullanilmasiyla ilgili daha fazla yazilar yazilmali.Hatta grup sohpetleri yapilmali.