Eğitim Eve Sığar mı?
Bu bir “Okullar Kapanırken…” başlıklı eğitim dönem değerlendirme yazısı olacaktı. Covid-19 salgını nedeniyle okulların daha 13 Mart’ta, çoktaaan kapandığını, yerine “Yaptık mı yaptık, oldu mu oldu!” kabulüyle ekranların açıldığını anımsayınca başlığı değiştirmek şart oldu.
2019-2020 eğitim öğretim yılının birinci dönemi 18 yıllık bir eğitim yönetimini nasıl biliyor idiyseniz, öylece sürdü gitti. Biraz kademeler arası geçişler, biraz merkezi sınavlar, biraz müfredat konuşuldu; MEB’in bir yıl önce açıkladığı, ortaöğretimde gelecek yıl kademeli olarak başlayacak müfredat içeriğinden derslerin yeniden yapılanmasına kadar bir dizi değişiklikse unutuldu gitti.
İkinci döneme çekine korka başlamıştık ki daha ilk ara tatile varamadan, ilk sınavları yapamadan Korona’ya yakalandık. Bir haftalık ara tatili öne çekip kullandıktan sonra baktık iyileşemiyoruz, çocuklarımızı ekrandan eğitiriz biz de deyip kolları sıvadık. Daha önce çocuklarımızı ekrandan uzaklaştırmak için verdiğimiz onca mücadele, kırdığımız onca kalbi unutup tüm gücümüzle bu sefer onları ekrana ikna etmeye çalıştık.
Haydi, Çocuklar Ekran Başına!
Ekranların açılışının ilk haftasında MEB’in EBA eğitim kanalında Bakan’ımızın güvenini suistimal eden kimi “dikkatsiz” çalışma arkadaşlarının yarattığı birkaç skandalı saymazsak, bu ilginç ve yeni deneyim bizim gibi dijital göçmenlerin (Sessiz Kuşak, Baby Boomer ve biraz da Kayıp Kuşak’ın) ilk birkaç gün ilgisini çektiğini bile söyleyebiliriz. Yenilikçi Bakanımız Ziya Selçuk’u bu hazırbulunuşluğu nedeniyle bir kere daha takdir ettik!
Sonraki günlerde özlük hakkı, çalışma hukuku ve emek eksenli sendikalarımız mırın kırın etse de özel okulların video konferans uygulamasıyla başlattığı uzaktan eğitime kamu okullarımız, daha fazla bigâne kalamadılar. İlk adımda karşılaştıkları Zoom yazılımının KVK skandalını çabuk atlattılar. Video konferans yoluyla gönüllü ders vermeye başlayan üyelerini özlük hakkı konusunda uyardılar. Sonra bu gönüllülüğe okul yönetimlerimiz el koydu ve öğretmenlerini EBA’yı kullanma yarışına soktular.
Ama öğretmenlerimiz, yer yer yaşadıkları çevrimiçi bağlantı sorunlarını, tam atlattık dedikleri anda bu kez de öğrencilerin ekranlarını birer birer kararttıklarını gördüler. Anlaşılan ekranla bedenlerinin bir parçasıymışçasına bütünleşmiş olan dijital yerliler (Z Jenerasyonu), ekran eğitimi yeterince yeni ve enteresan bulmamışlardı.
Eşitsizlik Derinleşiyor
Asıl acı olanı ise, AKP iktidarının yedinci Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un açıkladığı verilere göre “bile”, ülkemizde öğrencilerin yüzde 20’si internete hiç ulaşamıyor, yüzde 5’i ise televizyon olmayan evde yaşıyordu. Öğrenci nüfusunun yüzde 5’i, yani 900 bini uzaktan eğitime çok uzaktı. Ne gariptir ki dayanışma ve yardımlaşma damarımızın kabardığı bu salgın günlerinde işin bu yanı, eğitime duyarlı birkaç kuruluş dışında kimseyi ilgilendirmedi!
Öte yandan Bakanlığın 3 GB internet erişimi desteği, derse hazırlık turlarına ancak yetiyor, ders başlayıncaya kadar tükenip gidiyordu. Bu nedenle Türkiye’de öğrencilerin sadece yüzde 10’unun EBA’ya erişebildiği tahmin ediliyordu. Bu tahmine “EBA üzerinden dersleri izleyebiliyordu.” yargısı dâhil değildir. Son birkaç haftadır bu sayının, oran olarak ifade edilemeyecek kadar düştüğünü de bir tek eğitim politikalarını belirleyen bürokratlar bilmiyor!
Nereden mi biliyoruz? MEB’in her hafta EBA kullanımıyla ilgili yayımladığı istatistiklerden. O sayılar ki, Bakan Selçuk’un her başlangıçta tekrarladığı pembe düşler imleyen cümlelerini yazdığı konuşma balonlarını patlatıyor! Zira EBA’yı en etkin kullanan 10 il sıralamasında, öğretmenlerin sistemi kullanma oranı artarken öğrencilerinki düşüyor! Öğretmenler EBA’da öğrencisiz ne yapıyorlar ki? Yüz yüze eğitimde kronikleşmiş olan eğitime erişimde eşitsizlik, ekran eğitiminde şimdi çok daha artmış görünüyor. Tabi bütün bunları, ekranla yapılanının “eğitim” olduğunu varsayarak yazıyoruz.
Bakan son açıklamasında, uzaktan eğitimin örgün eğitimin bir parçası yapılacağını, bunun okul eğitimine entegre edileceğini söylüyor. Bu açıklama, daha önce yaptığı, eğitimde dijitalleşmeyle bu alandaki eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı planladıkları yönündeki beyanını destekliyor. Eğitimin, eşitsizlikçi ve antidemokratik bir sistem içinde uzaktan eğitim uygulamalarının, eğitimde bireyselleşme ve özelleştirme politikalarını güçlendirdiğini, bununsa eğitime erişimde eşitsizliği derinleştirdiğini; bu nedenle sorunun basit bir teknoloji kullanmaktan ibaret olmadığını, esas olarak bir sistem sorunu olduğunu bilmek yetmez; Bakan’ın iki yıl önce göreve getirildiğinde “Bakan değil gören olacağım!” lafına atıfla söylersek, “görmek” gerekiyor.
Ölçmesiz Değerlendirmesiz Eğitim
Şöyle bilelim ki kendimizi kandırmayalım: Uzaktan eğitim, formal niteliğiyle bir örgün eğitim görüntüsü vermekle birlikte, esas olarak yaygın eğitimdir. Yapay zekâ uygulamalarıyla uzaktan eğitimin, öğretmen-öğrenci ilişkisinde her ikisini de gözetim ve denetim altına alarak öğrenme ilişkisinin pratiğini, özgün ve özerk yapısını yok ettiğini, belki Bakan Bey okur umuduyla (! ) buraya ekleyelim.
Bu arada ekran eğitiminin ölçme değerlendirme sorunu da son derece yaratıcı bir biçimde aşıldı; tüm öğrenciler bir üst sınıfa geçmiş sayıldı! Birinci dönem notları ikinci dönem için de geçerli kılındı. Birinci dönem notları sınıf geçmeye yetmeyen öğrenciler, bir üst sınıfa o dersten sorumlu geçtiler. Tabi bir sonraki sınıfı olmayan 12. sınıf öğrencileri mezun sayıldı. Şimdi ilk döneme ait zayıf dersleri olanlar, üniversite sınavından sonra okula çağrılıp sınava alınacak ve zorla ders geçirilecek! Sınava gelmeyen olursa da adına bir sınav kâğıdı düzenlenir artık! YÖK de zaten üniversiteler açıldıktan sonra kayıt için bir ay süre verdi bu tür öğrencilere, lisede işini hallet öyle gel diye.
Hâlbuki Ziya Hoca, gerçekten sınav odaklı bir eğitimden yana olmasaydı, pandemi dönemi buna bulunmaz fırsat sağlamıştı. LGS sınavını kaldırıp, adrese dayalı sisteme geçilebilirdi ve yaratıcılığını burada kullanabilse, bunun birçok formülasyonunu üretebilirdi. Tam tersine LGS için sınav sınav diye tepinip durdu; “nitelikli” okul sayısını artırarak sınav vurgusunu, dolayısıyla algısını güçlendirdi. Yazık, iyi fırsattı, kaçırdı!
Eğitim Yönetimi Kimde?
“Eski normal”de malum, haziran sınav ayıydı. Korona pandemisi turizm sektörünün musluklarını kapatınca; ülkemizde eğitim, sağlık ne olursa olsun her türlü karar sektörel bazda yapılan değerlendirmeler çerçevesinde ve partili bir CumhurBaşkan’ı tarafından alındığından, LGS 7 Haziran’dan 20 Haziran’a ötelenirken, YÖK’ün 25-26 Temmuz’a ittiği YKS, aman turizm sektörüne halel gelmesin diye CumhurBaşkanı’nca 27-28 Haziran’a çekildi.
Bu arada, ticari dürtüsü, din duygusundan bile güçlü bir biçimde davranan Partili CumhurBaşkanlı Hükümet Sistemi, öğrencilere kıyamayıp okulları açmadı, ama paylaşım sorunu nedeniyle, 12 Eylül’ün bile kapatamadığı dershanelerin kapısına kilit vurduğu halde, 1 Haziran itibarıyla özel öğretim kurslarının kapalı kalmasına dayanamadı! Önce uzaktan eğitime devam, dedi; sonra ne olduysa oldu yüz yüze yapabilirsiniz, dedi.
Pandemi yönetimine sokak kısıtlaması, karantina, maske, mesafe, sayahat kararlarına varana kadar damgasını vuran CumhurBaşkanı, bu nedenle Milli Eğitim Bakanı diyemedim, telafi eğitimi konusunda da karar verdi: Özel okullar, en az üç hafta olmak üzere 15 Ağustos’tan, MEB ise 31 Ağustos’tan itibaren telafi eğitimi yapacak! Bakalım bu kararın arkasında neler var:
Birincisi, özel okul velilerinin eğitimin yapılmayan kısmına ait ücretlerin iadesi talebi karşısında Ziya Selçuk’un yaptığı “Ne ücreti, uzaktan eğittik ya!” çıkışı, veliyi ikna edememiş görünüyordu. Bu karar, üç aylık eksiği 3 haftada tamamlama kararıdır ki “özel okul sektörü”ne, sektör temsilcilerinin bile tahmin edemediği, pandemiyle birlikte nakilleri durdurmasından sonra en iyi ikinci destektir. İkincisi, MEB “Ben 3 hafta telafi yapacağım, benden bu kadar! Özel okullar 5 hafta yapabilir diyerek, daha iyi eğitim istiyorsanız oraya gidin imasında bulunmaktadır ki, özel okulların arayıp bulamadığı reklamdır.
Biz gene de Bakanımızı kutluyoruz, son derece sorunsuz bir eğitim yılı geçirdik. “Şu okullar olmasa eğitimi ne güzel yönetirdim.” lügat-ı meşhurunu bir güzel kanıtladı çünkü!
Harika bir yazı hocam tespitleriniz çok yerinde.