Her çağ ya da tarihsel kesit, kendine özgü toplumsal değerlerle uyumlu hareket edebilecek bireyler ister. Bu bireylerin yetiştirildiği dizgeye “eğitim” diyoruz. Dolayısıyla dizgenin içeriği, amaç ve hedefleri, kazanım ve becerileri yaşanan zamanın sosyoekonomik, sosyokültürel paradigmaları tarafından belirleniyor. Bu nedenle eğitimde olan biteni anlamak, her şeyden önce çağın yerleşik değerlerini, kabul kalıplarını bilmekle mümkün.
Nasıl Bir Yüzyıl?
İçinde yaşadığımız 21. yüzyılı, henüz ilk çeyreğini bile doldurmamışken, tümüyle tanımlamaya çalışmak gerçekçi bir girişim olmaz. Buna karşılık şimdiden ortaya çıkan kimi ipuçları sağlıklı değerlendirilirse bu tanımlama girişiminde yanılma payı azalır. Gene de bugünün birçok kavramının, dünden miras kalan kimi değerlerle yer değiştirmedeki yan yana anı, yüzyılın ilk çeyreğini kaplayacak görünüyor. Yer değiştirmedeki sürtünmenin sesi bir süre daha devam edecek; ama yüzyılımızı anlamamızı kolaylaştıracak kimi anahtar sözcüklere şimdiden sahibiz.
Bir yanda dünyanın yaşadığı en köklü devrimlerden biri olan “Fransız İhtilali”yle birlikte kurulan Cumhuriyetlerin yarattığı ulus devletin bilimi, aklı ve sosyal duyarlıkları öncelediği aydınlanmacı, yenilikçi hareket modernizm, diğer yanda modern düşünceye ve kültüre ait kavram ve yaklaşımları sorunsallaştıran postmodernizm. Bir yanda bireysel özgürlükleri ıskalamadan eşitliğin önemine vurgu yapan siyasal, ekonomik girişim sosyal liberalizm, diğer yanda ekonomiyi bütünüyle özel teşebbüse terk etmiş, hümanizmasını kaybetmiş, rekabetçi, vahşi kapitalizmin ideolojisi neoliberalizm. Bir yanda çağa adını veren ve egemenliğini sürdüren bilim, diğer yanda bilimin bir tüketim nesnesine indirgenmiş teknoloji hali. Bir yanda telekomünikasyonun bütün olanakları, diğer yanda kopkoyu bir iletişimsizlik. Bir yanda bilgiye, habere ulaşmanın, paylaşmanın ağsal zenginliği, diğer yanda kamuoyunun yalanla kolayca manipüle edildiği sahte haber (Fake-news) ve post-truth (gerçek ötesi) …
Yakın Gelecek
Japon göçmeni ABD vatandaşı, teorik fizik profesörü Fütürist Michio Kaku, Türk Eğitim Derneği’nin geçen yıl düzenlediği Uluslararası Eğitim Forumunda “Çocuklarımızı 1950’li yıllar için eğitiyoruz, ama biz o yıllarda yaşamıyoruz!” dedi ve yakın gelecekle ilgili öngörülerini paylaştı. Buna göre bilgiye erişmenin önündeki engeller kalkacak, bu yüzden eğitimde kişinin taşıdığı bilgi miktarı değil, kişinin sahip olduğu prensip ve kavramlar önemli olacak. Öğrenciler gözlerindeki kontak lensler sayesinde bir göz kırpma süresinde tüm bilgiye ulaşabilecek. Likit biyopsi yapan ve olası hastalığımızı haber verip alacağımız ilacı ve dozunu söyleyen çipli tuvaletlerden, nano-tıbbi malzemelerle tıp literatüründen kanseri silmeye; evimizde hücrelerimizden üretip 3D çıktısını alabileceğimiz organlarımızdan, robo-doktor ve robo-öğretmenlere; internetin yerini alacak beyin-netten, duygu ve anıların SMS olarak gönderilmesine… bir dizi öngörüde bulundu.

Şu kadarını ekleyelim ki, insan biyolojik varlığıyla doğaya ait olduğu kadar içsel yönsemeleriyle de sosyal bir varlıktır; yalnız yaşayarak insanlaşması söz konusu değildir. Nihayet 61 milyonluk Birleşik Krallık’ta 9 milyon kişinin kendini sık sık veya sürekli yalnız hissetmesi, İngiltere’de Yalnızlık Bakanlığı’nın kurulmasını gerekli kılmış. Bakanlık, yalnızların sorunlarına çareler üretecek, onların sosyalleşmesinin olanaklarını yaratacak. Öyle anlaşılıyor ki insanın bu yapısal özelliği daha binlerce yıl değişmeyecektir. İnsanın doğasına aykırı öngörüler gerçekçi değildir. En azından sosyalleşme mekânı olarak okullar, varlıklarını daha uzun süre koruyacaktır.
Bilgi Toplumu
Öte yandan bireysel ve sosyal yaşantılarımıza ait birtakım alışkanlıklarımızın değişeceğini söylemek de kehanette bulunmak değildir. Örneğin bilgi kaynaklarıyla birlikte bilgiye ulaşma olanaklarımız, iletişim araçlarıyla birlikte bireyler arasında ilişki kurma biçimlerimiz de kaçınılmaz olarak değişmektedir. 20. yüzyılın kitap, dergi gibi basılı kaynaklarının yerini 21. yüzyılda hızla internet ve dijital kaynaklar almaktadır. Ülkemizdeki basılı gazetelerin 1993’teki 6 500 000 nüshalık ortalama günlük tirajı 2017’nin son ayında 3 150 000’e düşmüştür. Gezi direnişine katılanların %82’si basılı gazete satın almamakta, gelişmeleri internet üzerinden izlemekte, sosyal medya platformlarında iletişim ve ilişki kurmaktadırlar.

Buraya Nasıl Geldik?
18. yüzyılın sonlarına doğru su ve buhar gücünün verimli kullanılmasını sağlayan mekanik tesislerin kurulması sonucu üretimin kurumsallaşmasıyla başlayan endüstriyel devrimlerin ilkinden (1.0) ve 19. yüzyıl sonlarında maliyetleri düşürüp üretimi artıran, iş bölümüne dayalı elektrik enerjili seri üretim bandının tasarlanmasıyla gerçekleşen ikincisinden (2.0) geçerek, 1970’lerde programlanabilir mantık devrelerinin üretim sistemlerine uygulanmasıyla mümkün olan üretimin otomasyonuna (3.0) geldik.
Endüstriyel devrimlerinin bu üçüncü aşaması birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin üretim gücü olarak ağırlığını korumakla birlikte dördüncü dalganın artık kapıya dayandığını söyleyebiliyoruz. Üretim süreçlerinin her aşamasında mümkün olan entegrasyonla; nesnel ortamın bilgisayarda similasyonuyla; cihazların internet üzerinden işlevsel olarak ilişkilendirildiği nesnelerin internetiyle; boyutu zettabaytlara ulaşan internet datalarının anlamlı bilgilere dönüştürüldüğü veri analitiğiyle; makinelerin karmaşık problemlere insanlar gibi çözüm üretmelerini sağlayan yapay zekâ yazılımlarıyla; reel ortamın bilgisayarlarca üretilen ses, görüntü, grafik GPS verileriyle zenginleştirildiği artırılmış gerçekliğiyle ve tüm üretim süreçlerinin akıllı sistemlerle kontrol edildiği akıllı fabrikalarıyla Endüstri 4.0 kapımızı çalmaktadır.
Paralel aşamaları, internetin gelişiminde de görüyoruz: Web 1.0 aşamasında tanıtım ve bilgi edinme için kullandığımız interneti şimdiki Web 2.0 aşamasında YouTube, Facebook, Twitter, Vikipedi… gibi platformlarla bilgi alma, yayma, üretme, tartışma ortamı yaratma olanaklarıyla kullanıyoruz. Endüstrinin 4.0 aşamasına destek verecek Web 3.0 aşaması da yapay zekânın internete entegrasyonu için hazırdır.
‘İleri teknoloji temelli endüstrinin verimlilik için dijitalleşmesi’ diye özetleyebileceğimiz bu son aşamasının, 15-20 yıllık bir yakın gelecekte günlük yaşamımızı etkileyeceğini tahmin etmek artık zor değil. Her şeyden önce istihdam önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor. Gelişmelere kafa yoran sosyologlar, iki üç yıl içinde 7 milyondan fazla kişinin işsiz kalacağını, buna karşılık 2 milyon yeni istihdam yaratılacağını söylüyor. Bugün okula başlayanların %65’inin iş yaşamına geçtiklerinde şu an henüz var olmayan iş kollarında çalışacaklarını öngörüyorlar.

21. Yüzyıl Becerileri
Bütün bu göstergeler bize, en çok eğitimle ilgili paradigmaların yerinden oynayacağını anlatmaya yetiyor. Yakın gelecekte en çok ihtiyaç duyulacak yetkinliklerin disiplinler arası yaklaşım, bilgi ve teknoloji okur yazarlığı, eleştirel ve kritik düşünme ile problem çözme olduğu anlaşılıyor. Bu çağ yetkinliklerinin, 21. yüzyıl pedagojisinde öğrencilere kazandırılması gereken becerilere dönüştürülerek yer alması, 4.0 trenini kaçırmak istemeyen ülkelerin eğitim yöneticileri için ev ödevidir.
Çağımızın gerektirdiği yetkinlik ve yeterliklerden hareketle 21. yüzyıl eğitiminin öğrenciye kazandırması gereken beceriler için bir önermede bulunacak olursak şu dört başlık üzerinde durabiliriz: Kişisel ve sosyal beceriler; araştırma ve öğrenme becerileri, yenilenme ve meslek becerileri; ülkesine bağlılık ve ulus sevgisi becerileri.
Öğrencilerimizin kişisel ve sosyal gelişimlerini desteklemek için ihtiyaç ve çözüm odaklı, özgür düşünebilme, özgün ama akılcı bakış açıları geliştirebilme gibi zihinsel; kendini tanıma, değerlendirme, geliştirme ve kendine güvenme ve uygun hedefler belirleyebilme gibi öz; sorumluluk alabilme, iletişim kurabilme, açık görüşlü ve farklılıklara saygılı olabilme, paylaşabilme gibi sosyal becerilerle donatmalıyız.
Onların araştırma ve bilgi edinme yetkinliklerini güçlendirmek için kritik ve eleştirel düşünebilme, kuşku duyup sorgulayabilme, problem çözebilme ve analiz-sentez yapabilme gibi araştırma becerileri; bilgi okuryazarlığı, disiplinler arası yaklaşım, bilgiyi yapılandırma ve içselleştirme gibi bilgi edinme; merak etme, öğrenme gereksinimi duyma, etkili ve yaşam boyu öğrenme gibi öğrenme becerileri kazanmalarını sağlamalıyız.
Yenilenmeleri ve mesleklerini geliştirebilmeleri için de gelecek kaygısı duymalarını, olanak yaratabilme ve değerlendirebilmelerini, üretebilme ve başarabilmelerini destekleyecek meslek; çağın gereksinimlerini anlayabilme, hayal edip yaratabilme ve yenilikçi olabilme gibi yenileme; medya ve teknoloji okuryazarı olabilme, dijital olanakları reel yaşamıyla birleştirebilme, teknolojiyi yönetebilme gibi teknoloji becerilerini edinmelerine fırsat yaratmalıyız.
Çocuklarımızın, gençlerimizin ülkesine bağlılık ve ulus sevgisi edinmeleri için ise, ülkelerini tanıma ve tanıtmada istekli olma, ülkesine değer katma gibi ülke sevgisi; ülkesinin kurucu değerlerini savunma, ülkesinin ekonomik ve sosyal gelişimine katkıda bulunma, ülkesinin bağımsızlığını koruma gibi ülkesine sahip çıkma; ulusal kimliğiyle gurur duyma, ulus bireylerinin sosyoekonomik eşitliği için çalışma, ulusal değerleri geliştirme gibi ulus sevgisi kazanmalarını desteklemeliyiz.

Ne Durumdayız?
İki uluslararası göstergeyle ülkemiz eğitimi için bu noktada bir durum saptaması yapmanın yeridir: Avrupa Komisyonu’nun yaptırdığı Uluslararası Bilgisayar ve Enformasyon Okuryazarlığı Anketi, veri işleme, bilgisayar okuryazarlığı ve çözüm üretmenin ülkelerin eğitim sistemlerinde ne kadar önemli olduğunu araştırmış. Üç ülkenin aldıkları puan şöyle: Çek Cumhuriyeti 553, Şili 487 ve Türkiye 361. Bütün ülkelerin ortalama puanı ise 479,5. Bir veri de OECD’nin yaptığı bir araştırmadan. Bu araştırmaya göre, 21. yüzyılın temel becerilerinden olan “eleştirel düşünme”ye sahip öğrencilerimizin araştırmaya katılan tüm öğrencilerimize oranı %2,2. Güney Kore’de bu oran %28, OECD ortalaması ise %11.
Sanırım bu iki veri, durumu saptamak için yeteridir. PISA, TMISS gibi diğer uluslararası ölçmelerin sonuçları her yönüyle ele alınıp yeterince değerlendirildi. Bu değerlendirmelerde ölçme sonuçlarından hareketle ülkeler sıralandı altta kalanlar mahkûm, sıranın üstündekilere ise gıpta edildi. Ancak bu tür ölçmelerin, 21. yüzyıl becerileriyle uyumu üzerinden pek bir değerlendirme yapılmadı.
Şu kadarıyla yetinelim: Son sanayi aşaması Endüstri 4.0’ın temel gereksinimi disiplinler arası çalışabilen insan yetkinliği ve gücüdür. Bu nedenle dört sayısal disiplini, bilim (science), teknoloji (technologi), mühendislik (engineering) ve matematik (math) bir araya getiren STEM eğitim yaklaşımı, 4.0’ın en çok gereksindiği eğitim seçeneğidir. Zayıflıkları ayrı bir yazının konusu olan bu yaklaşımın kuramsal altyapısını oluşturan fen ve matematik becerileri, uluslararası TIMSS ölçmeleriyle belirlenmektedir. Öte yandan PISA ölçmeleri bu disiplinlerin yanına problem çözmeyi de katarak 21. yüzyılın temel becerilerinin kazandırılmasına ilişkin bir değerlendirme olanağı ortaya konmaktadır. Her iki ölçmede de içler acısı halimiz apaçık ortadır.
Ama asıl vahimi, bu tür ölçmelerde ortaya çıkan tablodan üretilen ve katılan ülkelere önerilen eğitim politikalarını dikkate alma puanı bizde sıfırdır! O kadar ki bizimkiler, kendi PISA’larını bile kendileri yapmaya kalkışmışlardır da puan benzer çıkınca, yanlış hesapladık diyerek durumu kurtarmaya çalışmışlardır.
Bilgi toplumunda bilimi müfredattan çıkarıp atmanın sonucudur olan biten. Sınıflara akıllı tahta, öğrencinin çantasına tablet ve internete EBA koymakla olmuyor eğitim dediğin.
Einstein E=mc²’yi tablete değil, kara tahtaya yazdı, unutmayalım!