Atatürk’ün bağımsızlık ve Cumhuriyeti savunmakta mücadele vurgusu, ulusal güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya olduğumuz bugün hâlâ büyük önem taşımaktadır. Necip Fazıl’ın çağrısı ise, Cumhuriyet’in önünde İslam temelli bir karşı devrim cephesi inşa eden Başyücelik Devlet Modeli’nin takipçisi olan siyasilere rehber olmaktadır…
SORUN
Londra’da sokak hatiplerinin, kraliçeye hakaret dışında her türlü konuşmayı serbestçe yapabildikleri Hyde Park’ın, okuduklarımıza göre “Hatipler Köşesi” (Speakers’ Corner), serbest konuşma yeriymiş; burada söylenen sözler suç oluşturmuyormuş. Ancak o sözleri başka bir yerde söylerseniz, ceza yasaları işlemeye başlıyor ve bizim sokak röportajcılarının başına gelenlerle karşılaşabiliyormuşsunuz.
Halkın kolayca manipüle edilebildiği etnik ve din hassasiyetleri üzerinde çalıştıklarından, “etnikçi ve dinci siyasiler” biçiminde adlandırmamızın yanlış olmayacağı popüler politikacılarımız, bugünlerde iyiden iyiye Hyde Park’ta sanıyorlar kendilerini; onlar için memleketin her köşesi Speakers’ Corner sanki! Son söylevleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş belgesi Lozan ve kurucu metni 1924 Anayasası üzerine ve tabii bir de soykırım… Bu metinlere atıfla emperyalizmin kucağında, hilafete özlemlerini dile getirip halkı birbirine kırdırabilecek intikamcı duygularıyla Cumhuriyet’e savaş açtıklarını ilan ediyorlar!
Bunun adı tam olarak karşı devrimdir. O halde Cumhuriyet önderlerinin, Namık Kemallerin, Ziya Gökalplerin, Tevfik Fikretlerin devrimci birikimi üzerinden attıkları bağımsızlık adımının 106; kurdukları üniter, laik, demokratik devletin 102. yılında 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlarken, devrim-karşı devrim mücadelesindeki iki söylev ve iki gençlik tasavvurunu bir kere daha gözden geçirmek görevimiz.
Bugünün siyasi aktörleri, Necip Fazıl Kısakürek’in İslami karşı devrim kurgusu olan “ideolocya”ya (Necip Fazıl’cada ‘ideoloji’ demek) sıkı sıkıya bağlı görünüyorlar. Biliyoruz ki o “ideolocya” Komünizmle Mücadele Derneklerinde, 1965 sonrası Milli Türk Talebe Birliklerinde (MTTB) ABD emperyalizminin yönlendirmesiyle şekillendi. Tapu Kadastro öğrencisi ‘erken dönem’ Abdullah Öcalan’ın da müdavimi olduğu bu derneğin sempatizanları ve MTTB’nin üyeleri arasında Recep Tayyip Erdoğan (Kültür Sorumlusu), Devlet Bahçeli (Genel Sekreter), Abdullah Gül, İsmail Kahraman, Bülent Arınç, Mehmet Ali Şahin, Beşir Atalay, Kadir Mısıroğlu ve tabii belagatine bayıldıkları Necip Fazıl Kısakürek de vardı; ortak eylemlere katılıyorlardı. O eylemlerden biri de ABD emperyalizmini protesto eden 68’li devrimcilere karşı, 6. Filo’yu kıble bilip karşısında namaza durmaları ve protestocu gençlere saldırmalarıydı ki yakın tarihimize yüzkarası olarak geçti.
Şimdi o ortak eylemciler, yukarıda söylediğimiz çorabı Türkiye’nin başına bir kere daha örmek için bir aradalar; kurucu ve koruyucu belgeleri hedef almalarından belli ki Cumhuriyet’ten yüz yılın intikamını almak için… Ve esasen bunun için yirmi yılı aşkın bir zamandır Necip Fazıl’ın Başyücelik Devlet Modeli’ni adım adım hayata geçiriyorlar. Geçirirken de Cumhuriyet karşıtı bir yapıyı, en ince ayrıntısına dek ince ince inşa ediyorlar, “üstat”larından onlara kalan ayrıntılarla dolu bir mirasla. O miras, karşı devrim mücadelesinde hiçbir boşluk bırakmayan bir dizgeye sahipti. Dizgeyi çözmeye, bir gençlik bayramı olan 19 Mayıs’ta, gençlik tasavvurlarından başlamakta yarar var.
İKİ SÖYLEV
Necip Fazıl, geliştirdiği Büyük Doğu “İdeolocya”sıyla örülmüş bir devlet modeli öneriyordu: Bu, Başyücelik Devlet Modeli’ydi ve model, her cephesinde tüm ilke ve kurumlarıyla Türkiye Cumhuriyet’i Devleti’ne karşı konumlandırılmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in temel dayanakları olan cumhuriyetçilik , halkçılık , milliyetçilik , laiklik , devletçilik ve inkılapçılığı temsil eden “altı ilke”ye karşı Başyücelik Modeli, “dokuz umde” sundu: Rasyonalizme karşı, İslam tasavvufuna dayanan mistik ruhçuluk; özcülüğe dayanan keyfiyetçilik; hakikati toplumun değil, bireyin temsil edebileceğini savlayan şahsiyetçilik; İslam’a bağlanan, onunla sınırlanan ahlakçılık; inanç ve değeri öne çıkaran milliyetçilik (ümmetçilik); mülkiyet hakkını koruyan sermaye ve mülkiyette tedbircilik; dayanışma, aidiyet ve sorumluluk duygusu demek olan cemiyetçilik; eylem disiplini nizamcılık ve toplumdaki başıboşluğa, zorbalığa karşı hamleleri desteklemek, yani militarizm!
Karşıtlıkta hiçbir alan boş kalmamalıydı! Bu nedenle Necip Fazıl, 1975’te, bugün ülke yönetiminde söz ve güç sahibi olan birçok politik aktörün de katıldığı Milli Türk Talebe Birliği’nin düzenlediği “Millî Gençlik” gecesinde, bir karşı devrim hitabesi bile okudu! Hitabe, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1927’de Meclis’te okuduğu Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyetin kuruluş sürecinin kapsamlı bir anlatımı olan Nutuk’un sonuç bölümünde yer verdiği ve Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet ettiği gençliğe söylevine bir alternatifti; üstelik adı dahi “Gençliğe Hitabe”ydi! Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak, ülkenin modernleşme projesinin mimarı olan Mustafa Kemal’e karşı Necip Fazıl, bu projeye düşmanca bir tavırla ve İslami referanslarla ördüğü karşı devrimci bir gelecek vizyonu ortaya koyuyordu.
Her iki Gençliğe Hitabe, karşıtlık zemininde kurulan iki ideolojiye dayanır ve bu ideolojilerin Türkiye’nin geleceğine dair tasavvurlarını ve gençliğin bu gelecekteki rolüne ilişkin beklentilerini yansıtır. Hitabeleri, günümüz dünyasının ve Türkiye’nin güncel ihtiyaçları bağlamında, gençlik vizyonları, çağdaşlık, ulusal bağımsızlık, demokratik toplum inşası, laiklik ve bilimsellik bakımından analiz ettiğimizde, temel dayanaklarındaki uzlaşmazlığı kolayca görebiliyoruz. Bu karşıtlığın incelenmesi, Türkiye’de süregelen ideolojik tartışmaları anlamak, ülkenin geleceğine yönelik farklı perspektifleri bir kere daha değerlendirmek ve günümüzde elle tutulur bir hal alan Cumhuriyet düşmanlığının kaynaklarını anlamak açısından büyük önem taşımaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”si, Türk gençliğinin en temel görevinin ülkenin bağımsızlığını ve Cumhuriyet’i sonsuza dek korumak ve savunmak olduğunu vurgulayan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu metinlerinden biridir. Hitabe laik, modern ilkeler temelinde ulusal birlik ve ilerlemenin vurgulandığı bir dönemde yazılmıştır. Atatürk’ün mesajı, Cumhuriyetin zorlu bir mücadeleyle kazanılmış değerlerinin ve geleceğinin, Türk gençliğinin uyanıklığına ve kararlılığına emanet edildiği yönündedir. Atatürk, gençliğin birincil görevinin Türk istiklalini ve Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek olduğunu belirtir. Ayrıca, ülkenin egemenliğine ve Cumhuriyet düzenine yönelik iç ve dış tehditlere karşı gençleri uyarır, gençliğin doğasından gelen gücüne ve potansiyeline vurgu yapar. Atatürk’ün bu hitabesi, gençliği her koşulda ülkesine sahip çıkmaya ve Cumhuriyetin laik, demokratik temellerini her türlü tehlikeye karşı savunmaya çağıran bir ulusal sorumluluk beyannamesidir.
Kısakürek’in Gençliğe Hitabe’si ise yazarın tutarsızlıklarla dolu bireysel ve çalkantılı siyasal hayatının son dönemlerindeki politik duruşunu ve İslamcı yeniden dirilişi savunan “Büyük Doğu” ideolojisini yansıtır; laik Cumhuriyet projesine bir alternatif sunar. Bu, sadece gençliğe bir mesaj değil, aynı zamanda “Büyük Doğu” ideolojisinin bir manifestosu niteliğindedir ve gençliği bu dönüşümün aktif bir öznesi olarak konumlandırır. Kısakürek, gençlik için dini değerlere derinlemesine bağlı, İslam tarihi ve kültürüyle yoğrulmuş bir kimlik betimler. Türkiye’nin geleceğini “beşinci devre” olarak yaftalar ve önceki evreleri eleştirir ve gençliği mevcut düzeni reddederek ilahi egemenliğe dayalı bir toplum (“Hâkimiyet Hakkındır”) kurmaya çağırır. Ayrıca, gençliğin ahlaki açıdan güçlü ve İslam prensiplerini benimsemiş, cesaretle ve stratejik bir şekilde hareket etmesi gerektiğini belirtir. Necip Fazıl’ın mesajı, mevcut düzenin köklü bir şekilde değiştirilmesi ve dini ilkelere dayalı bir kimlik ve yönetim anlayışının, yani şeriatın benimsenmesi yönünde radikal bir dönüşüm çağrısıdır. Aşağıdaki bayağı belagat örneği ifadeler bu hitabedendir:
“Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…
…en son yarım asrını da İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören… Bu devreleri, yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi… Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik…
Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün “dikey”leri “yatay” hale getirecek bir nida kopararak “mukaddes emaneti ne yaptınız?” diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik…
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün dâvacısı bir gençlik…
Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik…
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhuş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi, ailesi ve daha nesi ve nesi, hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, … tek başına onlara karşı durabilecek destanlık bir meydan savaşı içinde ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik…
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiçbirini beğenmeyen, onlara “siz … marka Müslümanlarısınız! Gerçek Müslüman olsaydınız, bu hallerden hiçbiri başınıza gelmezdi!” diyecek ve gerçek Müslümanlığın “ne idüğü”nü ve “nasıl”ını gösterecek bir gençlik…
Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim manevî babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır!
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! / Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!”

İKİ GENÇLİK
Türk gençliğini, Mustafa Kemal Atatürk halkçı, bağımsızlıkçı, aydınlanmacı Cumhuriyet’in mirasçıları ve bekçileri; Necip Fazıl Kısakürek ise bu Cumhuriyet’i reddeden, ilahi rehberliğe dayalı bir sistemi kuracak radikal İslamcı dirilişin öncüleri olarak tasavvur eder. Mustafa Kemal gençliğinin ödevi, Cumhuriyet’in devrimci ilkelerini korumak ve daha ileriye taşımak; Necip Fazıl gençliğinin görevi, “Hakk”a (Allah’a) bağlı kalarak İslam şeriatına göre yönetilen bir toplum inşa etmektir. Atatürk gençliği, emanet aldığı mirası kararlılıkla, bilim ve aklın yol göstericiliğinde koruyacak; Kısakürek gençliği kendisinden önceki nesillere bile, İslam’ı yetersiz kabullerinden dolayı savaş açacak, daha radikal bir tavır içinde olacaktır.
Gençliğe Hitabe’lerde Atatürk, Cumhuriyet’in korunması ve ilerletilmesi üzerine bir vizyon sunarken, Necip Fazıl, İslamcı bir ideoloji temelinde köklü bir toplumsal ve siyasal dönüşüm hedefler. Atatürk, ulusal birlik ve Cumhuriyet’in savunulmasında kolektif sorumluluğu vurgularken, Necip Fazıl, ideolojik olarak motive olmuş genç militanların manevi ve İslami bir devrime liderlik etmesini öngörür. Atatürk’ün hitabesi, yeni kurulmuş ve tehditlerle karşı karşıya olan bir ulus devlet bağlamında ortaya çıkarken, Necip Fazıl’ınki daha sonraki bir dönemde Cumhuriyet karşıtı bir motivasyonla var olur. Temel farklılık, Atatürk’ün laik Cumhuriyetçi, Necip Fazıl’ın İslamcı ideolojik temellerinde yatmaktadır ve bu fark, gençliğin ulusun kaderine dair ülkülerini biçimlendirmektedir.
Necip Fazıl Kısakürek, demokrasiyi Batı emperyalizminin aracı ve toplumsal çöküşün kaynağı olarak eleştirmesine karşın, demokrasiyle sorunlu olan emperyalizmle aynı cephede hizalanır. Onun alternatif devlet modelinin “Başyüce”leri, bugün bir kere daha Orta Doğu’da ABD emperyalizminin siyasal figürleriyle iş tutmaktadır. Öte yandan “Büyük Doğu” ideolojisi halk egemenliğini, çağdaşlık ve laikliği tamamen reddeden, İslamcı yönetim ve entelektüel seçkinler tarafından liderlik edilen bir dönüşü evetler. Cumhuriyet ise halk egemenliğini toplumsal ilerleme ve çağdaş bir ulus devlet kurma yolunda hayati bir adım olarak görmüştür.
Bu karşıt perspektifler, eğitim ve dinin kamusal yaşamdaki rolü gibi konularda sıklıkla laiklik ile İslamcı gelenekçilik arasında bir gerilim yaratmaktadır. Bu gerilim, Türkiye’nin teknolojik, ekonomik ilerleme ile kültürel, tarihsel kimliğini korumak noktasında daha da artmakta; ülkenin çağdaşlaşma çabasını karmaşıklaştırmaktadır. Atatürk ve Kısakürek’in çağdaşlaşmaya dair sunduğu karşıt görüşler, Türkiye’nin ideolojik manzarasını şekillendirmeye devam etmekte; ülkenin kimliği ve modern dünyadaki yeri hakkında tartışmaları etkilemektedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusal bağımsızlık anlayışı, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra siyasi egemenliğin ve “istiklâl-i tam”ın sağlanmasına odaklanır. Gençliğe söylev, onların bu zorlu mücadeleyle kazanılmış bağımsızlığı ve Cumhuriyet’i iç ve dış tüm tehditlere karşı koruma sorumluluğunu ele almakta; gençliği bu değerlerin savunulması ve korunmasında hayati göreve çağırmaktadır. Necip Fazıl Kısakürek’in ulusal bağımsızlık anlayış ise, siyasi egemenliği değil, manevi ve kültürel olarak Batı etkisinden kurtuluşu içermektedir. Onun söylevi, gençleri çağdaş, laik, demokratik ve ulusal bağımsızlık temelinde bir devlet yapılanması mücadelesine değil; Batı modernitesinin yozlaştırıcı etkilerinden arınmış, otantik bir Türk-İslam kimliğini yeniden canlandırmaya, bu kimliğin değerlerine dayalı manevi ve kültürel bir yeniden uyanışa çağırmaktadır.
Türkiye bugün, bölgesel çatışmalar, terörizm ve küresel güçlerle olan karmaşık ilişkileri de içeren çeşitli ulusal güvenlik sorunlarıyla karşı karşıyadır. Atatürk’ün uyanıklık ve ulusal egemenliği savunma gerekliliği vurgusu bu bağlamda hala büyük önem taşımaktadır. Necip Fazıl’ın kültürel ve manevi bağımsızlık çağrısı ise, Batı kültürüne karşı mesafeli ve İslam değerlerine dayalı kimlik arayan siyasilerde yankı bulmakta ve o siyasiler bugün Cumhuriyet’in önünde bir karşı devrim cephesi inşa etmektedirler.
Cumhuriyet, ilk yıllarda tek partili bir sistem benimsemekle birlikte demokratik kurumlar, halk egemenliği ve temsili demokrasi ilkeleri üzerine kuruldu. “Gençliğe Hitabe”, gençleri Cumhuriyet’in bu temellerini korumakla ödevlendirir. Cumhuriyet, halk temsiline dayalı kurumlar aracılığıyla Türk toplumunu güçlendirmeyi amaçlar; nihai otoritenin ulusta olduğu bir toplum inşası öngörür. Necip Fazıl’ın toplumsal örgütlenme ve yönetim vizyonu, demokratik ilkelerle karşıtlık üzerine geliştirilmiştir. Onun “Başyücelik Devleti”, hiyerarşik bir yapıya sahiptir; halkın seçimiyle değil, İslamcı liyakate atanan entelektüel ve âlimlerden oluşan bir “Aydınlar Aristokrasisi” tarafından yönetilir. Modelindeki “Yüceler Kurultayı”, halk tarafından seçilmiş temsilcilerden değil, “Hakk’ın seçtikleri”nden oluşan antidemokratik bir yapıdır.
İKİ VİZYONUN BUGÜNÜ
Türkiye’nin demokratik gelişimi, son yıllarda Necip Fazılların anti-demokratik toplum vizyonuna sahip kesimlerin iktidarında büyük bir gerileme içine girmiştir. Güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve demokratik özgürlüklerin kapsamı iyice daraltılmış, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle daha otoriter ve dini temelli bir yönetim biçimine dönüşmüştür. Cumhuriyet’i, demokratik kurumları güçlendirmeyi ve otoriter eğilimlere direnmeyi savunanlar ise toplumun bu otoriterleşmeden daha fazla rahatsız olan kesimlerdir. Üreticiler, gençler, öğrenciler ve kadınlar gibi toplumsal rolleri etkili olan bu kesimler, ancak örgütlülükle aşabilecekleri toplumsal muhalefetin özneleri olma sorunu yaşamaktadır.
Atatürk’ün ulusal bağımsızlık ve tehditlere karşı uyanıklık çağrısı, Türkiye’nin karmaşık jeopolitik ortamında hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Necip Fazıl’ın İslamcı liderliğindeki “Büyük Doğu” politikası, bölgesel ittifaklar ve çatışmalarda inisiyatif almak bir yana, rüzgârın yönüne göre sallanmaktadır. O vizyon, Türkiye’nin Akdeniz’deki varlığından vaz geçmiş, Kıbrıs’ı kaybetmiş, ikinci bir İsrail’i komşu edinmiş; Mustafa Kemal’in ezilen uluslara örnek inisiyatifi ve ufku yanında giderek silikleşmiş, yok olmuştur; çağın gerçekleri onun geçersizliğini her gün biraz daha sertlikle yüzüne vurmaktadır.
Nihayet, Necip Fazıl’ın rehberliği kamusal yaşamda İslami yaşam tarzının egemen olmasına, giderek Cumhuriyet karşıtı bir yönetim modeline yol açmış; bu da laik, demokratik ilkeleri içselleştirmiş halk kesimlerinin giderek büyüyen, özellikle öğrenci gençliğin atak direnişiyle karşılaşmıştır. Bu karşılaşma, Türkiye’nin gelecekteki yönü için önemli sonuçlar doğuracak, iç politikalarını, uluslararası ilişkilerini, siyasal ve kültürel kimliğini etkileyecek, umut dolu bir karşılaşmadır.
Cumhuriyet gençliğine güvenmekten ve onun Gençliğe Hitabe’de Mustafa Kemal’den aldığı görevi gerçekleştirme mücadelesine katılmaktan başka çare yoktur…