Bu Cumhuriyet, bir aşiret mensubu olan Cemalettin Seber’den Türkçenin büyük şairi Cemal Süreya’yı yarattı. O Cemal Süreya Türkçenin aydınlığıyla Üvercinka’yı yazdı. O Üvercinka sömürünün, yoksulluğun ve gericiliğin üstüne üstüne uçuyor, 59 yıldır bütün kara parçalarında; Türkiye hariç değil!
439 sayıya ulaşan Yeditepe Dergisi’nin yayımcısı, Yeditepe Yayınları’nın sahibi ve Yeditepe Şiir Armağanı’nın kurucusu Hüsamettin Bozok, 1958 yılının şubat ayında Türk edebiyatı adına çok iyi bir iş yaptı; Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin başyapıtlarından biri olacak bir kitap yayımladı: Üvercinka. Cemal Süreya’nın bu ilk şiir kitabına adını veren ve İkinci Yeni’nin adeta mottosu olan Üvercinka, 1956’da yayımlanmıştı ve o tarihten beri, 69 yıldır aydınlık için dövüşenlerin, aşkla sevişenlerin ve bütün ezilenlerin göğünde uçuyor; “Afrika hariç değil”!
Garip’in kendini tekrarlamaya başladığı ve herkesin bir örnek çoğalttığı şiiri karşısında tartışılagelen bir yeni çıkış arayışı, ilk ürününü Oktay Rifat’ın 1956’da yayımladığı Perçemli Sokak’la vermiş, ama kitap daha çok İkinci Yeni şiirinin poetik temellerini ortaya koymayı amaçlayan önsözüyle edebiyatımızda yerini bulmuştu. 1957’de Edip Cansever’in Yerçekimli Karanfil’iyle kendinden söz ettirmeye başlayan şiirimizin bu yeni hareketi, 1958’de yayımlanan Cemal Süreya’nın Üvercinka’sı ile ete kemiğe büründü. Sonra arkası çorap söküğü gibi geldi: İlhan Berk ‘Galile Denizi’ni, Turgut Uyar ‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’nı, Sezai Karakoç ‘Körfez’i, Ece Ayhan ‘Kınar Hanımın Denizleri’ni, Ülkü Tamer ‘Soğuk Otların Altında’yı… peş peşe yayımladılar. Ama hiç kuşkusuz Türk şiirinin en radikal dönüşümünü tetikleyen Üvercinka oldu.
Üvercinka oldu, çünkü Cemal Süreya’nın 1953-1957 yılları arasında yayımladığı 29 şiiri içeren toplamı, 1959’da Yeditepe Şiir Armağanı’nı Arif Damar’ın ‘İstanbul Bulutu’ ile paylaşmakla kalmamış, Cumhuriyet’in 75. yılı nedeniyle YKY Kitap-lık dergisinin 1998’de hazırladığı “75 Yılda 75 Kitap” listesinde 36. sırada yer almıştı.
Bir şairi ve onun şiirini büyük yapan, kuşkusuz buraya kadar söylediklerimiz değil; belki bundan sonra söyleyeceklerimizdir. Halk şiirinin donmuş kalıplarından, Divan şiirinin marifete tabi hünerbazlığından kurtulmak isteyen şair, Türk şiirinin Tanzimat’la başlayan, Servet-i Fünun’la süren ve Cumhuriyet’le bir sentez bulan arayışına canıgönülden katılmıştı. Süreç kısa zamanda Yedi Meşale ve Beş Hece’den geçerek, Nazım’ın serbest şiir arayışıyla birlikte Garip’e gelmişti. Daha hızlı akmaya başlayan toplumsal zaman, kültürel zamanı da hızlandırmıştı; bu nedenle Birinci Yeni’den İkinci’ye geçiş uzun sürmedi. Uzun sürmedi, çünkü İkinci Yeni’yi kuranlar Birinci Yeni’nin açtığı yolda kolay ilerlediler; üstelik yol açıcılardan ve kuruculardan biri, Birinciler’den Oktay Rifat’tı. Onun stabilize ettiği yolu, Cemal Süreya da bir güzel asfaltladı!
Üvercinka, yayımlanır yayımlanmaz büyük bir ilgi uyandırdı. İkinci Yeni’nin isim babası Muzaffer İlhan Erdost, kitap yayımlanmadan önce, okurun Üvercinka’da yeni değerler bulacağını ve bunları yadırgamayacağını yazdı. Asım Bezirci, Muzaffer İlhan Erdost’un bu saptamasını önce abartılı bulduğunu, ancak Üvercinka’yı okuduktan sonra fikrinin değiştiğini söyledi. Ahmet Oktay, asıl yeniliğinin eşyayı soyutlaştırışından ve dilinden geldiğini saptadı. Orhan Duru, onu bir kuşağın şiir kitabı olarak niteledi; şiirlerdeki şaşırtma ve ton değişikliğinin, okurun alışık olmadığı bir tarz olduğunu ifade ederek şairin temasıyla da insanın derinliğine indiğini vurguladı. Mustafa Şerif Onaran, Süreya için “Alışılmış kelimelerin alışılmış duyguların şairi değil.” dedi. Cemal Süreya ise Üvercinka’sını bir kelimeyle özetledi: Şok! “O kitaptaki çok şiirimde şok etkisi aradım. Sonra dile büyük bir yaslanışım var. Humour var. Kusurlu şiirler, biliyorum. Kusurlu olmalarını istedim.” dedi.
Bize de Üvercinka’ya dair söylenecek şunlar kaldı: Halk şiiri ilk biriminin ilk birkaç sözcüğüyle adlandırılırdı, Divan şiirinin adı redifiyle birlikte şiirin türüydü, Tanzimat şiirinin adında türüyle birlikte konusu da yer almıştı. Çağdaş şiirin “giriş kapısı” sayılan başlık ise şair için de şiir için de çok daha önemliydi; hele Üvercinka’da bu kapı, neredeyse İkinci Yeni’nin poetikasını ortaya koyan bir öneme sahipti.
Öyleyse adından başlayabiliriz. İkinci Yeni şiiri, kendini önceki şiirin çağrışımsız, imgesiz, yalınkat konuşma diline tepkisini ortaya koyarken, düzyazının anlamlandırma biçimiyle de arasına kalın bir çizgi çizdi. Bunu öncelikle şiir dilinin anlamlandırma olanaklarını itip genişleterek yaptı. Oktay Rifat, az önce sözünü ettiğimiz Perçemli Sokak’ın Önsöz’ünde “anlam”ı şöyle tanımlıyordu: “Bir sözün anlamı, çoğu zaman o sözün gözümüzün önüne getirdiği görüntüden başka bir şey değildir. (…) Bir sözün gözümüzün önüne gelen görüntüsü, olabilecek bir şeyse o söze anlamlı, olamayacak bir şeyse anlamsız, deriz. (…) Şiirin sadece olabilecek görüntülere bağlanması istenmeyeceğinden anlamla da bağlı kalması istenmez.”
Son cümlenin öznesini “tek bir anlamla bağlı kalması” diye değiştirirsek, şiirin tek anlamla sınırlanmaması, anlam katmanları oluşturması gerektiği üzerinden Cemal Süreya’ya kolay ulaşırız. Ulaştığımız yerde İkinci Yeni’nin standart dilde yarattığı “dilsel sapma”larla yeni bir şiir dili kurduğunu, alışılmadık bağdaştırma (anlamsal sapma) ve alışılmadık bağlaşıklıklarla (biçimsel sapma) okurun konforunu bozduğunu görürüz.
Oktay Rifat, şiire özgü bir anlamlandırma olanağı yaratılması gerektiğinin altını çizerken Cemal Süreya da aynı yıl A dergisinin 1956 Ekim sayısında, edebiyat dünyasında radikal bir çıkışı temsil eden “Folklor Şiire Düşman” başlıklı protest bir poetik metin yayımladı ve “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı.” diye başlayıp bunun bir evrim sonucu olduğunu ve çağdaş şairlerin kelimeleri bile sarstıklarını; yerlerinden, anlamlarından uğrattıklarını savlayarak folklorun, şiirin bugünkü entelektüel niteliğini taşıyacak yetisi olmadığını ileri sürdü.
Bu iki metin, İkinci Yeni’nin kilit metinleriydi. Bu çerçeve içinde “Üvercinka” adlandırmasında sözcüğün, bir gösteren olarak temsil yoluyla kurduğu tek anlamlılığı aştığını ve bütünlüklü bağlam içinde “simge”den anlam katmanları yaratmaya elveren bir “imge” genişliğine ulaştığını söyleyebiliriz. Bu haliyle “Üvercinka” adı, İkinci Yeni poetikasının son derece yetkin bir örneği olmakla birlikte adlandırdığı şiirin imge elemanlarını toparlayan bir kümedir de.
Cemal Süreya ise hiç de zorunlu olmadığı halde “üvercinka”yı tanımlamaya kalkışır ve imgenin çok anlamlılığından kaynaklanan tılsımı bozar; ama okurun “üvercinka”sı yine de kendinedir: “Tamam. Üvercinka anılması güvercinle karışık bir ad. Bir kadın adı. Barışa, aşka, dayatmaya dönük bir kavram: Kitaba ad olarak seçmeme gelince bunun iki nedeni var. Birisi belli: günümüz şiiri ve bu arada benim şiirim kelimeyi zorlayan bir şiir. O adla şiirimi özetlemiş ya da bir parça belirtmiş oluyorum. Şiirimden ufak, ama anlamlı bir kesit vermiş oluyorum galiba. İşin ikinci nedeni son derece özel, salt günlük yaşama ilişkin bir şey.” (Duruel, 2002)
Sözcüğün, okurun anlağında bıraktığı iz ise “güvercin” “kanat” ya da “kadın” sözcüklerinin bileşiminden doğan belli belirsiz hissedilen bir dokunuşun izidir: Belki kanadı kırılmış (sesçe de) yaralı bir güvercin, belki de Slav dillerinde kadın adlarına eklenen “-ka” ekiyle alışılmamış bağlaşıklık! Ama her halükârda “güvercin”i çağırıyor; bu nedenle yazının başlığında “uçuyor” dedik.
Şiir, 1’i kırık 7 dizelik 5 birimden oluşuyor. Her birim, sonunda tekrarlanan “Bütün kara parçalarında” (ikincide “Bütün kara parçaları için”) dizesinin kırık bölümü olan “Afrika dâhil” (son birimde “Afrika hariç değil”) cümlesiyle birbirine yapısal, tematik yönden şaşırtıcı bir etkiyle bağlanıyor.
İkinci Yeni şairi, şiire düşman ilan ettiği, sözcükleri kalıplaştırıp onların anlamlarını ve kullanımlarını dondurduğu folklorik birimlere yer vermez. Öte yandan lirizmi kendinden menkul, hazır şiirsel yükler edinmiş sözcük ve öbeklerle de işi yoktur İkinci Yeni şairinin, Cemal Süreya “hariç değil!” Bu nedenle Üvercinka’da o güne kadar şiire uzak ve soğuk kalmış terimleri (bilim alanına ait sözcükler) bile şiirsel donanımlarla şiire dâhil eder Süreya: “Yürürlüğe girmek”, “kara parçası”, “değere binmek”, “haklı” gibi kamu yönetimi, hukuk, coğrafya, ekonomi disiplinlerinin terimleri şiirsel yükler edinir.
Şiirle ilgili detaylı anlamlandırma çabasına girersek, az önce ileri sürdüğümüz anlam katmanlarının ve çağrışımlarının sınırlandırılmasıyla ilgili görüşümüzle çelişkiye düşeriz. Bu nedenle belki uzak çağrışımlarla sınırlı kalmak koşuluyla kişisel algı ve çağrışımlarımızı paylaşabiliriz: Her şeyden önce şiirin temel ögelerinden biri imge ise diğeri de ritimdir ki Üvercinka’da şiirin görsel örüntüsüyle başlıyor, sözcüklerde ses ve dizelerde sözcük tekrarlarıyla tamamlanıyor. Tekdüze ve kendini yineleyen değil, sesini sadece yanındakinin duyacağı kadar yükselterek anlamla bütünleşip yürüyen bir ritim inşa ediyor.
Konuşma dilinin rastgele değil, özenli kuruluşuyla ilerleyen şiirin erkek anlatıcı öznesinin birlikte olmaktan yaşama sevinci ve yaşama gücü edindiği sevgilisine yönelen anlatımı, yer yer erotik bir boyut kazansa da masumiyetinden, içtenliğinden ve haklılığından bir şey kaybetmeden ilerliyor. Çekilen bireysel acıların toplumsal acılarla sarmalanıp sürdüğü bu anlatım, şiirin çatısını kuruyor. Bu çatı, toplumdaki yaygın ahlak anlayışının karşısına insan doğasını koyup bedensel hazzı toplumsal mutlulukla eşitliyor.
“Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dâhil”
İlk ve ikinci dize Cemal Süreya şiirinin, hatta giderek İkinci Yeni’nin slogan dizelerinden. Burada tasvir edilen kadın boynunun, uzun boyunlu kadın portrelerinin ressamı Amadeo Modigliani esinli olduğu bellidir. Zira Süreya’nın aynı kitabındaki Aslan Heykelleri şiirinde bu esinin kaynağı açıkça gösteriliyor: “Ya bu başını alıp gidiş boynundaki / Modigliani oğlu modigliani”
“Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız” dizesinde şiirin mekânı, mahcup iki sevgilinin gizli saklı buluştuğu, gözlerden ırak bir tenha değil, kamusal bir alandır. Bu tercih şiir öznenin, tensel ve tinsel yaklaşmanın ulu ortalığını dışlayan toplumsal ahlaka başkaldırısıdır. Öte yandan İstanbul’un bir semti olan “Laleli’den dünyaya gitmek” imgesi, çarpıcı bir bağdaştırma örneği olarak yerelden evrensele, bireyden toplumsala açılmanın anlatımı gibi görünmektedir.
Sonraki dizede Süreya, folklorun bağlayıp kalıplaştırmasından izler taşıyan, lirik bir yük edinmiş “kalbe dokunmak” sözünün yerine, erotik çağrışım da barındıran “yüreği ellemek” imgesini kurmakla bedensel hazzı, son dizedeki toplumsal mutluluğa taşıyor. Sevişmek sadece şiir özne ile sevgilisi için değil tüm insanlar için yürürlüğe giriyor, tüm yoksullar ve ‘öteki’ler dâhil! Şair böylece sevişmenin olanca insani ve evrensel yanını öne çıkarıyor. Birimlerin ortak kırık dizesine gelince o, anlatıcı öznenin tüm bireysel mutluluk ve umutlarının toplumsalla bağlandığı dizedir: “Bütün kara parçalarında – Afrika dâhil”.
İkinci Yeni şairlerinin yaşadıkları ülke dışında başka ülke ve bölgelere ilgi gösterdikleri bilinen bir durumdur. Onların şiirlerinde bu ülke ve bölgeler emperyalist sistemin tüm kaynaklarına ve emek gücüne el koyarak sömürgeleştirdiği; tarih, medeniyet ve kültürel olarak ötekileştirdiği ülkeler ve bölgelerdir.
Turgut Uyar ‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’yla, Ece Ayhan Kınar Hanımın Denizleri’ndeki ‘Kudüs Fareleri’yle, Edip Cansever ‘Petrol’le, İlhan Berk Türkiye Şarkısı’ndaki ‘Güneyde Bir Orman’la, Sezai Karakoç, Cezayir bağımsızlık savaşçılarına ithaf ettiği ‘Ötesini Söylemeyeceğim’ ve ‘Hızırla Kırk Saat’le, Cemal Süreya ‘Ortadoğu’ ve ‘Üvercinka’yla dünyanın ötekileştirilmiş bölgelerini, bazen kapitalist modernizm eleştirisi, bazen İslamiyet’in Batı karşısında geri kalışı, bazen yoksullukla mücadele, ama daima bağımsızlıkçılık temelinde, kimi açık kimi kapalı, kimi doğrudan kimi dolaylı bir biçimde ele alırlar.
Kendini kaynaklarına el konmuş, medeniyeti yok sayılmış Ortadoğu’nun bir bireyi olarak konumlandırır Cemal Süreya. Ama o, bir oryantalistin kurduğu, kendine göre bir öteki, Batı’nın sömürüsüne mahkum bir Doğulu değil; Cumhuriyet aydınlanmasını içselleştirmiş, geleceğe ait umutlarla dolu, bilinçli ve etkin bir Ortadoğuludur. Afrika’ya bu bilinçle yaklaşan şair, Hamza Süiti’ndeki “Başladı Afrikası uzun bir gece” dizesiyle Batılı emperyalistlerin yoksullaştırdığı Afrika imgesini inşa eder, bunu Hamza ve ailesinin yoksulluğuna çarpar. Bundan bir yıl sonra yazdığı ‘Afrika’ şiiri ise Akdeniz uygarlığı içinde kalan Roma ve Mısır’ın, tarihte Afrika’yı nasıl sömürdüğü, bu sömürü ve ötekileştirmenin sürdüğünü vurgular:
“Afrika dediğin bir garip kıta
El bilir âlem bilir
Ki şekli bozulmasın diye Akdeniz’in
Hâlâ eskisi gibi çizilir
Haritalarda”
Üvercinka’nın Afrika’sına dönecek olursak, Cemal Süreya burada bize, her bendin sonunda, Batılı sömürgeci ülkeler tarafından geri kalmış üçüncü dünya coğrafyası olarak görülen bir Afrika çizer. Kıtanın olumlu veya olumsuz, bireysel veya toplumsal hareketlilik içinde anımsanması, var olduğunun duyumsanması gerektiğini imler. Bu coğrafyanın mevcut durumuna güçlü bir itirazdır. “Kara parçalarında” sözündeki “kara” sözcüğünün Afrika insanıyla yaptığı derin cinası da eklemeden geçmeyelim!
Şiirin anlam katmanlılığı için söylediklerimizle daha fazla çelişkiye düşmeden yorumu bırakmak, okurun alabileceği olası şiirsel etkiye engel olmamak gerekir. Şiir söz konusu olunca, açıklamasını değil, kendisini okumak tutulacak en doğru yoldur; zira şiir kendisi dışında bir şey anlatmaz, anlamı şiirin kendisi, yarattığı etkidir; en çok da İkinci Yeni’de.
O halde Üvercinka’nın son birimiyle bitirebiliriz:
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajı’nda akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
Mustafa Bey, yazınızın başlığından başlayarak gerçekten çok güzel yerinde bir başlık, tam da Cemal Süreya’ya yakışır biçimde onun şiirini İkinci Yeni’yi anlatmışsınız çok beğendim, bilgilendim de… Elinize, gönlünüze, kaleminize sağlık.
Kutlarım.