Atalarımız bülbül gibi şakımadan önce, olasıdır ki elleri ve bedenleriyle yaptıkları işaretlerle en temel anlamları, türlerinin diğer bireylerine iletebiliyorlardı. Daha sonra Ruby gibi işaret diliyle şarkı söylemek de mümkün oldu, işitme engelli babası gibi o şarkıyı dinlemek de! Bugünse konuşma ve yazmayı unutmuş görünüyoruz… Konumuz, İşaret Dilleri.
“Tanrı osurukları neden kokuttu biliyor musun Ruby? Sağırlar da tadını çıkarabilsin diye!” Frank Rossi (Troy Kotsur), istemeden çıkardığı “gazı”, kızı Ruby’e (Emilia Jones) işaret diliyle böyle açıklıyor CODA adlı filmde. CODA, Sian Heder’in yazıp yönettiği 2021 Apple TV+ yapımı bir dram. Kısaltmanın açılımı ise “Child of Deaf Adults”, yani “İşitme Engelli Yetişkinlerin Çocukları”.
Duygusal ve ilham verici bir film olarak CODA, sağırların dünyasını ve yaşadıkları zorlukları anlatan önemli bir yapım. Bu yönüyle engellilere karşı insanların bakış açısını değiştirmeye yardımcı olmuş, sağırların hakları ve eğitimi için farkındalık yaratmıştı.
Film, Vineyard’da yaşayan ve sağır bir ailenin tek işiten üyesi olan Ruby Rossi’nin hikâyesini anlatıyor. Rossilerin işitebilen tek bireyi olan Ruby, balıkçılık işinde çalışan ailesinin konuşan çevresiyle iletişimini sürdürüyor. Ama şarkı söylemeyi seven küçük kızın okulunda müzik yeteneği keşfedilince Ruby, bu hayalini kovalamak ile ailenin iş ilişkilerindeki iletişimini sürdürmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor.
Ailenin yetişkin erkek çocuğu (Daniel Durant), müzik hayalinin peşine düşmekle ailesinin işitenlerle iletişimini sürdürmek arasında sıkışıp kalan kardeşi Ruby’i, müzik okuluna gitmeye teşvik ederken şöyle diyor: “Ben hallederim, bana bırak. Aptal gibi görüneceğimizden çok korkuyorsun. Sağırlarla nasıl iletişim kuracaklarını işitenler düşünsün! Yardıma muhtaç değiliz. Sen doğmadan önce de ailemiz gayet iyiydi. Git, şarkı söyle… Gertie, bana senin çok güzel şarkı söylediğini anlattı. Bu çok özel bir şey…”
Ama annesinin (Marlee Matlin) kuşkuları vardır. Kendilerini dışındakilere bağlayan Ruby’nin yokluğu bu bağı koparacaktır. Koroya katıldığını, çünkü şarkı söylemeyi sevdiğini söyleyen kızına, “Sen ergensin… Ben işitmiyorum diye şarkı söylüyorsun, kör olsaydım resim mi yapacaktın?” diyerek itiraz eder. Aile genellikle “Biz sağırız, bizi kim destekler. Bize şakaymışız gibi bakıyorlar.” psikolojisi altında hissettikleri ezikliği neşeli, yaşam dolu, mutlu bir aile profiliyle aşmaya çalışmaktadır.
Anne ile baba, kızlarının müzik okuluna gitmesini işaret diliyle tartışırlar. Kuşkuları derindir: “Ya şarkı söyleyemezse…” Babası itiraz edince annesi, “Yoruldum artık, konuşmak istemiyorum!” diyerek tartışmayı keser. İşaret diliyle iletişenler için ‘konuşmak’ mecaz, ‘yorulmak’ gerçek anlamdadır burada! Ama sonunda annesi de Ruby’nin kendi yaşamına ilişkin tercihlerine teslim olur ve işaret dilinin bütün duygusallığıyla anlatır: “Doğduğunda sana işitme testi yaptılar. Orada öylece duruyordun, minicik ve tatlıydın. Her tarafında elektrotlar bağlıydı… Ve ben sağır olman için dua ettim. Bize işittiğini söylediklerinde kalbim parçalandı… Aramızda bağ olmayacak diye çok korktum, benimle annem gibi. Sana destek olamayacağımı sandım. Sağır olmanın beni kötü bir anne yapacağını düşündüm…” Doğal dil ya da işaret diliyle anne ile çocuğunun iletişim kuramama korkusunun derinliğini göstermektedir annenin bu itirafı!
Filmde, işitemeyenlerin ve işitip de duygularını onlarla sesi aracılığıyla paylaşamayanların dünyasına dokunan birçok sahne var. Ancak yazıyı bir film incelemesine çevirmeden, filmin de konusu olan işaret diline bağlamak gerekiyor. Dili, en genel çerçevede “iletişim olanağı” biçiminde tanımladığımızda bu tanımın içine karıncaların kimyasal, arıların dans; kuşların, kurbağaların, köpeklerin, balinaların akustik; kısacası canlılar dünyasının ilişki ağını sağlayan her tür olanağı koyabiliriz. Terimi sadece insanlarla sınırlandırsak bile konuşma dilinin dışında, buraya koyabileceğimiz birçok iletişim biçimi var:
Sesli dillerin melodisini ve ritmini taklit ederek ıslık sesleri ile iletişim kurmayı sağlayan ıslık dili; görme engelliler tarafından kullanılan, kabartma noktalardan oluşan Braille yazı sistemi; telsiz, telgraf gibi iletişim araçlarında kullanılan nokta ve çizgi kombinasyonlarından oluşan Morse alfabesi; Esperanto gibi evrensel iletişim aracı arayışından doğan yapma diller; türlü algoritmaların kullandığı yazılım dilleri; resim, müzik, dans gibi alanlarda kullanılan sanat dilleri; matematik, kimya, trafikteki gibi farklı anlamları, kavramları temsil eden görsel işaretler; Jest, mimik, duruşlarla iletişim sağlayan beden dili; parfüm ve benzerleriyle duygu mesajlarını kokular aracılığıyla ileten koku dili; sevgi, destek, şefkat gibi duyguları temas yoluyla ifade etmek için kullanılan dokunma dili…
İnsan iletişiminin önemli bir parçası olan bu diller hem farklı becerilere sahip bireylere iletişim kurma olanağı sağlıyor hem de dil çeşitliliğini ve dolayısıyla kültürel zenginliği artırıyor. İnsan türü için bütün bu ifade araçlarının konuşma diline en yakın olanı, kullanıcılarının, Ruby’de olduğu gibi ‘müzik kariyerleri’ önünde aşılmaz bir engel olarak dursa da kuşkusuz işaret dilidir.
El, kol ve beden hareketlerinin anlam oluşturmaya, jest ve mimiklerin bu anlamı belirginleştirip duyguları ifade etmeye yardımcı olduğu işaret dillerinin gramerleri de doğal konuşma dillerinin gramerlerinden farklı. “İçmek” eylemi için bardağı ağıza götürme hareketinde olduğu gibi, somut kavramlar için somut işaretlerin kullanıldığı işaret dilinde soyut kavramlar da “aşk” sözcüğünde olduğu gibi kalp işareti yaparak, bir tür düzdeğişmece (ad aktarması) yoluyla somutlaştırılarak anlatılabiliyor.
Araştırmacılar, en az 30 000 yıl öncesinde yaşamış canlıların birçok vokal sesi dışlaştırabilme yeteneğinde olmadıklarını söylüyor. Türümüz bireylerinin, on binlerce yıl ellerini ve bedenlerini kullanarak yaptıkları işaretlerle en temel anlamları, türlerinin diğer bireylerine iletmiş olmaları olasıdır. Bugün de konuşma dilinin geçersiz olduğu çok gürültülü ya da sesiz kalınması gereken yerlerde bunu yapmıyor muyuz? Şef, orkestra üyelerini kontrol ederken, hakem oyunculara yönlerini ve kararlarını belirtirken, su altında dalgıçlar haberleşirken, anlam bakımından çok sınırlıda olsa el, kol ve bedenleriyle özel işaretler üretiyorlar. Ancak bu işaretler, meramı anlatmada belli bir dizgesi olan işaret dillerinin yanında son derece yetersiz kalıyor. Bu tür işaretlerle bir kuşu veya uçmak eylemini gösterebilseniz bile uçmak eyleminin sizde yaratacağı heyecanı ve mutluluğu anlatamıyorsunuz. Bu, ancak o işaretlerden bir dil yapmakla, yani bir işaret dili dizgeleştirmekle mümkün oluyor; tıpkı Nikaragualı çocukların yaptığı gibi…
Nikaragua’da, 19 Temmuz 1979’da Amerikan işgaliyle birlikte işbirlikçi Somoza ailesinin yönetimine son veren Sosyalist Sandinist iktidarın eğitim atılımlarından biri de ülkede kaderine terk edilmiş işitme engelli bireyleri eğitmekti. Onları, başkent Managua’da kendileri için özelleştirilmiş bir eğitim merkezlerinde toplandılar. Ancak Amerikan işaret dilini (ASL) bilen eğitmen çok azdı; bu nedenle eğitmenler sağırlarla iletişimi dudak okuma yoluyla gerçekleştirmek istediler. Ne var ki çocuklar ve diğer yetişkin işitme engelliler buna direndiler. Öğretmenlerinin olmadığı ortamlarda mimik ve jestlerin yoğun olduğu, işaretlerin çoğunlukla somut kavramları temsil ettiği ve sözdiziminin ASL’den farklı olduğu Nikaragua işaret dilini (Idioma de Senas de Nicaragua: ISN) geliştirdiler.
Tıpkı ülkemizde kendiliğinden ve Türk işaret dilinden (TİD) bağımsız gelişmiş olan Orta Toroslar İşaret Dili (OTİD) gibi. OTİD, Mersin’de Toros dağları üzerindeki 3 köyde kullanılıyor. Bölgedeki sağır bireylerin coğrafi, kültürel, ekonomik engellerin yarattığı yalıtımdan dolayı başka bir işaret diline yeterince maruz kalmamaları nedeniyle farklı biçimde oluştuğu saptanan bu işaret dili, TİD’den tamamen bağımsız bir biçimde gelişmiş ve zamanla tıpkı ISN gibi kendine özgü gramer ve sözdizimine sahip olmuş. Kendiliğinden oluşması özelliğiyle OTİD ve ISN, dil edinimi ve evrimiyle ilgili dilbilim araştırmaları bakımından son derece önemli veriler taşıdığı kabul ediliyor.
Genel olarak işaret dilleri, işitme engelli bireylerin kendi aralarında ve konuşan bireylerle iletişim kurmak amacıyla geliştirdikleri parmak, el, yüz ve beden hareketlerinden oluşan görsel diller. Bu dillerin de doğal konuşma dilleri gibi kendilerine özgü gramerleri var. Sanılanın aksine onlar da konuşma dillerinden daha az karmaşık ve basit yapıda değildir. İşaret dillerinin konuşma dillerinden temel farkı, ifadenin sessel değil, görsel formda iletilmesidir.
İşaret dilleri, sesleri değil anlamları temsil eden Mısır hiyerogliflerinde ve Çin yazısında gördüğümüz logo grafik işaretler gibidir; yazı ve konuşma dilindeki bir kelime ya da kelime öbeğiyle anlatılan kavramı kodlarlar. Örneğin Türk işaret dilinde, her iki el karın hizasında düz ve kıvrık bilek içleri birbirine dokundurularak “aile”; her iki el karın hizasında, parmaklar açık düz ve sol el avuç içi yukarıya, sağ el avuç içi aşağıya bakacak şekilde iki el birbirine iki kez vurularak “arkadaş”; sağ elin parmakları kapalıyken işaret parmağı kıvrık biçimde tutularak başın sağ kısmında; aşağı yukarı hareket ettirilerek “akıl” kavramı ifade edilir. Bu kavramlar başka işaret dillerinde az çok benzer veya tamamen farklı işaretlerle tanımlanabilir. Öte yandan aynı işaret birden çok anlama gelebilir ve işaretin hangi anlamda kullanıldığı bağlamdan çıkarılır.
İşaret dillerinin sözdizimleri de konuşma ve yazı dilindekinden farklı olabilir. Örneğin Türkçedeki sıfat tamlamaları “sıfat+ad” biçimindeyken Türk işaret dilinde “ad+sıfat” kuruluşundadır. David Crystal’in Dilin Kısa Tarihi’nde yazdığına göre İngilizcedeki “What’s your name?” cümlesinin sözdizimi İngiliz işaret dilinde genellikle “Your name+what” biçiminde gösterilmektedir (Alfa, 2019).
Doğaldır ki işaret dillerinde özel isimler için ayrı ayrı işaretler türetmek hem olanaklı hem de pratik değildir. Sorun, işaret dili kullanıcısını yavaşlatsa da ancak özel isimlerin harf harf kodlanmasıyla çözülebiliyor. Ancak bu biçimde matematik, fizik, kimya formülleri de ifade edilebiliyor. Özel isimlerin harf harf kodlanması İngiliz ve Türk parmak telaffuzunda (daktiloloji) iki el kullanılarak, Amerikan işaret dilinde hangi elin kullanıldığı fark etmeksizin tek elle yapılıyor.
Tüm doğal diller gibi işaret dilleri de ulusal standartlara sahiptir. Örneğin İngiliz işaret dilinin, Türk işaret dilinden farkı, İngilizcenin Türkçeden farkı kadardır. Nihayet Mark Medoff’un yazdığı ve karakterlerin Amerikan işaret dilini kullandıkları Başka Tanrının Çocukları adlı oyunun Londra’daki temsilinde, İngiliz işaret diline çeviri yapacak bir çevirmenin bulunması, oyunun anlaşılması için kaçınılmazdı (age.).
Başka Tanrının Çocukları adlı oyun, Hesper Anderson ile Mark Medoff’un senaryosu, Randa Haines’in yönetmenliğinde 1986’da sinemaya da aktarıldı. İyi ki daha önce altyazı icat edilmişti de sağır bir kadın olan Sarah Norman (Marlee Matlin) ve onunla iletişim kurmaya çalışan idealist bir konuşma öğretmeni olan James Leeds (William Hurt) arasındaki ilişkiyi ve Sarah’ın konuşmamakta direnmesini, onun sessiz dünyasını anlamakta zorluk çekmedik!
Ama CODA ile başlattığımız bu yazıyı, filmin sağırları en iyi anlamış olan karakteri Ruby ile bitirmeliyiz. Buraya anlam ve anlamlandırma dünyamıza dokunan birkaç sekansı yazmazsak olmaz: İçinde Ruby’nin de bulunduğu okul korosu sahne aldığında ve kızları Ruby şarkı söylerken salonda izleyen işitme engelli annesi, doğaldır ki şarkıya değil, kızına aldığı kırmızı elbisenin fondaki perdeyle uyumuna odaklanır ve akşam yemeğini düşünür, kocasına sorar: “Spagettiye ne dersin?”
Fakat şarkının bir bölümünde yönetmenin sesi keserek, tıpkı Ruby’nin annesininki gibi seyirciye işitme engelli deneyimi yaşatması, eklememiz gereken çok özel bir katarsistir.
Ve yazmasam rahat edemeyeceğim şu sekans: Sağır baba, kızı Ruby’den o şarkıyı bir kere de kendisi için söylemesini ister. Ruby, şarkıyı duygu yüklü sesiyle söylerken, babası bu sesi duyabilmek ateşiyle yanıp tutuşur; parmak uçlarıyla kızının boğazına dokunarak, oradaki titreşimlerden sadece kendisinin işitebileceği özel sesler üreterek ve ağlayarak “dinler”. Adeta Mevlana’nın “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.” vecizine anlam katar…
Ertesi gün ailecek Ruby’yi evden “atarlar”, yani müzik okuluna götürürler. Elemelerde şarkının bir yerinden sonra işaret dilini de kullanmaya başlar Ruby, çünkü ailesi sınav salonunda onu “dinlemektedir”.
İşte biz de o zaman görsel dilin sessel dilden bir farkının olmadığını, işaret diliyle söylendiği için bir şarkıdan hiçbir anlam ve duygunun eksilmediğini deneyimleriz!