Kapitalizmin Sanat Eğitimi

WHIPLASH/KIRBAÇ

Oysa eskilerin dediği gibi: “Mükemmel tekâmüle aykırıdır!” İşte oldu, dediğiniz yerde ilerlemeniz donar kalır. Daha önemlisi eğitimin kendisi bir tekâmüldür. Fletcher’in anladığı “başarı” kavramının içini ise sosyoloji ve psikolojinin bilimsel verileri değil, kapitalist kültürün yarattığı “insan insanın kurdudur” yaklaşımı doldurmuştur.

Cânâ ve Rakîb

“Cânâ rakîbi handân edersin
Ben bînevâyı giryân edersin
Bîgânelerle ünsiyet etme
Bana cihanı zindan edersin”

Evet, Giriftzen Asım Bey’in kendi güftesinden yaptığı uşşak makamındaki bestesini curcuna usulünde Zeki Müren okuyor. Tahmin edersiniz ki bahse konu eğitim filmimiz Whiplash’ın (2014) müziği değil bu. Sadece filme bir girizgâh olsun nedeniyle dönüyor plak. “Ne ilgisi var?” derseniz, buyurun birlikte izleyelim:

Ülkenin en iyi müzik okulu Shcarffer Konservatuvarı’nın güz dönemi eğitimi başlıyor. Çocukluğundan beri bateri çalmaktan zevk alan, ritim duygusu yüksek Andrew Neiman’ın (Miles Teller) üniversite hayali bu okuldu; çünkü vurmalı çalgılarda tam anlamıyla bir profesyonel olmak istiyordu. Hırsı yeteneğinin önüne geçmiyordu, yeteneği ve hırsı dengedeydi; bu kadarı sanatını geliştirmesi için hem gerekli hem yeterliydi. Ta ki okulun ilk günü, perküsyon duayeni ve profesörü Terence Fletcher’in (J. K. Simmons) dikkatini çekene kadar…

Kanlı küfürlü sanat eğİtİmİ

Fletcher, disiplini otorite, otoriteyi eğitimde tek bir yöneltme sanan; bunu bireysel faşizm diyebileceğimiz bir noktaya kadar abartan ve öğrencilerine karşı bir tür sadist davranışlar sergileyen, okulun en etkili hocasıdır. Derse ders saatinde değil, dersin ilk saniyesinde girer, sonuç alana kadar devam eder; kimin akordunun bozuk olduğunu bilemeyen öğrenciyi orkestradan atar, ritmi tutturamayanın kafasına sandalyeyi fırlatır; öğrencileri arkadaşlarının yanında küçük düşürür, onlara hakaret eder, cinsiyetçi bir tutumla erkek öğrencilerini “İyi günler hanımlar!” diye selamlar, sözlerinin etkisini artırmak için cümlelerini en kaba küfürlerle “süsler”… Bütün bunları öğrencilerinden en iyi performansı alabilmek için yapar Fletcher!

Yetenekli öğrencilerini, kapasitelerini en üst sınıra kadar kullanana dek birbirleriyle yarıştırmaz, âdeta savaştırır! Avuçları patlayıncaya, elleri kan içinde kalıncaya, davul seti bu savaşta dökülen kanlara beleninceye kadar durmak yasaktır! Hırs ve tutku ateşini bu çarpışmadan çıkan alevle yakan Fletcher’in akademik kariyerinde hataya asla yer yoktur. Eski bir öğrencisi, en iyiye eriştiğini sandığı bir noktada tüm benliğini saran depresif ruh hâlinden kurtulamayıp intihar ederek canına kıymıştır; ama Fletcher, bunu, öğrencilerine trafik kazası sonucu bir ölüm olarak açıklayacak kadar sıcak savaşın içindeki bir komutan gibi soğuktur! Onun için bu ölüm, bir eğitim zayiatıdır!

Andrew Neiman, 19 yaşında hâlâ babası Jim’in (Paul Reiser) dizi dibinde yaşayan, sinemaya bile onunla giden, hoşlandığı kız Nicole’nin (Melissa Benoist) yüzüne bakmaya utanacak kadar naif bir gençtir. Daha küçük yaşta, lise öğretmeni olan babasının iyi bir yazar olamayacağını anlayan annesi tarafından terk edilmiştir. Neiman’ın müziğe ilgisi, baterideki başarısı, yakın çevresinde küçümsenmekte; yılın en iyi basketbol oyuncusu seçilen ya da Model Birleşmiş Milletler’in başkanı olan öğrenci akrabalarıyla kıyaslanarak aşağılanmaktadır.

Kendisi için mutluluk kaynağı olan müziğin değer görmediği bu ortamda, konservatuvar hocası Fletcher’in, kendisinde gördüğü ışığı, onu orkestranın baş davulcusu yaparak çoğaltması, içindeki başarma arzusunu tutuşturur. Sıkı bir çalışma sürecinde defalarca tökezlese de çektiği onca acının ardından aile çevresinin temsil ettiği ve küçük insanların küçük mutluluklarla yetindikleri o hayata asla dönemeyeceğini çok iyi bilmektedir.

WhIplash

Mezuniyet filmi Guy and Madeline on a Park Bench’i saymazsak, başarı-başarısızlık temel çatışmasından beslenen, otoriter Terence Fletcher ile tutkulu Andrew Neiman arasındaki gerilimin baştan sona hiç düşmediği Whiplash, genç yönetmen Damien Chazelle’in (1985) geniş çevrelerce tanındığı ilk filmi. Chazelle’in sinema kariyerinde 2016’da La La Land (Âşıklar Şehri) ve 2018’de de Ay’a ilk ayak basan astronot Neil Armstrong’un yaşamından 1960’lar kesitini aldığı First Man (Ayda İlk İnsan) var.

İlk üç filminde kamerasını tümüyle müziğe çeviren Damien Chazelle, Whiplash’ta basit bir öğretmen-öğrenci çatışmasından çok daha fazlasını kazandırıyor psikanaliz araştırmalarına. Rekabet, mükemmeliyet ve başarı kavramlarını eleştiri tezgâhımızda bir kere daha gözden geçirmemize olanak sağlıyor. Daha iyisi bunu bir caz grubundaki çalışmasından edindiği deneyiminden yararlanarak, yarı biyografik bir biçimde yapıyor. Film, tam da temasına paralel, kıran kırana bir mücadele ile çekilebiliyor: Yeterli bütçe bulamadığından, Whiplash’ı önce kısa metraj olarak çektiği hâlde, bunu para için değil, deneyim kazanmak için yaptığını söyleyen yönetmen; kısası “başarı” ve “para” kazanınca, filmi uzun metraj olarak aynı oyuncularla yeniden çekiyor!

Bir müzik ve eğitim filmi olmasına karşın Whiplash, Quentin Tarantino’nun aksiyon filmlerinin yüksek gerilimli temposuyla yarışıyor âdeta. Son derece başarılı kurgu ve diyaloglarıyla, dikkatini, odaklandığı konudan bir milim kaydırmadan ilerliyor ve finaldeki 11 dakikalık davul solosu sona erdiğinde 107 dakikadır tuttuğumuz soluğumuzu birden bırakıveriyoruz. Oh be! Seyirciyi, göz kırpmamacasına kendisine mıhlayan filmin başarısında “Daha önce neredeydin?” dedirten “ordu komutanı” Profesör J. K. Simmons’un ve komedi rollerinden sıyrılıveren “genç asker” Miles Teller’ın performanslarını unutmayalım. İkilinin, Paul Reiser ve Melissa Benoist dışındaki oyuncuları bir kenara itiveren oyunculukları izlenmeye değer.

J. K. Simmons, aldığı 2015 Oscar dâhil, sayabildiğim kadarıyla on En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü sonuna kadar hak ediyor. Yine buraya Tom Cross’un 2015 Oscar dâhil dört En İyi Film Kurgusu Ödülü’nü ve En İyi Ses Miksajı Ödülleri’ni de dâhil etmeliyiz.

Mükemmel ve başarı

‒ Jo Jones kafasına zil fırlatana kadar Charlie Parker’i kimse tanımıyordu.
‒ Senin başarı anlayışın bu mu?
‒ 20. yüzyılın en başarılı müzisyeni olmak, herkese göre başarıdır bence.
‒ 34 yaşında beş parasız ve sarhoş bir şekilde ölmek, benim başarı anlayışım değil mesela.
‒ 34 yaşında beş parasız ve sarhoş ölüp insanların yemek masasında beni konuşmasını, 90 yaşında zengin ve ayık ölüp kimse tarafından anımsanmamaya tercih ederim!

Mükemmeliyetçi Fletcher’in Andrew’de tutuşturduğu hırs ateşi, onda böyle bir başarı algısı yaratıyor. Hocasının dediği gibi “İngilizcenin en kötü kelimesi ‘well done’ (aferin)! Hatta ‘good job’ (iyi iş)” ortalamanın yüceltilmesidir ki bu, mükemmele ulaşmak için en büyük engeldir! Ona bakılırsa tüm sözlüklerden “idare eder, fena değil, olabilir, yeterli” gibi terimler silinmelidir! Oysa eskilerin dediği gibi: “Mükemmel tekâmüle aykırıdır!” İşte oldu, dediğiniz yerde ilerlemeniz donar kalır. Daha önemlisi eğitimin kendisi bir tekâmüldür. Fletcher’in anladığı “başarı” kavramının içini ise sosyoloji ve psikolojinin bilimsel verileri değil, kapitalist kültürün yarattığı “insan insanın kurdudur” yaklaşımı doldurmuştur.

Buna göre başarı için her şey mübahtır. Gerekirse başarı, şiddet yoluyla ortaya çıkarılmalıdır! Elleriniz patlayabilir, davulunuz kanlara bulanabilir, hatta ağır bir trafik kazası bile konsere çıkmanıza engel olamaz! Başarıyla taçlanmış bir sonuçtan öte hiçbir şeyin önemi yoktur! Buna arkadaş ve aile bağları, Nicole’ye duyulan sevgi de dâhildir. Tümü bu parlak sonuca engel olarak görülür ve hızla terk edilir! Değilse “dünya Louis Armstrong’dan, Charlie Parker’den mahrum kalacak”tır!

Rekabet ve yabancılaşma

Doğada her canlı hayatta kalma savaşını rekabetle kazandı, bu doğrudur. Rekabetin o denli güçlü bir içgüdü olması, onun biyolojik köklerinin de gücünü gösterir. Rekabet adlı bu biyolojik mekanizmanın, insanın sosyal yaşamına ve bireysel tercihlerine güçlü etkisi olduğu yadsınamaz. Kapitalizmin ekonomik faaliyetlerinin dayandığı temel prensip, rekabettir. Sistem, başarı için rekabete kayıtsız şartsız öncelik vermekte ve onu sosyal, bireysel ilişkileri belirleyecek kadar yükseltmektedir. Rekabetin yükseldiği yerde ise dayanışma, sosyalleşme ve bütün türlerinin temelinde paylaşmanın yer aldığı sanat düşmektedir. Özellikle “modern (geç, yeni) kapitalizm”in şekillendirdiği kültür içinde rekabet, Whiplash’ta örneklerine bolca rastladığımız kişisel acıları, iç kanamaları kaçınılmaz kılmakta, Andrew Neiman’ın orkestrada kaybettiği yerini yeniden kazanmasının biricik yolu olmaktadır!

Bilindiği gibi Marks, insanı “kendini gerçekleştirmek” arzusu içinde etkin bir varlık olarak ele alır. Ona göre insan, edilgin olduğu ölçüde doğasına yabancılaşacaktır. Oysa insan doğası olumluyu, sosyal kural ve kurumlar insanı köleleştiren düzenlemeler olarak olumsuzu işaret eder. Özne insanın, yaptığı işin nesnesi olacak derekeye düşmesi onu hem işine hem kendine yabancılaştırır. Mükemmellik, kayıtsız koşulsuz başarı güdüsü ve rekabet, bu yabancılaştırma efektlerinden birkaçıdır.

Tarih içinde bugüne yaklaştıkça rekabet, daha yıkıcı olmaktadır. Rekabet ortamında eğitimin standartları en üste göre belirlenince de öğrencide yarattığı çaresizlik, onun eğitimden azami ölçüde yararlanamamasını doğurmaktadır. Filmimiz tam da bunun üzerinedir, ama yönetmenimizin gayesi bu farkındalığı sağlamak mıdır, kuşkuluyuz!

Yazımızın giriş müziğine dönecek olursak: “Rakîb” Andrew Neiman’ın orkestra arkadaşları Ryan Connelly ve Tanner; “cânâ” ise Neiman’ın başarı yolunda engel görüp üstünden atladığı Nicole’dir. Ama asıl önemlisi, Giriftzen Asım Bey’in, feodal kültürün bir ürünü olan uşşak şarkısının imlediği insani duyarlık ile “yeni kapitalizm”in, kişisel başarı uğruna bir kalemde sildiği değerlerin oluşturduğu tezattır!

Ancak, bu karşılaştırma bir yeğleme değildir!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir