Müfredatı Sadeleştirme Projesi

Okullulaşma sorununu “kız okulları” açmakla aşmayı planlayan, müfredat içeriğini teoloji temelinde kurgulayan, ders saatlerini namaz vakitlerine göre düzenleyen ve sonunda üç cümlelik metinleri bile okuyup anlamaktan aciz bir nesil yetiştirmeyi başaran Milli Eğitim Bakanlığı bürokratları; yeni bir “Müfredatı Sadeleştirme Projesi”ne çalışıyorlar!

“Cumhuriyet”, “laiklik”, “demokrasi”, “modernizm”, “devrim”, “bilim”, “sanat” gibi içi en çok boşaltılan kavramlardan biri de “proje”. Amaca belirli bir süre içinde ulaşmak için yapılan çalışmaları tanımlayan “proje” sözcüğünün kullanılmadığı anlam, uygulanmadığı kavram aktarması kalmadı. Amerika’nın BOP’u da rakip partinin genel başkanı da proje!

Hele Milli Eğitim Bakanlığı projeden geçilmiyor; bilim şenliklerinden “proje okullar”a kadar… Bakanlığın üzerinde çalıştığı en son projesi “müfredatı sadeleştirme”! Bakan Yusuf Tekin, müsteşarlık döneminden beri müfredatı “hafifletmeye” ve “sadeleştirmeye çalışıyor. Hafiflete sadeleştire sonunda müfredat adına elde bir tek dinî/İslami birkaç kavram ile uygulamaları kaldı! Okullara öğretmen yerine imam görevlendiren Bakanlık, eğitim sürecinde doğal olarak öğretmene %20, öğrenciye %80 ağırlık verileceğini duyurdu. Ders içeriklerini Cumhuriyet’ten ve bilimden “hafifleten” müfredatı sadeleştirme projesinde pedagojiye de %0 yer ayırdığı anlaşılıyor!

Buraya nereden gelindiğini en azından 20-25 yaşa anlatmak gerekiyor: 27 Mayıs 1960 Devrimi’yle birlikte Türkiye 37 yıl sonra Cumhuriyet’le yönetildiğini anımsadı. Karma ve planlı ekonomi dönemi bu anımsamayla başladı. Ekonomik plana temel bilimler, mühendislik, tıp ve tarım hayvancılık alanlarında bilimsel destek sağlamak amacıyla Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) kuruldu. Temel görevi, doğa bilimlerinde akademik araştırmaları desteklemek, teşvik etmek olan kurumun görev alanı, toplum ve insan bilimlerinin de katılmasıyla genişletildi. TÜBİTAK, çeşitli bilimsel projeleri ve süreli süresiz yayınlarıyla uzun yıllar, özellikle genç araştırmacıları teşvik etti, onların bilim alanındaki çalışmalarını destekledi.

2009, evrim kuramcısı Charles Darwin’in 200’üncü doğum yıldönümüydü. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, 2009’u Darwin yılı ilan etti. Bu özel yıla katkı sunmak için TÜBİTAK’ın aylık yayın organı Bilim ve Teknik dergisi, o yıl mart sayısını evrim kuramına ayırdı. Kurumun varlık nedeninden kaynaklanan bu girişimi, devleti çağın ve sosyal bilimlerin gerekleriyle değil, tarihin belli bir döneminin dinsel yapılanmasıyla yönetme arzusundaki AKP iktidarının çok sert müdahalesiyle engellendi ve derginin o sayısı bambaşka bir dosya konusuyla yayımlandı; yayın sorumluları görevlerinden alındı.

Bu, AKP iktidarının bilime karşı ikinci darbesiydi. İlkini, Avrupa Birlikçi politikalarıyla uyuşturduğu “demokrasi” havarilerinin, orada kalacağını, daha fazla genişletilmeyeceğini umdukları türban serbestliğiyle yapmış, kız öğrencileri ilkokula kadar türbanlı-türbansız diye ikiye bölmüştü. O türban ki, Amerikan ordusunun İstanbul’a gelen 6. Filo’sunu protesto eden antiemperyalist gençlere “Stalin ve benzeri deccalların piçleri” diye küfreden Mehmet Şevki Eygi’nin elinden tutup tesettür propagandası için şehir şehir dolaştırdığı Şule Yüksel Şenler’in icadıydı! Yani emperyalizm ve gericilik her yerde olduğu gibi yurdumuzda da el eleydi.

Bilime karşı yapılan üçüncü darbe ise eğitim yoluyla gerçekleşti ve laik, bilimsel diyebileceğimiz ne kaldıysa , hepsi ders programlarından uzaklaştırılarak tüm okul türleri imam hatiplileştirildi. 2011’de öğrencisinin “İnsanlar maymundan mı geldi?” sorusuna, tüm canlıların değişime uğradığını söyleyip evrim kuramını anlatan Türkiye’nin “Scopes”i Öğretmen Sülayman Biçer, velinin şikâyeti üzerine eğitim yöneticileri tarafından cezalandırıldı. Nihayet 2017’de de 12. sınıf müfredatında yer aldığı halde, dershanelerde yapılan üniversite hazırlığı nedeniyle zaten işlenmeyen evrim konusu, “Çok zor, öğrenciler de anlamıyor!” denilerek müfredattan çıkarılıp biyoloji dersi “sadeleştirildi”!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Hanım” Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “kız okulları” ayrımcılığıyla ölüm ilanı yazılan karma eğitimin, şimdilerde bakanlığın sözünü ettiğimiz “sadeleştirme” çalışmalarıyla defin işlemleri tamamlanıyor! Bundan biraz önce FATİH ve ABİDE benzeri adı fiyakalı projeleri gibi Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi’yle (ÇEDES) imamlar okullarda görevlendirilmişti. Bu nedenle okul öncesi dahil “k12”nin tüm kademelerinde müfredatın bir kere daha değiştirilmesi kaçınılmazdı; zira imamlar okullarda matematik, fizik, coğrafya anlatacak değildi; ama o derslerin ünite ve konuları dinî bir yaklaşımla ele alınabilir, teoloji temelinde öğretilebilirdi. Örneğin “Çok zor, öğrenciler anlamıyor” diyerek evrim kuramından “hafifletilen” biyoloji dersinin içeriğindeki anatomi konusu, İslami bakış açısıyla ve İslam bilginlerinin görüşleriyle işlenebilir, insan genomunun yapısal özellikleri kutsal kitabımızdaki şifreler çözülerek açıklanabilirdi. Doğal ki bunu da biyoloji öğretmenleri değil, imamlar yapabilirdi! Hem “Türk Alimleri” konu başlığı da İslam âlimlerini kapsamıyordu, “Türk-İslam Âlimleri” biçiminde değiştirilmesi de yetmezdi; bu başlık “İslam Âlimleri” biçiminde olmalıydı…

MEB Bilim Şenliklerinden “Hacı Robot”

Oysa yüz yıl önce bu saydıklarımızın benzerleri Amerika’da olagelirken, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde aydınlanma ve eğitim devrimleri yaşanıyor; 3 Mart 1924’te ardı ardına üç devrim yasası çıkarılıyordu: 429 sayılı yasayla din ve devlet işleri birbirinden ayrılmak üzere Şeriyye – Evkaf ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaletleri kaldırılıyor; yerine Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Genel Kurmay Başkanlığı kuruluyordu. 430 sayılı yasa Tevhid-i Tedrisat’tı ve ilkokuldan başlayarak “eğitim birliği” ilkesiyle kadın erkek ayrımı yapılmadan Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı kuşakların yetiştirilmesi hedefleniyordu. 431 sayılı yasa ise hilafeti kaldırıyor, böylelikle devlet laik bir yapıya kavuşuyordu.

Bu üç devrim kanunu hâlâ yürürlükteyken ve Anayasa ile koruma altına alınmışken, tüm bu devrimsel süreç nasıl tersine döndürülebilmektedir diye sormak, Türkiye’nin yaşadığı karşı devrim sürecini, özellikle de bu sürecin son yirmi yılını anlamamak demektir. Anlamayanlar için bu gericileşmenin yüz yıl önceki Amerikan versiyonu aşağıdadır:

Amerikalı John Washington Butler, yobaz denecek kadar tutucu bir çiftçiydi; muhafazakâr bir nüfusa sahip Tennessee eyaletinde yaşıyordu. Köktendinciliği ve zenginliğiyle elde ettiği nüfuz, Butler’i 1923’te Eyalet Temsilciler Meclisi üyesi yaptı. 1925’te devlet okullarında evrim kuramını öğretmeyi yasaklayan ve kendi adıyla anılan Butler Yasası’nın çıkarılmasına ön ayak oldu. Yasa, İncil’de söylendiği gibi insanın bir kerede ve bugünkü haliyle yaratıldığı anlatısını inkâr eden herhangi bir kuramın kamu okullarında öğretilmesini yasaklıyordu.

Yasak, birçok kurumu ve bilim insanını rahatsız etmişti. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği bu yasaya karşı çıkanları gönüllü olarak savunacağını duyurdu. 1925 Temmuz’unda, Dayton’da genç biyoloji öğretmeni John Thomas Scopes, öğrencilerine evrim kuramını anlattı. Üç öğrenci bu eyleme tanıklık edince öğretmen hakkında tutuklama kararı verildi ve Monkey Trial (Maymun Davası) başladı. Gerçek ile efsane, bilim ile din arasında bir hesaplaşmaya dönüşen dava, evrim kuramıyla ilgili tartışmalarda kırılma noktası oldu.

Butler Yasası’nın destekçisi Hristiyan Fundamentalistler Birliği, davacı tarafın avukatlığı için İncil’e bağnazca bağlı Kongre Üyesi William Jennings Bryan ile anlaştı. Sivil Özgülükler Birliği ise savunma avukatlığını Clarence Darrow’a önerdi. Duruşmalara dualarla başlayan yargıç, savunmanın herhangi bir bilim insanının tanık olarak dinlenmesi talebini kabul etmeyince bir agnostik olan Darrow, her şeyin İncil’de yazdığını ve kutsal metinlerin  insan sözünden daha değerli olduğunu savunan Bryan’ı tanık kürsüsüne çağırdı!

Mahkeme kısa sürede bir teoloji münazarasına dönüştü. Darrow, iddia tarafına onaylatarak İncil’den mucizeler anlatan metinler okudu, bu metinlerdeki çelişkileri geliştirdiği bilimsel argümanlarla Bryan’a kolayca itiraf ettirdi. Sonra yargıca dönerek “Eğer birini yaparsanız, ötekini de yapabilirsiniz! Evrim’i okullarda yasaklarsanız, gazeteleri, kitapları da yasaklarsınız! Çünkü cahillik açtır, beslenmeye ihtiyacı vardır! Çok yakında, ellerimizde flamalar ve davullarla geriye doğru, bağnazların insan aklına zekâ ve aydınlanma getirmeye cüret eden adamı yaktıkları 16. yüzyılın o ‘şanlı’ çağlarına doğru yürüyeceğiz!” diye haykırdı.

Ne var ki jürinin bir karara varması sadece 9 dakika sürdü: Öğretmen Scopes suçlu bulundu! Bu ceza, ülkedeki kökten dincileri cesaretlendirdi, diğer eyaletlerde de benzer yasaklar talep ettiler; hatta Amerika’nın ‘dost ve müttefik ülkeleri’nde bile! Yine de bu bilimsel gerçeklik karşısında kimileri çekingenlik göstererek, “yaratılış” yerine “intelligent design” (akıllı tasarım) diyelim bari, dediler! Kimileri ise “Tamam Evrim Kuramı’nı okullarımızda okutalım, ama yanında Yaratılış ‘Bilimi’ni de!” ahmaklığıyla bilim dışılığa “demokratik çözüm” önerdiler!

Cumhuriyet’in 100. yılında okullulaşma sorununu “Kız Okulları” açmakla aşmaya çalışan, müfredatı Darwin’i çıkararak sadeleştiren, tüm doğa ve toplum bilimi konularını ‘İslam ilmi’yle işlemeyi projelendiren, ders saatlerini namaz vakitlerine göre düzenleyen ve sonunda kısacık metinleri bile okuyup anlamaktan aciz bir nesil yetiştirmeyi başaran Milli Eğitim ile Cumhurbaşkanı’nın “Hanım Üniversiteleri”ne çalışan, üniversite yurtlarındaki öğrenci intiharlarını pencereleri kapatıp kilitlemekle, asansör kazalarını öğrencileri merdivenlere yönlendirmekle çözen YÖK ve Kredi Yurtlar Kurumu bürokratlarına duyurulur: Sonunda “Maymun Davası”nı bilim kazandı ve davadan 92 yıl sonra Darrow’un heykeli, bilimi yargılayan Tennessee mahkemesinin tam karşısına dikildi!

Unutmadan… Duruşmanın sonunda herkes mahkeme salonundan çıkıp giderken bilimsel düşünce aparkatlarıyla sersemleyen Bryan düşüp bayılmıştı. Yakınındakiler ne yapacaklarını bilmeksizin sağa sola koşturup durmuş, karısı inançla ve telaşla “Tanrım, bize mucizeni göster!” diye yakarmıştı. Darrow ise dinin çaresizliği karşısında bilimin çözümünü ortaya koymuştu:

“Biri doktor çağırsın!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir