Kızlar Hangi Okula?

Soru şudur: Asch deneyinin sonuçlarını halk dalkavukluğuyla meşrulaştıran Cumhuriyet karşıtlığının bu cinsiyet ayrımcılığı neden okullarla sınırlı kalsın? Hastanelerde, üretim ve hizmet alanlarında, dinlence ve eğlence mekânlarında da kadınlar, kızlar yok mu? Onlar erkeklerle birlikte mi tedavi görecek, çalışacak, dinlenecek, eğlenecek?

Kişilerin duygu, düşünce ve davranışlarının başka insanların gerçek ya da kurgusal düşünce ve davranışlarından neden, nasıl, ne kadar etkilendiğini araştıran ve bu araştırma konuları, insanlık tarihinin büyük bölümünde felsefe tartışmaları içinde yer alan sosyal psikoloji; ancak 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında bilimsel bir disiplin olarak kabul edildi. O zamandan beri de toplum içinde bireylerin davranışlarını, duygu ve düşüncelerini anlamamızda anahtar bir role sahip oldu.

Sosyal psikoloji disiplini, bilimsel sıfatını, tekrarlanarak doğruluğu defalarca test edilmiş sosyal deneylere borçlu. Bunların çok bilinenlerinden biri 1953’te yayımlanan Asch deneyidir. Deney insanın karar verme sürecinde grup/toplum etkisinin ne denli önemli olduğunu araştırıyor ve “Uyma” olarak adlandırılıyordu.

Uygulaması son derece kolay olan bu deney, deneklere gösterilen bir çubuğun, daha sonra gösterilen diğer üç çubuk içinden hangisiyle aynı boyda olduğunu iki farklı ortamda sormaktan ve yanıtları istatistiki olarak kaydetmekten ibaretti. Böyle bir sorunun yanıtını bulmak çocuk oyuncağıydı; çünkü üç çubuk arsında bariz uzunluk farkları vardı ve sadece bir tanesi ilk gösterilen tek çubuğun uzunluğundaydı.

Deney kaç kez yapıldıysa her seferinde denekler, “yalnız oldukları birinci ortamda” %100 oranında doğru çubuğu gösterdiler. Ancak soruyu yanlış yanıtlamaları için önceden anlaşma yapılmış işbirlikçi bireylerden oluşan “grubun bulunduğu ikinci ortamda” aynı denekler, grup bireylerinin bilerek verdikleri yanlış yanıtlara uydular; sadece %23’ü doğru çubuğu gösterdiler. Deneklerin %77’si grup ortamında apaçık bildikleri doğruda direnememişlerdi. Şöyle düşümdüler: “Herkes bu doğrudur dediğine göre, belli ki ben yanılıyorum!”

Onların bu çıkarımları, “Grup bireylerinin çoğu o yanıtı tercih ettiğine göre bir bildikleri vardır mutlaka.” argümanına dayanıyordu. Sonuç ne yazık ki deney defalarca tekrarlanarak doğrulandı ve literatüre “sürü psikolojisi”, hadi daha terimsel söyleyelim, kişinin ait olduğu grubun yazılı olmayan kurallarına veya davranış biçimlerine uyma eğilimi diye tanımlayabileceğimiz “itaat” (conformity) kavramını kazandırdı.

İtalyan yazar ve şair Alberto Moravia, bu deneyin sonucu için, tarihsel bir olgu olarak 1922 – 1943’te İtalya Krallığı’nın başbakanı, 1943 – 1945’te ise İtalyan Sosyal Cumhuriyeti’nin Ducesi olarak görev yapan Mussolini örneğini gösterdi: “İlginçtir,” dedi Moravia, “yıllardır oy verenler seçtikleri hükümetin yaptığı hatalardan ve ülkenin düştüğü durumdan asla kendilerini sorumlu görmediler!”

Deneklerin sosyoekonomik ve sosyokültürel konumları göz ardı edildiğinden, deneyin yukarıda söz ettiğimiz oransal sonuçlarının farklı sosyal sınıflarda ve farklı eğitim düzeylerindeki denekler için de geçerli olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak sürüye uyma oranın sosyoekonomik ve eğitim bakımdan toplum ortalamasının üstünde olduğu ve görece aydınlanmış kesimlerde daha düşük olduğunu düşünmemize bir engel yok. Hatta bunun kanıtlarını referandum veya genel seçimlerin öncesinde yapılan seçmen eğilimleri araştırmalarında sıkça görebiliyoruz.  

Bireylerin kendilerini bir birey olarak görmekten önce aile, bölge, mezhep, inanç, cemaat gibi birinci dereceden kültür temelli grupların üyesi olarak gördüğü ülkelerde, bu aidiyetin özgürleşme ve sürüden bağımsızlaşma sürecine zarar verdiğini, bireyin bağımsız, sorgulayıcı ve eleştirel bir düşünce yapısı üretemediğini gözlemek zor değil. Nihayet Moravia’nın Mussolini örnekli yukarıdaki tespitinin ülkemizde defalarca doğrulandığını, 2002’den beri yapılan seçimlerin sonuçlarından kolaca anlayabiliyoruz.

Asch deneyinin göz ardı ettiği sosyoekonomik ve eğitim statüsünün bireyin karar sürecinde ne kadar etkili olduğunu gösteren somut veriler var elimizde. Bu verilerin yarattığı sonuçları, esas olarak muhafazakâr seçmene dayanan AKP ile Cumhuriyet aydınlanmasına görece maruz kalmış seçmenin partisi olan ana muhalefet CHP’nin seçimlerde aldıkları oyların analizinde görebiliyoruz: Gelir düzeyine göre “en zengin”den “en yoksul”a doğru beş dilime ayrılan seçmenlerin %20’lik “en zengin” birinci diliminden AKP %19, CHP %41; “en yoksul” %20’lik beşinci diliminden AKP %44, CHP %7 oy alıyor (AKP, Vikipedi). Bu verinin, seçmenin eğitim durumuyla siyasal tercihi arasındaki ilişkiyle de desteklendiğini biliyoruz: AKP’nin başkanlık sistemine üniversite mezunu olmayanların %70’i “evet”, üniversite mezunlarının %70’i “hayır” dediğini (Referandum süreci, gazeteler) yukarıda sözünü ettiğimiz seçmen eğilimleri araştırmaları gösteriyor.

Biraz dolandıysam da sözü eğitime getirmeyi başardım sonunda. Ama sosyal psikoloji deneylerine bir ek daha yapmam gerekiyor: Bu gibi sosyal deneyleri “mecazi” biyolojik deneyler de doğruluyor. Bunlardan biri “Kaynayan Kurbağa” deneyi. Ne olduğunu herkes bildiğinden deney sürecini burada tekrarlamanın gereği yok. Deney, 20 yıllık Cumhuriyet yıkıcılığının geldiği noktayı, bu yıkıcılığın neden eğitim üzerinden yapıldığını ve neden bugün “son” bir kere daha karma eğitimi tartıştığımızı çok iyi açıklıyor. “Son” dememizin nedeni, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 15. maddesinin “Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır.” hükmünün bundan sonra ilga edilecek olmasıdır.

Kazandaki suyun sıcaklığının yükseliş aşamalarını anımsamakta yarar var; çünkü bu ilga, 2000’lerin ilk yıllarında Batılı kapitalist ülkelerle yerli işbirlikçilerin eğitime müdahalesiyle başlayan zincirin son halkasıdır. Yasallığı olmayan Tarikat ve cemaatlerin yasal vakıflarının iktidar güçlerinin üzerindeki etkisi herkesin malumudur. Onların, kamusal eğitiminin laik ve bilimsel içeriğine itirazları, eğitim yönetiminde karşılık bulunca okullarda cinsiyetçi ayrım talepleri baş gösterdi. 4+4+4 kesintili eğitim uygulaması bu talepler için kurulan zemindi; şimdi öğretim birliğine son nokta, bu zeminde konuyor.

Sonra iktidar partisinin eğitimdeki sözcüsü ve öncüsü Eğitim Bir Sen, ‘Bir Ümit Vizyonu’ başlıklı raporu yayımlandı. Rapor, okullaşmanın ve başarının cinsiyetle ilişkisini gösteren bir araştırmaya dayanmıyordu. Ama onlar Batılı pedagogların “Kız ve erkek öğrencilerin akademik başarılarının ayrı okullarda okumalarıyla bir ilişkisi bulunmamaktadır.” ifadelerini, Yorum ve Aşırı Yorum’un yazarı Eco’yu ağlatacak biçimde “Karma eğitimden kaynaklanan sorunlar nedeniyle erkek çocuklar kızlara göre başarısız olmaktadırlar.” diye yorumlamışlardı!

2002’den beri eğitim müsteşarı olan Yusuf Tekin bu iddiaya katıldı ve “Karma eğitim zorunlu değil.” dedi. Hatta bir şirinlik yaparak öğrencilere de bir müjde verdi: “Müfredatı hafiflettik çocuklar!” Gerçekten de müfredat Cumhuriyet’ten ve Atatürk’ten hafiflemişti!

Sonra Berat Albayrak’ın Beykoz’da 2. derece sit alanına inşa edilen Nun Eğitim ve Kültür Vakfı bünyesinde ayrı ayrı kız ve erkek okulları açıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Japonya’nın Mokugawa Kadın Üniversitesi’nden esinle 2022 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda Kadın Üniversitesi açılması projesine yer verdi.

Mayıs 2023 seçimlerden önce Cumhur İttifakı’nın Hizbullah geleneğine bağlı ortağı HÜDA PAR, karma eğitim karşıtlığını ortay koydu. Son Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin bu defa Milli Eğitim Bakanı olan Yusuf Tekin, kız okulları açılması gerektiğini ileri sürdü. Ama gerekçesini değiştirmişti. Bazı aileler, erkek öğrencilerden rahatsızdı, bu yüzden kızlarını okula göndermek istemiyorlardı! Bakanımız, 4+4+4 ile eğitim dışında kalmış 900 bin, açık öğretimle okuldan uzaklaşmış 600 bin kız çocuğunu okullaştırmak için bu aileleri eğitmeye kafa yormak yerine, ancak kız okulu açmayı düşünebildi!

Bakanın bu parlak buluşuna koalisyonun diğer iki ortağı BBP ve MHP’den destek gecikmedi. “Ahlak ve maneviyat öncelikli eğitim sistemi inşa edilsin” talepli Yeniden Refah Partisi’nin alkışı da cepte hazırdı. Muhalefet seçmeninin oylarıyla milletvekili çıkarıp Gelecek Partisi’yle birlikte mecliste grup kuran Saadet Partisi de Tekin’in önerisine destek verince kurbağanın suyu kaynama derecesine yükseldi; ama çocukları bile kız-erkek cinsleriyle değerlendirerek karşı devrimin inşasına bir tuğla daha koyan bakanlık, insan türüne bu tek ve aynı noktadan bakan cinsiyetçi gruplar derekesine düşmüş oldu.

Cumhuriyet karşıtlığının aşama aşama cisimleştiği AKP, 20 yıl önce kamusal eğitimin yıkımına inanılmaz bir takiye ile ‘Haydi Kızlar Okula’ sloganında ifadesini bulan ‘Kız Çocuklarının Eğitimine Destek Kampanyası’nın, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ile UNICEF Genel Direktörü Carol Bellamy tarafından 2003’te imzalanmasıyla başlamıştı. ‘Haydi Kızlar Okula’’ ünlemi günün sonunda ‘Kızlar hangi okula?’ sorusuna dönüştü ve 1,5 milyon kız çocuğu okul dışında kaldı!

Şimdi soru şu: Asch deneyinin sonuçlarını halk dalkavukluğuyla meşrulaştıran iktidar bu ayrımcılığı nereye kadar götürecektir? Konser yasaklamaları gibi laik yaşam alanlarına cinsiyetçi müdahale neden okullarla sınırlı kalsın? Hastanelerde, üretim ve hizmet alanlarında, dinlence ve eğlence mekânlarında da kadınlar, kızlar yok mu? Onlar erkeklerle birlikte mi tedavi görecek, çalışacak, dinlenecek, eğlenecek?

“Halk böyle istiyor!” yaranmacılığı çok etkilidir ve olumsuz toplum mühendisliğinin araçlarındandır. Bireyler böyle böyle uyuşur, alışır ve istenen toplum elde edilir, ele geçirilir. Tıpkı kaynanasına “Geldiğimde eviniz tezek kokuyordu, ben sildim süpürdüm de tertemiz oldu!” diye çemkiren gelin gibi. Ama kaynana altta kalır mı, kaçın kurası: “Bizim evimiz hâlâ tezek kokuyor evladım; senin burnun alıştı!”

İyi ki hâlâ tezek kokusu alan Cumhuriyetçiler var!

“Kızlar Hangi Okula?” için bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir