PEN Yazarlar Derneği 2023 Şiir Ödülü’ne değer görülen Barış Pirhasan, Dünya Şiir Günü için şiir bildirisi yerine LGBT bildirisi okuyunca 21 Mart’ta yayımlamayı düşündüğüm bu yazıyı, şiirlerimiz karışmasın diye bugüne ertelendim. Bu yazı dediğim, hem iki çocuk “şair”i konu alan biri Nadav Lapid’e, diğeri Sara Colangelo’ya ait “Anaokulu Öğretmeni” adlı iki filmin değerlendirmesi hem de çocuk-şiir ilişkisi hakkındaki sorularımdır.
THE KINDERGARTEN TEACHER VE HAGANENET
Soldaki afişin fotoğrafında bir anaokulu öğretmeniyle öğrencisini görüyorsunuz. Fotoğrafta sanki bir terslik var: Kırklı yaşlarındaki öğretmen Lisa Spinelli (Maggie Gyllenhaal), sınavda sırasını bekleyen bir öğrenci heyecanı ve disiplini içinde; beş yaşındaki anaokulu öğrencisi Jimmy Roy (Parker Sevak), yetişkin bir adam edasıyla bacak bacak üstüne atmış, o sınavın gözetmeniymişçesine rahat ve umursamaz oturuyor!
Bir bakıma da hiçbir terslik yok; çünkü anaokulu öğretmeni Lisa bir şiir atölyesinin başarısız kursiyeri, Jimmy ise hayatın tüm çelişkilerini çözmüş, büyük bir küçük “şair”! Haftada bir iki “şiyiri geliyor”, bakıcısı veya öğretmeni, artık hangisi o an yanında ve hazırsa, kâğıt kalemle koşup ağzından dökülen sözcükleri topluyor, deftere yazıyorlar. Bunların kayıt altına alınması şart, zira “büyük şairin” ilk şiirleri bunlar!
“Anna güzeldir.
Güzelliği bana yeter.
Güneş vurur sarı evine.
Sanki tanrıdan bir işaret.”
Bunlar da Jimmy’nin filmde bir ileri bir geri dalgın dalgın yürürken döktüğü ilk dizeler. Şair Simon’un (Gael Garcia Bernal) açtığı şiir atölyesinde öğretmeninin yazdığı, “Rüya bahçesi çiçekleri / Gül, süsen ve alevçiçeği de mi burada? / Beyaz bir safran betonu deliyor.” gibi çiçekten böcekten söz eden dizelerine nazaran daha imgesel ve şiirsel değil mi? Simon da bizimle aynı düşüncede. Atölyenin dördüncü haftasında Lisa’nın getirip kursiyerlere ve şiir öğretmenine okuduğu Jimmy’nin bu şiiri nedeniyle Simon onu kutluyor; şiiri çok iyi bulduğunu, çünkü az sözcükle çok karmaşık “bir şeyi” ortaya koyduğunu söylüyor. Çok fazla güzelliği deneyimlemiş biri tarafından yazılmış, yoğun bir şiir olduğu, buna karşın “bu şeyi” küçük ifadelerle belirtebildiği için Lisa’yı takdir ediyor. Lisa, Jimmy’nin şiirini kursta test etmek için okumuş olsa bile bu övgüden hoşlanıp susuyor ve bu susmayla şiiri kendisine mal etmiş oluyor.
LAPID’DEN COLANGELO’YA
Sinemada Sanat yazılarında, Michael Radford’un Şili’nin büyük şairi Pablo Neruda ile postacısının şiirli ilişkilerine kamera tutan, 1994 İtalya yapımı Il Postino ve Lee Chang-dong’un yönettiği, bireysel, toplumsal acılarına, şiire tutunarak direnen altmış yaşlarında bir kadına odaklanan, 2010 Güney Kore yapımı Shi’den (Poetry, Şiir) sonra, bir kere daha günlük yaşam içinde dolaşan şiiri kadraja yerleştiren bir, hatta iki filmdeyiz: Anaokulu Öğretmeni (The Kindergarten Teacher, Haganenet).
Hükmümüzü baştan verelim: Anaokulu Öğretmen(ler)inin varmak istediği yer, sanat ve sanatçının toplumda değer görmemesini eleştirmek olsa da beş yaşında çocukların “şairliğini” kalkış noktası olarak alması, bu noktanın inandırıcılığı bir yana, şiir ve genel olarak sanat adına affedilecek bir yanlış değildir. Sara Colangelo’nun senaryosunu yazıp yönettiği 2018 ABD yapımı Anaokulu Öğretmeni’nin temel tezindeki isabete karşın çıkış noktasındaki bu yanlışının kaynağı, İsrailli muhalif sinemacı Nadav Lapid’in 2014’te yazıp yönettiği, İsrail-Fransa ortak yapımı olan ve Türkçeye Yuva Öğretmeni (Haganenet) tamlamasıyla çevrilen aynı adlı filmidir.
Öfkeli ve isyankâr bir İsrail devleti muhalifi olan Yahudi Nadav Lapid, otobiyografik parçalara da yer verdiği, hareketli, yorucu, agresif el kamerasını öyküye ayrı bir karakter gibi kattığı filmleriyle tanınıyor. Askerliğini bitirdikten sonra Paris’e yerleşen yönetmen, filmlerinin senaryolarını da kendisi yazıyor. 2011 yapımı ve Locarno Festivali Jüri Özel Ödül’lü Policeman (Polis) ile iyi bir çıkış yaptıktan sonra, 2019’da göç ettiği Fransa’da ulusal kültürü ile Avrupa kültürü arasında sıkışakalan Yoav’ın içsel gerilimine odaklandığı Synonymes’le (Eş Anlamlılar) Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’nü kazanıyor. Lapid, son filmi Ahed’in Dizi (Ahed’s Knee, 2021) ile İsrail bürokrasisini, aydınlar ve sanatçılar üzerindeki baskıyı, halkın bu baskı karşısındaki duyarsızlığını bombalıyor ve Cannes’da Jüri Ödülü’nü kucaklıyor.
Fransa’da “Sanat ve Edebiyat Şövalyesi” unvanına sahip olan Nadav Lapid’in, eleştirmen değerlendirmelerinde genel olarak olumlu karşılanan, başrol oyuncusu Sarit Larry’nin Nira rolüyle 45. Uluslararası Hindistan Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü alan Haganenet’te (הגננת) kendi çocukluğuna ait kimi yaşantı ve gözlemlerine yer veriyor. Küçük yaşta kendisinin de şiir yazdığını, ancak değeri bilinmediği, elinden tutulmadığı için bu yeteneğini geliştirebilecek bir ortam bulamadığını söyleyen Lapid, bu filmde bir anaokulu öğretmenin beş yaşındaki bir çocukta olağanüstü bir şiir yeteneği keşfetmesine, çocuğun bu yeteneğinden etkilenen öğretmeninin, onun şiir yeteneğini koruma, ailesinin umursamazlığı ve toplumun duyarsızlığıyla mücadelesine kamera tutuyor. Filmde küçük Yoav’ın söylediği şiirleri de yine o yaşlardayken Nadav Lapid yazmış. Filmin asıl gerilimi, öğretmenin çocuğu ve şiirini korumak amacıyla kendisininmiş gibi sahiplenmek ile şiir atölyesinde kendisine mal etmek arasında izleyiciyi kararsız bırakan, hatta diken üstünde tutan bir kurguyla inşa ediliyor.
Amerika’nın küçük bir maden kasabasında gerçekleşen maden kazasından sonra gelişen olayları konu alan Küçük Kazalar (Little Accidents, 2014) ve 11 Eylül Mağdurlar Fonu yöneticisi Kenneth Feinberg’in biyografisine dayanan Değer (Worth, 2020) filmleriyle tanınan Amerikan bağımsız sinemacılarından Sara Colangelo’nun Anaokulu Öğretmeni ise film uyarlaması olan bir film! Colangelo, Lapid’in Haganenet’ini, toplumun sanata biçtiği değeri sorgulamaya uygun öyküsü için uyarlamaya karar verdiğini söylüyor. Senaryosu ve sekansları Haganenet ile neredeyse kare kare örtüşen, şiirleri de aynı dizelerin farklı dillerdeki çevirisi gibi duran The Kindergarten Teacher’de Sara Colangelo, İsrailli karakterleri ve Yahudi kültürüne ait ögeleri Amerikalı karakterler ve Amerikan kültürüne ait ögelerle değiştirmekle yetinmiş görünüyor. Bir de orijinal filmdeki anaokulu öğretmeni Nira’nın (Sarit Larry) üzerinde bir maske varmış gibi duran, duygu geçirgenliğinden uzak yüzünü, Maggie Gyllenhaal ile duygu değişimlerini kolayca gösterebilen maskesiz yüzüyle değiştiriyor. Lapid’in filminde sözünü ettiğimiz gerilimi ustaca tırmandıran Colangelo, Sundance Film Festivali’nde Dramatik Film kategorisinde Yönetmenlik Ödülü kazanıyor.
Karanlık Kız, Sekreter, Mona Lisa Gülüşü, Boyun Eğmeyeceğim gibi kurgu ve Sylvia Plath: Inside The Bell Jar belgeselinde şaire can verdiği çalışmalarıyla tanınan ve Altın Küre adaylığı olan Maggie Gyllenhaal, Lisa Spinelli’yi; Parker Sevak, “küçük şair” Jimmy Roy’u; uluslararası ortak yapım olan No’da (Hayır) başrolde izlediğimiz Meksikalı oyuncu ve yönetmen Gael Garcia Bernal ise şiir öğretmeni Simon’u canlandırıyor. Öte yandan Yönetmen Colangelo, şiir sanatına ilişkin tezleri için İran kökenli Amerikalı şair Kaveh Ekber, Budizm üzerine çalışmalarıyla tanınan akademisyen ve şair Dominique Townsend ile Vietnam kökenli Amerikalı şair, denemeci, romancı Ocean Vuong’dan destek ve küçük Jimmy’nin söylediği şiirler için yardım alıyor.
ANAOKULU ÖĞRETMEN(LER)İ
Hayatın olağan bir biçimde aktığı Staten Island’da bir anaokulu… Kırklı yaşlarında öğretmen Lisa Spinelli, okulda, küçük öğrencileri arasında 20 yıldır, minik insanlar ülkesi Lilliput’ta bir dev olan Doktor Lemuel Gulliver gibi yaşamakta… Cep telefonundan başını kaldırıp anne babasıyla konuşmaya vakit ayıramayan sosyal medya, popüler kültür tutsağı kızı ve karşı çıkmalarına rağmen askeri okulda okumak için direnen oğlu ile uzaklaşmış ve eşiyle heyecanını yitirmiş, sıradanlaşmış ilişkileri, onu ev ve iş yaşamının bir nesnesi kılmış… Lisa, dört haftadır devam ettiği şiir kursunda tekrar özneleşmenin imkânlarını aramakta…
Spinelli, rutinleşmiş ve kısırlaşmış bu hayatın monotonlaşmış akışına müdahale edip onu dönüştürmek ister. Bu arzu ve umutla, Simon’un yönettiği şiir atölyesine başlamış, ama henüz somut bir sonuç elde edememiştir. Burada öğretmen Simon, kursiyerlere her hafta belli bir tema vermekte ve onlardan bu temayla ilgili bir şiir yazmalarını istemektedir. Yazılan şiirler derste tartışılarak zayıf ve güçlü yanları belirtilmekte, böylece kursiyerlerin şiir yazmak için yaratıcılıkları dürtülmektedir. Ne var ki Lisa Spinelli, yaptığı şiir denemelerinde, yukarıda bir örneğini verdiğimiz “Rüya bahçesi çiçekleri…” ile başlayan dizelerinde olduğu gibi pek başarılı görünmemektedir. Denemelerini yetersiz ve anlamsız bulunan şiir öğretmeni, Lisa’nın rutinin dışına çıkması, kendisini şiire daha fazla vermesi gerektiğini söyler.
Nadav Lapid ve Sara Colangelo’nun öykülerinde şiirle bu biçimde başlayan ilişki giderek bir edebiyat türü olarak şiir üzerine türlü düşünce ve elbette eleştiri kapıları açmaktadır. Zira anaokulu öğrencilerinden beş buçuk yaşındaki Jimmy’nin sayıklar gibi dudaklarından dökülen sözler hem kursiyerlerce hem de kurs öğretmenince son derece başarılı şiirler olarak nitelenir. Bizim içinse asıl sorun, sanatın günlük hayattaki yeri ve şiire toplumun biçtiği değeri sorgulamayı amaçlayarak yola çıkan filmin başlangıç noktasının tam da bu olması; yani beş buçuk yaşında bir çocuğun sayıklarcasına mırıldandığı sözlerin şiir sanatının yetkin örnekleri olarak değerlendirmesi; daha kötüsü yukarıda filme destek verdiğini söylediğimiz danışmanların böyle bir hareket noktasını ciddiye almalarıdır.
İKİ ÇOCUK, İKİ ŞİİR
“Hagar, yeterince güzel.
Benim için, benim için
Yağmur düşer evinin çatısına,
Tanrının güneşi gibi.”
Lapid’in o yaşlarda kendisinin yazdığını söylediği ve 2014’te çektiği Haganenet’te Yoav’ın dudaklarından döktüğü bu dizlerle, Colangelo’nun 2018 yapımı The Kindergarten Teacher’de üç şair ve kültür uzmanı danışmanına onaylattığı, küçük Jimmy’nin söylediği, yazının girişine aldığımız dizeler, özel adı ve çeviri farklılıklarını dikkate almazsak, aynıdır.
Öyleyse yönetmenler, şiir öğretmenlerine açıklattıkları olumlu görüşleri aracılığıyla beş buçuk yaşında bir çocuk tarafından söylenen bu dizeleri güçlü şiir örneği olarak kabul etmişlerdir. Lisa, bu şiiri evde eşi Grant Spinelli (Michael Chernus) ile de tartışır. Zira şiir ile alışverişi olmayan Grant, Jimmy’nin bu şiirine, biraz kuşkuyla yaklaşır. Kendi çocukları Lainey ile Josh’un da o yaşlarda benzer şeyler söylediklerini, bunların daha çok duyguları çağrıştırdığını söyler ve “Bu kadar küçük birisinin Tanrı hakkında yazmış olması çok ilginç. Aslında birazcık rahatsız edici.” der. Lisa’nın ısrarlı olumlayıcılığı üzerine de onu kırmak istemeyerek ve “Bilmiyorum işte!” diyerek kestirip atar. Ancak onun bu temellendiremediği değerlendirmesi önemlidir.
Yönetmenler, o yaşta bir çocuğun şiir olarak nitelenebilecek yapıda bir estetik değer yaratıp yaratamayacağı ve şiirin neliği, niteliği gibi konuları tartışmaya açmazlar; hem bir sorun olarak görmediklerinden hem de varmak istedikleri sorgulamanın sanatın günlük yaşam içindeki değeriyle sınırlı olmasından. Ama bu sorgulamayı birey, aile, toplum odağında başarı-başarısızlık, sahiplenme-koruma, maddi yaşam-zihinsel yaşam, kalıcı olma-kaybolup gitme gibi son derece önemli alt çatışmalar üzerinden yürütürler.
Nadav Lapid’in Yoav’ı ile Sara Colangelo’un Jimmy’sinin, okuma yazma bilmediklerinden, şiir söyleme süreçlerinin sayıklamak, trans halinde bulunmak, anlamsız hareketler yaparak yürümek, aniden geliveren esin perisinin söylettiği sözleri söylemek gibi daha çok genç romantik şairleri andıran bir biçimde sunumu, inandırıcılığı yeterince zedeliyor. Esin perisini ve vahyini kaçırmamak telaşıyla küçük “şairlerin” dudaklarından dökülen sözlerin anaokulu öğretmenlerince yazıya geçirilmesi de bu süreci karikatürize etmeye yetiyor.
YANLIŞ İLİKLENEN İLK DÜĞME
Ne yazık ki gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, sanat-birey-toplum ilişkisinde çok önemli bir tartışma olanağı, yer yer psikolojik gerilim filmlerinin yakın plan çekimleriyle desteklenen kapalı alan baskısında yok olup gider. Öyleyse yanlış iliklenen ilk düğmeye, yani çocuk ve şiir ilişkisine atfedilen olumlayıcı ve kabullenici tutuma dönmek zorundayız. Bizce yönetmenler bir edebiyat türü olarak şiire oldukça yabancı görünmektedirler, bunun anlaşılabilir bir yanı olabilir, ama filmin ikinci çevriminde danışmanların buna müdahale etmemelerini açıklamak zordur. Konuya, felsefenin sanat ve güzellikle ilgili alanı olan estetiğin parametreleriyle yaklaşılmamakta, dolayısıyla şiire oldukça uzak bir konumdan bakılmaktadır. Şiir sanatını ve şairin şiir yapma/yaratma sürecini ele alışları, bu sanatın asgari gereklilikleriyle değil, onun dışında ve belki biraz da etkisinde kalmış, yaşadığı hazla sınırlı alımlayıcınınkine benzemektedir.
Lapid’in filmi ve orada kullandığı, çocukken yazdığını söylediği dizeler için bir şair ya da eleştirmenden destek alıp almadığını bilgisine sahip değiliz; ama Colangelo’nun Tibet ve Uzak Doğu kültürünü bilen danışmanların yardımda bulunduğu bilinmektedir. Neden Tibet ve Uzak Doğu? Yönetmenler şiir sanatını neden Batı kültüründen değil, Doğu’dan temellendirmek istediler, şiiri Doğu düşünme biçimi ve felsefesine daha yakın gördüklerinden mi, bilmiyoruz.
Bildiğimiz “şiir”in Fransızcadaki karşılığının “poéme” sözcüğü olduğudur ve “yapmak” anlamına gelen Yunanca “poíima”dan geldiğidir. Geleneksel kabule göre Doğu kültüründe sezgiyle ilişkilenen şiir, Batı literatüründe yapmak, meydana getirmek oluşturmakla bağlantılıdır. Yönetmenlerin Batı kültürü içinde ürettikleri filmde şiiri, Doğu kültüründe biçimlenen haliyle ele almaları bilinçli bir tercih olsa gerektir! Özellikle Amerikalı yönetmen Sara Colangelo’nun şiir danışmanlarını, temel ilkeleri felsefi ve ahlaki öğretiler olan, doğaya tapma ritüellerine, nefsine hâkim bir yaşam tarzına dayanan Tibet kültürü uzmanlarından seçmesi, filme egzotik bir atmosfer ve beraberinde şiire mistik bir hava kazandırmak istemeleriyle açıklanamayacaksa, şiiri salt esinle yaratılan bir tür olarak görmeleriyle ilişkilendirilmelidir.
Her iki filmde de şiire vahiy, şaire peygamber nitelikleri yüklendiği söylenebilir. Beş beş buçuk yaşındaki çocuklar, şiir kursu öğretmelerinin heyecanla karşıladıkları şiirler söylüyorlar! Anaokulu öğretmenleri de bu çocukları ‘materyalisttik’ yaşamın yok edici, gölgede bırakıcı etkisinden korumak istiyorlar! Biz böyle anlıyoruz; ama yönetmenler, öğretmenlerin bu çocukların şiirlerini tekdüzeleşmiş yaşamlarından kurtulma olanağı olarak değerlendirmek, dolayısıyla bir intihal sorununa parmak basmak istediklerini ve asıl ilgilendiklerinin de bu olduğunu ortaya koyuyorlar. Bu konuda üfledikleri dumanla seyirciyi kararsız kılan bir gerilim yaratmada, Colangelo’nun daha başarılı olduğunu teslim etmek zorundayız; bu başarıda yüzünü ve bedenini konuşturan Maggie Gyllenhaal’in payını da tabi.
ŞİİR VE ÇOCUK
İlk örnekleri neredeyse yazı kadar eski olan şiir, üç bin yıllık tarihi içinde Sümer tabletlerinden Homeros destanlarına, Homeros destanlarından Yunan tragedyalarına, Yunan tragedyalarından dinsel ilahilere ve oradan günümüze kadar birçok dönemeçten geçti; ama tanımında bir uzlaşma sağlanamadı. Binlerce tanım denemesi onu türlü benzetmelerle anlatmaya çalıştıysa da her biri bir yanını eksik bıraktı ve sonunda “Şiir tanımlanamaz!”a varıldı.
Gerçekten de edebi türler şiirden doğmuş olsa bile şiir, günümüze doğru akagelirken katmansız söze ve düz mantığa ait ne varsa tümünü terk etti. Bu nedenle, şiir mantığının çalışma biçimini bir anekdotla örneklendirirken Melih Cevdet haksız değildi: “Bir deli, akıl hastanesinde arkadaşına, ‘Dün gece seni rüyamda gördüm.’ demiş; arkadaşı da onu, ‘Ben seni görmedim!’ diye yanıtlamış… İkinci delinin, dünya mekânı ile rüya mekânını aynı sayan mantığı, şiirin de mantığıdır. Demek bir delinin sözünü bir akıllı söylerse, o söz şiir olur. Meslektaşlarım çok iyi bilirler ki bir şair, sevgilisine seslenen bir şiirinde bu rüya motifini korkmadan kullanabilir ve hiçbir şiir okuru tarafından da yadırganmaz.”
Şiir mantığının bu işleyişi, delinin düşünüşüyle olduğu kadar çocuğun düşünme biçimiyle de ilişkilendirilebilir. Çocuk ile şair arasında bu bakımdan bir yakınlık olduğunu var saymak, çocuğun özellikle bilinçaltını denetleme yetisi kazanamamış dönemlerinde çok daha olanaklıdır. Ancak unutmamak gerekir ki, şair bu mantığı bilinçli bir çalışmayla, çocuksa bilinçsiz bir doğallıkla yürütür. Öte yandan sanat türleri içinde bilgisiyle pratiği arasında en uzak mesafeyi barındıran, bu nedenle de deneyime ve birikime en fazla gereksinim duyuran türün şiir olduğu da ortak kabuller arasındadır. Aynı biçimde yeterli ölçüde ve çeşitte şiir okumadan ve yine yeteri ölçüde yazma/söyleme deneyiminden geçmeden şiire ulaşmak, olanaklı görünmemektedir. Nihayet edebiyat dünyası şimdiye kadar çocuk yaşta bir şaire, yeterince başarılı genç şairlere tanık olmamıştır; ama ilk şiirlerini yok sayan, onları kitaplarına almayan çok şair vardır.
Paul Valery’nin aktardığına göre Edgar Degas, Stephane Mallarmé’ye “Öyle güzel duygularım var, ama bunları şiir olarak kâğıda dökemiyorum.” demiş; Mallermé ünlü ressamı “Şiir, duygularla değil, sözcüklerle yazılır.” diye yanıtlamış. Çocuğun sözcük evrenin sözcüklerle dolabilmesi ise onun yeterince sözcük deneyimine sahip olmasıyla mümkündür. Hem şiir bir dil sanatıdır, dil ise bir soyutlama işi. “Sen” sözcüğü bütün ikinci tekil kişilerin genel ve soyut karşılığıdır, sadece şu an karşımda bulunun somut bir kişiye seslendiğim adıl değil. Şair ise “sen” dediğinde ikinci bir soyutlama yapar ve artık o “sen” şairin kurduğu anlam dünyasında bir karşılığa sahiptir, belki bir sevgili, belki bir vatan…
Çocuk gelişimi alanının ünlü psikoloğu Jean Piaget’in bilişsel gelişim kuramına göre çocuğun soyut düşünebilme çağı 12 yaşından sonra başlar. Bu nedenle henüz işlem öncesi döneminde sezgisel aşamayı yaşayan bir çocuktan başarılı şiirlere özgü soyutlamalar yapmasını beklemek pek değil, hiç inandırıcı olmamaktadır.
“Küçük şairler”in filme yansıyan şiirlerine ve yönetmenlerin bu şiirlerle ilgili kurdukları diyaloglara bakılırsa, şiir yaklaşımlarının özellikle İngiliz Romantik şairlerinin esin perilerinin taşıdığı hayallere açık olduğu kolayca görülür. Romantik şairin hayale doğayı eklediği ve buradan mitolojiye ya da sembole doğru evrildiği bilinir. Çocuk hayalperesttir, ama hayal kurmak soyut düşünmeyi gerektirmez. Öyleyse hayali ögelere çocuk sözlerinde sık rastlanması, çocuğun anlam dünyasını şiire ne kadar yaklaştırırsa, şiirsel anlamı sözdizimiyle kodlayıp sese çeviren şairin deneyim ve emek dolu şiir sürecine o denli uzaklaştırır.
“Altından paslar, etrafa sıcaklığını saçar.
Güneş doğar sabaha.
Polis yemek salonuna yönelir.
Üçüncü Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyulur.
Toz duman olur.
Ve Tanrı’ya dua et, düğün yaklaşıyor.
İşte okunan bu şiir, kapında.”
Öğretmen Lisa’nın Jimmy’nin kâh peşinde koşarak kâh telefonda dinleyerek kâğıda geçirebildiği şiirlerden biri de bu. Lisa, “Üçüncü Dünya Savaşı’nın ayak sesleri”nden söz eden beş buçuk yaşındaki çocuğun bu dizelerinde şiirsel bir mucize görür, tıpkı Mozart’taki gibi bir mucize! Hemen Jimmy’nin babası Nikhi Royl’a (Ajay Naidu) koşar. Zamanında Mozart’ın, krallar ve kraliçeler tarafından beslendiğini; onun o yorgun ellerine masajlar yaptıklarını, piyano çalarken onu şekerlerle beslediklerini anlatır. Ama Jimmy’nin öyle bir şansı olmadığını da ekler: “Şımartılsın demiyorum, ama en azından desteklenmesi gerek.”
İşte Nikhi’in yanıtı: “Oğluma yardım etmek istiyorum. Özellikle de bundan keyif alıyorsa. Ama kardeşimi gördünüz, değil mi? 42 yaşında. Yıllık 50 bin dolar kazanıyor ve entelektüel olmanın peşinde… Ya şimdi? Gazetedeki yazım hatalarını düzeltiyor. Oğlumun okulda başarılı olmasını isterim. Akıllı olsun… ama normal hayatta da iyi olsun. Para kazansın. Pratik olsun…” Günlük hayatın akışı içinde sanata, şiire hayatında yer ayırmayı gerekli değil, külfet gören insanları temsil eden baba Roy’un düşünceleri böyle. Yönetmenlerin eleştirilerini tam da bu temsile yöneltmeleri ve orada durmaları yeterli ve anlamlı olurdu; ama onlar birer şiir estetisyeni gibi davrandılar, olmadı.
“BİR ŞİYİRİM VAR!”
Lisa Spinelli’nin, “küçük şair”in babasıyla görüştükten sonra, ailesine ve çevresine Jimmy’i bir şair olarak kabul ettirip desteklenmesini sağlamaktan umudu kesilmiştir. Anaokulu öğretmeninin, kendisine ait gibi sunduğu şiirin Jimmy’nin olduğu ortaya çıkınca şiir atölyesiyle de ilişiği kesilir. Jimmy ve şiirini koruma güdüsü, tutkulu bir hal alan Lisa, ne yaptığını bilmezcesine çocuğu arabasına alıp kuzeyde sahile yakın bir motele götürür. Ona sınırı geçip Kanada’ya gitme, orada şiirlerini onun adıyla bir kitap olarak bastırma planını anlatır. Lisa banyodayken üstüne kapıyı kilitleyen Jimmy polisi arar, öğretmeni onu vazgeçirmeye çalışır. Dünyanın onun yeteneğini anlamayacağını söyler: “Jimmy. Bu dünya seni silecek. Bu dünyada sana uygun bir yer yok. Senin gibi insanlar, birkaç yıl içinde… tıpkı benim gibi bir gölge olacak… Lanet olsun!”
Polis gelir, Lisa’yı tutuklar; Bayan memur, Jimmy’yi ekip arabasının ön koltuğuna oturtur. Küçük Jimmy “Bir şiyirim var! Bir şiyirim var!” diye seslenir, ama onu artık kimse duymaz…
Nadav Lapid ile Sara Colangelo’nun şiir özelinde sanatın toplumda ve günlük yaşamda karşılık bulmamasını sorgulamaları ne denli doğru bir tercih ise, bunu “çocuk şair”ler üzerinden yapmaları o denli yanlıştır.
Çünkü şiir o değil…