Bu bir “Okullar Kapanırken…” başlıklı eğitim dönem değerlendirme yazısı olacaktı. Covid-19 salgını nedeniyle okulların daha 13 Mart’ta, çoktaaan kapandığını, yerine “Yaptık mı yaptık, oldu mu oldu!” kabulüyle ekranların açıldığını anımsayınca başlığı değiştirmek şart oldu.
7. yılında Gezi’yi, “Yaz Okulu” eğitimi henüz devam ederken müstehzi bir üslupla 7 yıl önce yazılan bir yazıyla selamlıyorum.
Bu sene böyle oldu. Olurdu olmazdı telaşıyla soluk soluğa kaldığımız bir eğitim öğretim yılının son iki haftasına henüz girmiştik ki, birden okullar kapanıverdi. Bu kez okulları Milli Eğitim Bakanlığı değil, öğrenciler kapattı.
Ben etimolojinin yalancısıyım, Latince “norma” gönye demekmiş, marangoz gönyesi; tabi “normalis” de gönyeli, ölçüye uygun oluyormuş. Buradan gelen Fransızca “norm” kural, “normale” yani “normal” de kurala uygun demek oluyormuş. Madem öyle Yunanca olumsuzluk önekiyle kuraldışı anlamına gelen “anormal”i ve İngilizce dışı, harici, ötesi anlamına gelen “para” ile birleşince doğa yasalarına uymayan anlamındaki “paranormal”i de ekleyelim.
Ayaklarının üstünde durmaya, oraya buraya tutunarak adım atmaya yeni başlamış bir çocuk; köydeki evlerinin sundurmasında babasının tahta sandalyenin üstüne bıraktığı kutuya merakla bakıyordu. Kutu özenle açıldı, içinden daha önce hiç görmediği bir oyuncak, aman kırılır dikkatiyle çıkarıldı. Çocuk çok sevindi, ama babası onun oynamasına izin vermediği gibi, kimseyi yanına bile yaklaştırmadı.
Dijital bir yaşamdan başka “ev” ve “aile”yi de keşfettiğimiz Korona günlerinde, tatille özdeşleşen yazla birlikte geri sayımın başladığının işaretlerini alıyoruz gözümüz dışarda.
Sosyoloji okuryazarlarımız ve siyaset erbabı, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” düşüncesiyle Korona günlerinden geriye kalacaklar konusunda hem büyük beklentiler hem de büyük korkular oluşturdular toplumda.
Tüm dünya ile birlikte Korona belasıyla baş etme mücadelesi verdiğimiz bu günlerde, bütün bayram rutinlerini terk edip ne eve misafir beklediğimiz ne el öpmeye gittiğimiz Şeker Bayramı kutlu olsun, yaşam güzelliklerle dolsun!
Tunca Arslan’ın Yeni Sanat’ın Aralık 1973 tarihli sayısından aktardığı, sinema yazarı Mehmet Kılıç gibi “Sinema da öyle… Burjuvazinin kendini eğlendirmek için icat ettiği bir şey, onu da sevmiyorum…” (Eleştirmenleri Vurun, 2017) diye düşünüyorsanız, ne bu filmi seyredin ne bu yazıyı okuyun!
Ağzımızı Korona’yla açıp Korona’yla kapattığımız bugünlerde herkes, bu virüse çok büyük bir işlev yükleyerek, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylüyor. Bazıları da Korona’dan sonra sosyal adaletin daha yaygın bir değer olarak benimseneceğini, kapitalizmin önemli dayanaklarını yitireceğini ifade ediyor. Virüsle kapitalizmin yıkılıp sosyal eşitliğin sağlanamayacağını çok yakında görür ve belki o zaman sosyal ilişkilerin ekonomik altyapısını değiştirmenin sağlam yollarını buluruz.
“Etkileşimli tahtalar öğretmen otoritesini duman etti. Çünkü öğretmenler o tahtaları çocuklar kadar başarılı kullanamıyorlardı. Sınıfta öğretmenlerine tahta üzerindeki bir işlemi nasıl gerçekleştireceğini çocuklar tarif etmeye başladılar. Hâlbuki bizim öğretmen kültürümüzde her şeyin en iyisini, en doğrusunu öğretmen bilir ve çocuklar ondan öğrenirler. Tersine dönünce bu ilişki, öğretmenin otoritesi ciddi…”