“Adam Öldürmeyi Oyun mu Sandın?”

ELEPHANT/FİL

Tarih 25 Mayıs 2022, yer Teksas. Robb İlkokulu’na saldıran 18 yaşındaki Salvador Ramos, 19’u çocuk ikisi öğretmen 21 kişiyi öldürdü. Eğitim mekânlarına yönelik katliamların ABD’de bu denli yoğun olmasını sosyal psikologlar, Başkanların bireysel silahlanma yanlısı politikalarına,  ekonomistler silah sektörünün ve ona bağlı lobinin kâr paylı ilişkilerine dayandırırlar. Sanatçılar ve dolayısıyla sinemacılar, olguyu daha farklı bir biçimde ele alırlar, tıpkı Columbine Lisesi’ndeki katliamı beyaz perdeye taşıyan Gus Van Sant’ın Elephant (Fil)minde yaptığı gibi.

Toplu Katliamlar Serisi

20 Nisan 1999: Amerika Birleşik Devletleri’nin Colorado eyaletindeki Columbine Lisesi’nde meydana gelen bombalama girişiminde on ikinci sınıf öğrencileri Eric Harris ve Dylan Klebold, 12 öğrenci ve bir öğretmeni öldürdü. Saldırganlar okul kütüphanesinde de 10 öğrenciyi öldürdüler ve intihar ettiler.

24 Mart 1998: ABD Arkansas eyaletinin Jonesboro kentindeki bir okulda 12 yaşlarındaki iki çocuk, öğretmen ve öğrencilerin üzerine ateş açarak 5 kişiyi öldürdü.

21 Mart 2005: ABD’nin Minnesota eyaletindeki Red Lake kasabasında bir liseyi basan genç saldırgan, 5’i öğrenci 9 kişiyi öldürdükten sonra intihar etti.

16 Nisan 2007: ABD’de 23 yaşındaki Kore asıllı Seung-Hui Cho adlı öğrenci, Virginia Tech Üniversitesinin kampüsüne düzenlediği iki ayrı baskında 32 kişiyi öldürdü; intihar etti.

14 Şubat 2008: ABD’de Illions Üniversitesinin kampüsünde genç bir saldırgan, 5 kişiyi öldürüp intihar etti.

14 Aralık 2012: ABD Connecticut’taki Sandy Hook İlkokulunu basan 20 yaşındaki Adam Lanza, 27 kişiyi öldürdükten sonra intihar etti.

14 Şubat 2018: ABD Florida eyaletinin Broward Bölgesindeki Marjory Stoneman Douglas Lisesinden disiplin nedeniyle atılan Nikolas Cruz,  okula yaptığı baskında otomatik tüfekle 17 kişiyi öldürdü. (…)

Ve insan olan insanın en son olmasını dilediği son katliam: Tarih 25 Mayıs 2022, yer Teksas. 600’e yakın öğrencisi bulunan Robb İlkokulu’na saldıran 18 yaşındaki Salvador Ramos, 19’u çocuk ikisi öğretmen 21 kişiyi öldürdü. Ramos’un saldırıdan önce, yapacaklarını Facebook’ta anlattığı ve bu sırada okulda bulunan yaklaşık 20 polisin ek kuvvet beklemek için saldırgana müdahale etmediği açıklandı!

Teksas’taki son olaydan önce okullara düzenlenen silahlı saldırılarda 7’si öğrenci 27 kişi ölürken 77 kişi de yaralanmıştı. Araştırmacı David Riedman’a göre bu yıl okullardaki silahlı saldırı olayları rekor düzeye ulaşmış durumda. ABD’de neredeyse her gün bir okulda silahlı bir olay yaşanıyor. Riedman’ın kayıtlarına göre bu yılın ilk 5 ayında şu ana kadar okullarda 137 silahlı saldırı düzenlendi. Geride bıraktığımız yıl da ABD’deki okullarda toplam 249 silahlı saldırı olmuştu.

Okuru daha fazla dehşete düşürmeden radyoyu kapatalım; estetiği katliamda arayan genç ve çocuk Amerikalıları cinayete iten nedenleri hızlıca geçip bu cinayetlerden birini, yararı olur belki diye, bir de sinema estetiğiyle anlatan Gus Van Sant’ın 2003 yapımı Fil/Elephant’ına bakalım.

Elephant/Fil, Afiş

Şiddetin Kaynakları

Dini ve dünyevi kültürden kutsal savaşlara kadar uzanan geniş bir nedenler yelpazesi olan şiddet, biyoloji, psikoloji, psikiyatri ve sosyoloji gibi farklı disiplinler tarafından analiz edilmektedir. Biyoloji şiddet davranışını, beynin işleyişine bağlı kimyasal ve hormonal etkileşimleri temelinde ele alırken; psikiyatri, bireyin zihinsel süreci, psikopatolojik bulguları, içgüdüsellik, egosantrizm, hiperaktiflik, zihinsel rahatsızlık, sinirlilik gibi kişilik özellikleri ekseninde açıklamakta; sosyolojik yaklaşım ise değerler yapısı, sosyalleşme süreci ve bireyler arası ilişkiler üzerinden çözümlemektedir. Şiddet eylemlerinin genelde, sorun çözme stratejisinin bir parçası olarak görülmesi, şiddetin kültürel kaynaklarının irdelenmesini de gerektirmektedir.

Özelikle eğitim mekânlarında ve öğrencilerce gerçekleştirilen, öğrencilere ve okul çalışanlarına yönelik katliamların ABD’de bu denli yoğun olmasını sosyal psikologlar, önceki Başkan Donald Trump ile zirve yapan, ABD başkanlarının bireysel silahlanma yanlısı politikalarına ve toplumda otaya çıkan silaha yatkınlığa bağlarlar.  Ekonomistler ise neden-sonuç ilişkisini silah sektörünün ve ona bağlı lobinin yönetimle kâr paylı ilişkilerine dayandıracaklardır kuşkusuz. Ama sanatçılar ve dolayısıyla sinemacılar, olguyu çok daha farklı bir biçimde ele alırlar.

Amerikan Kâbusunun Sinemacısı

Tıpkı Columbine Lisesi’ndeki katliamı beyaz perdeye taşıyan Gus Van Sant gibi. Beklenen, bilinen ve gerçekleşen odur ki, toplu katliamları konu edinen filmlerde aksiyon ve şiddet görselleriyle seyirciyi sarsmak amaçlanır, neredeyse perdeden seyircinin üstüne kan sıçratılır; zira seyircinin arzusu da budur!  Ne var ki Van Sant, söz konusu toplu öldürümü merkez alan Fil/Elephant adlı filminde “ekşın” ve “dıkşın” beklentisindeki seyirciyi çok fena azarlar!

Azarlar; çünkü o, Amerikan rüyasının değil, Amerikan kâbusunun sinemacısıdır. Rüyacılar, Tatatatatata, ciuuuuvvvvvvvv, gümmmmm… ile seyircide adeta havai fişek etkisi yaratarak şiddet doğuran bir sistemi hafifletip neredeyse eğlenceli hale getirmeyi ve sonunda Amerikan adaletini ilahi adalet mertebesine yükselterek “rüya”nın sürdürülebilirliğini mümkün kılmayı; kâbusçular ise o sistemin yarattığı sorunları derinlemesine çözümleyip nedenlerini sorumluların yüzüne çarpmayı tercih ederler.

1952 Kentucky (ABD) doğumlu Gus Van Sant da bu ikincilerdendir, sinemanın her türlü anlatım olanaklarını kullanarak olayı değilse de olguyu anlamlandırmaya çalışır. Filmografisinde Sonsuz İhtiras (1995), Can Dostum (1997), Forrester’ı Bulmak (2000), Son Günler (2005), Sekiz (2008), Sonsuzluk Ormanı (2015) gibi ses getiren filmler bulunan Van Sant, sanatsal yaratıcılıkta Pink / Pembe adlı romanıyla edebiyata ve çıkardığı 10 kadar albümle müziğe de yelken açmış, çoklu ilgi alanına sahip bir sanatçı.

Yönetmen Gus Van Sant

Odadaki Fil

Aynı yıl 56. Cannes Film Festivali’nde “En İyi Film” ve “En İyi Yönetmen” ödüllerine değer görülen 2003 yapımı Fil/Elephant, Colombine Lisesi katliamına belgesel değil, yer yer deneysel bir yaklaşımla eğilir. Film adını bir İngiliz deyimi olan “elephant in the room”dan (odadaki fil)  alır ve deyim, “büyük bir problemin görmezden gelinmesi, ötelenmesi” anlamındadır. Van Sant’ın odadaki fili gördüğü kesindir; ama nasıl gördüğünün yanıtı, özellikle bireysel düzlemdeki cinsel tercihini (gay) filmin iletisine hafif de olsa dokundurması nedeniyle bulanıktır!

Gerçekte neler oluyor? Her gün 92 kişinin silahlı saldırıya maruz kalarak hayatını kaybettiği ABD’de sıradanlaşan okul cinayetleri, aslında ülke düzeyindeki yaygın toplu katliamların bir alt kategorisidir. 20 Nisan 1999’da Colorado Littleton’daki Colombine Lisesi’nde, öğretmenlerinin “son derece zeki” olarak tanımladığı Eric (18) ile intihara eğilimli, kronik depresyondan mustarip, duygusal Dylan (17) ellerinde silahlarla okullarına giriyorlar; önlerine çıkan arkadaşlarını, öğretmenlerini kurşun yağmuruna tutuyorlar ve 12 öğrenci ile bir öğretmeni öldürüyorlar. Sonra okulun kütüphanesine çıkıyorlar ve “oyun”a devam ediyorlar, burada da 10 öğrenciyi öldürüp intihar ediyorlar: Game over! 

Uluslararası arenada gittikçe saldırganlaşan bir ülkenin insanlarının ülke içinde daha az meşruiyete ihtiyaç duyması ya da bireylerin, emperyal kültür üreten kapitalist yapı içindeki kaybolma noktalarında kendi “bireysel hukuklarını” kendilerinin inşa etmesidir olan biten! Ama Van Sant, sosyal psikologlardan rol çalmak istemediğinden, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi verilerine göre ABD’de her 100 bin yurttaşın maruz kaldığı ölümlü suç oranının 4,88 olduğunu; bunun Avusturya (0,51) ve Hollanda (0,61) gibi gelişmiş ülkelerin çok üzerinde bulunduğunu; hatta Arnavutluk (2,28), Bangladeş (2,51) ve Şili (3,59) gibi gelişmekte olan ülkelerden bile yüksek olmasıyla ilgilenmiyor.

Bu sonucun nedenlerinden biri olan 1970’li yıllardan bu yana ABD’de genel eğilim olarak kamu hastanelerindeki psikiyatri kliniklerinin kapatılması, bu türlü sorunların cezaevlerine havale edilmesi, böylece yüz binlerce psikolojik desteğe muhtaç insanın tıbbi yardım almadan hayatlarını sürdürmek zorunda bırakılması ve bu nedenle toplumsal güvenlikte bir açığın ortaya çıkması da Gus Van Sant’ın doğrudan ilgi alanına girmiyor.

Fil Okulda

Hatta Van Sant, mekânın okul, karakterlerin öğrenciler ve öğretmenler, kısmen veliler olduğu filmde şiddetin okula ilişkin, aile içi ilişkilerde olumsuzluğu, akademik başarıda düşüklüğü, okul aidiyet duygusunda zayıflığı, okul ikliminin yalnızlaştırıcı etkisini, cezalandırmaya dayalı disiplini, çeteleşmeye varan öğrenciler arası gruplaşmaları, dışlayıcı tutum ve davranışları… bile bağıra çağıra söylemektense, seyirciyi de hikâyenin bir parçası kılmakla yetiniyor.

İyi ki de böyle yapıyor; çünkü Fil(m)i didaktik bir belgesele teslim etmek, bilim ile sanat arasındaki sınırı muğlaklaştırmak tehlikesi hemen yanında! Yönetmen, son derece minimalist bir senaryoyla sınırlanmış alanda kamerayı, görüntüyü filme aktaran bir araç olarak kullanmanın ötesinde, karakterlerin ensesinden onları takibe sokup zaman zaman kesmesiz, uzun çevrinmeyle seyircinin iki gözünün olanağı kılıyor ve seyirciyi etkili bir içtenlikle hikâyenin “tanık” sandalyesindeki karakteri haline getiriyor.

Şiddetin her türü

Van Sant, yalın ve yoğun bir doğallıkla yarattığı durağan havaya, seyirciyi rahatsız eden huzursuzluk duygusu katmayı da ihmal etmiyor. Karakterler sürekli hareket ediyor, bir yerlere gidip bir yerlerden geliyorlar. Okuldaki günlük yaşamın bu tekdüze hareketliliği, yönetmenin nereye koyacağını çok iyi bildiği statik bir kameranın uzun planlı çekimleri, takipleri, mekânlar arasındaki akıcı geçişleriyle tespit ediliyor.

Kesintisiz ve uzun çekimli sekanslardan elde edilen görüntüleri, olaylar ve karakterlerin kesişen anlarını parçalı kurguyla, etkileyici bir anlatımla aktarıyor. Öğrencilerin bu işi neden yaptıklarına daha az, nasıl yaptıklarına daha çok odaklanarak ilerliyor Gus Van Sant. Doğal bir okul ortamında kurgulanan filmin oyuncuları da profesyonel olmayan, lise seviyesinde gençler olarak kendi adlarıyla oynuyorlar ve Colombine katliamına yakın olduklarından rollerinde yapmacıktan uzak, gerçeğe yakın bir yaklaşım sergiliyorlar.

Colombine’de Bir Gün

Filmin jeneriğinde anlatılan olayların ve karakterlerin kurgusal olduğunun, gerçekle ilişkisinin rastlantısal olabileceğini belirtmesi, olsa olsa Van Sant’ın etki açısından sanatsal gerçekliğin nesnel gerçeklikten üstün olduğunu vurgulamak istemesiyle açıklanabilir. Hikâyenin Colombine Lisesi’nde yaşanan katliamla ilgili olduğu konusunda kuşku yoktur.

Okul yönünde sağa sola yalpalayarak sürülen bir arabanın arka koltuğunda oturan seyirci, bu kısa yolculukta, okul yönetimiyle sorunlar yaşayan, disiplin cezası alan; ama sarhoş babanın sorumluluğunu da yüklenebilen oğlu John’u tanıyor ilk önce. Sonra, elinde adeta yaşama dair her şeyi kaydetmek istediği fotoğraf makinesiyle Elias giriyor kadraja; kız arkadaşıyla birlikte resmini çekmek istediği erkek öğrencinin “Çıplak mı?” sorusuyla, gençlerin günümüzde daralmış anlamıyla erotizme eğilimlerine işaret ediyor Van Sant.  

Sırada önce yakışıklı Nathan ve sonra güzel sevgilisi Carrie var; ama etkisiz eleman gibiler! Onları Acadia izliyor; üzgün John’un yanağına bir öpücük kondurup “Heteroseksüeller Birliği” toplantısına geçiyor, peşine kamerayı takarak. Şimdi de yüzünde mutsuzluk ifadesi taşıyan Michelle ile tanışıyoruz; hormonal bir bozukluğu var onun, spor dersinde şort giymiyor, Amerikan kâbusunu temsil ediyor gibi! Ve sahnede okulun üç “tiki” Nicole, Jordan, Brittany; üç “aptal sarışın” imajıyla tam bir Amerikan rüyası desek de olur. Kilo alma kaygısıyla yediklerini kustukları bir sekans bile var!

Nihayet katliamın planlayıcıları ve uygulayıcıları Alex ve Eric. “Git buradan!” diye uyarıyorlar John’u! Ellerinde içi silah dolu çantalarla okula giriyorlar. Zamanda ileri geri sallanmalarla ilerliyor hikâye: Alex, derste üzerine kâğıt falan atılan, ezik, dışlanmış, sosyal fobili ve kendisine karşı sert davranışlardan rahatsız bir öğrenci. Babası abisini övüyor, annesi bir hiçmiş gibi davranıyor ona…

Okul, sosyalleşme mekanı mı yalnızlaşma mekanı mı?

Yalnızlık Bakanlığı

Kaçışı biraz piyano biraz da Eric oluyor Alex’in. Rivayete göre sağır olunca hayatla bağları kopan Beethoven’in, ay ışığını hiç görmemiş ve görmeyecek olan kör bir genç kızın “Bana ay ışığını anlat!” sözleri üzerine bestelediği, hüzünlü, huzurlu ağır bir yolculuk duygusu yaratan Moonlight’ını (Ay Işığı Sonatı) çalıyor piyanoda! Hitler belgeseli izleyip insan figürlerinin kökten kesilmiş ağaçlar gibi vurulup düşürüldüğü oyunlar oynuyorlar bilgisayarda. Olaya dair “Neden?” sorusunu bu kadarcık bir yanıtla karşılıyor Van Sant. Bu kadarcığı bile yetiyor şiddetin ve öldürme kültürünün toplumdaki meşruiyetini ve yalnızlık duygusunun ağır bunalımından en az 9 milyon kişinin etkilendiği İngiltere’de “Yalnızlık Bakanlığı”nın kurulma nedenini anlamak için! 

Oldukça detaylı bir planlamadan sonra, hayatla vedalaşırcasına duşta öpüşüp işe koyuluyorlar! Biz, artık bir daha olanağını yakalayamayacakları bir deneyimi gerçekleştirme güdüsüne bağlasak da Van Sant’ın niyetini tam olarak bilmesek de böyle bir öpüşme, filmin iletisinde küçük bir leke gibi duruyor ve katliamın sosyal, bireysel nedenlerini bulandırma potansiyeli taşıyor. Katliam Amerikan kâbusuyla başlıyor; ilk kurşunu Michelle ile sıkıyor Van Sant; bir anlamı olmalı! Ve arkası geliyor… Eric’in Okul Müdürü’ne söylediği “Bundan sonra sana gelecek çocukları, cezalandırılmadan önce dinlemelisin, diğer çocuklar ne derse desin! Neyse Bay Luce, her neyse, dışarıda da bizim gibiler olduğunu biliyorsunuz! Onlara da bana ve Jared’e yaptığınızı yaparsanız, sizi öldürürler… Kancık!” tiradıyla “neden” sorusunun eğitim boyutlu yanıtına ulaşıyoruz!

Öldürmek, yemek içmek kadar doğal!

Öldürmeyi Öldürmek!

Bundan sonrası tıpkı bilgisayar oyunlarındaki adam öldürme hikâyelerinin kurgusunu aratmayan sekanslar… Yakın planda oyunun kahramanlarını enseden takip ediyor seyirci, tıpkı bu öldürme oyununu oynuyor gibi! Bir Alex bir Eric, ellerinde silahlar, karşılarında devrildikçe puan kazandıran “insan” figürleri… Öldürmek duygusu öylesine kökleşmiş ve içselleşmiş ki, asla rakip tanımıyor. Patlayan son silahın namlusu da öldürene dönük!

Bulutlu, kapalı bir göğe bir ünlem gibi uzanan elektrik direği görüntüsüyle açılan film, çıkış sahnesinde mutfaktaki et buzluğunda sıkıştırılan iki öğrenciye doğrultulan silahın son kez patlamasından önce, yine kameranın bulutlu, kapalı göğe çevrilmesiyle; ama bu kez ünlem değil kocaman bir soru işaretiyle kapanıyor. İster istemez soruyoruz kendimize bir Rumeli türküsünün dizeleriyle:

“Mezar taşlarını koyun mu sandın	
Adam öldürmeyi oyun mu sandın?”

Toplumdaki nedenlerin dışında, bireydeki öldürmeyi öldürmenin sadece üç yolu var galiba: Eğitim, eğitim, eğitim.

““Adam Öldürmeyi Oyun mu Sandın?”” için 2 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir