“Anadil”de Eğitim ve “Anadili” Eğitimi

Bugün ortaokul son sınıf öğrencilerimiz lise eğitimleri için merkezi sınava girdiler; üç hafta sonra da lise son sınıf öğrencileriyle mezunlar, okuyacakları üniversiteleri belirleyecekleri YKS’ye girecekler. Hem bu merkezi sınavlar nedeniyle hem de küresel salgının, eğitimin okullara dönüşü engelleme gücünü yitirmeye başladığına inancımızın yükseldiği bugünlerde eğitimin temel araçlarından biri olan “eğitim dili”nin ‘siyasi hassasiyet’ içinde de olsa bir kere daha konuşulmaya başlandığına tanık oluyoruz.

En son Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce, eğitimci geçmişinin sağgörüsüyle konunun siyaset malzemesi olmadığını, pedagojinin konusu olduğunu, dolayısıyla konuyu eğitim ve bilim insanlarının tartışmaları gerektiğini söyledi. Açıklamaları basında daha önce olmadığı kadar ‘yorumsuz’ yer aldı.

Evet, konu eğitimbilimin konusudur, ama öncelikle alanda yaşanmakta olan kavram kargaşasını gidermemiz gerekiyor. Konuyu etrafında dönerek tartışacağımız iki terimi tanımlayarak başlayabiliriz:

Anadili”; insanın biyolojik annesinden, soyca bağlı olduğu aile bireylerinden doğuştan itibaren edindiği, duygu ve düşüncelerini en kapsamlı bir biçimde ifade edebildiği dilidir.

“Anadil”; Türkçe, Moğolca, Japoncanın ait olduğu Altay dili ya da Almanca, Fransızca, İngilizcenin ait olduğu Latince örneğindeki gibi, akraba oldukları kabul edilen dillerin kökeni olan dil demektir.

Öte yandan insanın sosyalleştiği, kültürlendiği, bilişsel gelişimini sağladığı dil de “anadil”dir. Konuyu doğallıkla terimin bu anlamıyla tartışıyoruz. Yine “anadil”in, ulus devletlerin resmi dili, yazı dili olması da vatandaşlarının kültür, gönül ve ufuk birliği sağlaması bakımından büyük işleve sahip olduğu inkâr edilmez bir gerçektir.

Günlük tartışmalarda bu iki kavramın sık sık karıştırıldığına, birinin yerine diğerinin kullanıldığına; hatta yukarıda açıklanan üç anlamın da sadece “anadil” terimiyle ifade edildiğine tanık oluyoruz.

Bugün yeryüzünde ölü diller dışında 5000 kadar “anadili” var. Bunların ancak 120 kadarı “anadil”, yani resmî dil olabilmiştir. Ne yazık ki bu “anadilleri”nin büyük bir çoğunluğu “anadili” olarak kalmış; edebiyatın gelenek yaratabilecek metinlerini ve bilimsel metinleri üretebilme olanaklarını türlü sosyolojik ve kültürel koşullar içinde yitirmiş, dolayısıyla kendilerini “anadil” olarak yapılandırabilecek tarihsel ve toplumsal fırsatları olmamıştır.    

Sanıldığı gibi “anadili”, insanın en iyi bildiği dil değildir her zaman. Böyle oluşunun birçok nedeni ve bunun saymakla bitmez örnekleri vardır. Kimi tarihsel ve sosyal koşullar içinde sosyalleşme, kültürlenme dilimiz, yani “anadil”, “anadili”nin önüne geçer ve insanlar bilgi edinmede, düşünce iletmede, iletişim kurmada “anadil”e daha çok maruz kalabilirler. Bu durumda “anadil”, kişiye “anadili”nden daha çok egemen olabilir.

Türkçeye gelecek olursak, bu dil onu annesinden ve ailesinden öğrenenlerin “anadili”; okulda, çarşıda, pazarda, kısacası sosyal hayatta ve toplumsal, kültürel etkinlikler içinde edinenler içinse “anadil”dir. Kimi yurttaşlar için bu iki dil aynıyken, kimileri için farklı olabilir. “Anadil”i Türkçe olan birinin “anadili” Çerkezce, Kürtçe olabileceği gibi, “anadili” Fransızca, Almanca olan birinin “anadil”i de İngilizce ya da İspanyolca olabilir.

Özetle “anadil” terimi, aynı ülke vatandaşlarının sosyalleşme, kültürlenme ve bilgilenme dilini karşılar ve ulus devletlerin de resmî dili, yazı dili, eğitim dilidir. Annemizden edindiğimiz dil, belli sosyal ve tarihsel koşullar içinde sosyalleşme ve kültürlenme dilimize göre geri çekilmiş olabilir. Bu durumda dünyayı anlama ve anlamlandırma dilimiz, içinde yaşadığımız toplumun egemen dilidir. Bu ulusal dil, sosyal yaşamın önemli etkinlikleri olan hukuk, ticaret, iletişim… ve bütün bunların temelinde eğitim için olmazsa olmazdır.

Eğitimin en çok edinilmiş, en iyi bilinen ve dolayısıyla iletişimin en sağlıklı ve en yaygın kurulabildiği dille, yani “anadil”le yapılması esastır.  Diğer yandan eğitimin “anadili” ile yapılması gerektiği önerisinin, bunun onlarca “anadili” ile nasıl mümkün olabileceğini hesaba katmadığı ortadadır. Kuşkusuz, eğitimbilimin ilgi alanında olan bu sorun, üzerine daha çok kafa yormayı, program geliştirmeyi gerektirmektedir. Öncelikle Kaliforniya’da Latin asıllılar için uygulanan İspanyolca “anadili”nde eğitim deneyiminin, öğrenme sürecini nasıl engellediğine ilişkin sonuçları ve Kuzey İrlanda’da ayrı okullaşmayla gelen farklı sosyalleşmenin doğurduğu etnik çatışmalar incelenmelidir.

Ayrıca, ayrı okullarda eğitim önerilmiyorsa, aynı okulda belli bir pratikle çözülüp çözülemeyeceği de tartışılmalıdır. Kürtçe, Zazaca, Arapça, Lazca, Ermenice, Çerkezce gibi “anadili”nde verilen eğitimin sonunda, doğal olarak, mesleklerin bu dillerle icrası, devlet işlerinin bu dillerle görülmesi, federal bir devlet yapılanmasının ilk adımından başka bir şey değildir. Tarih içinde birlikte yaşayabilmiş birçok milliyeti “anadilleri”yle karşı karşıya getirmek yerine, bu “anadilleri”nin nasıl bir arada yaşatılabileceğine kafa yormak gerekir.

Okula hazırlık süreci çok önemlidir, ciddiyetle ele alınmalı ve okul öncesinin süresi uzatılarak bölgesel gereksinimlere göre, örneğin Türkçe bilmeyen çocukların Türkçe öğrenmelerini önceleyecek biçimde programlandırılmalıdır. Okulöncesi ve ilkokul kademesinde, “anadil”de eğitimin sonraki aşamalarında akademik öğrenmenin etkili ve verimli gerçekleşebilmesi için Türkçenin çok iyi öğretilmesi gerekir; ama bunu başaracak öğretmenin eğitimi de programa destek verecek biçimde yapılandırılmalıdır.

Öte yandan “anadil”de yapılacak verimli bir eğitim programı, hiç kuşkusuz etkili bir “anadil” ve “anadili” eğitimiyle taçlandırılmalıdır. Bu nedenle merkezi müfredata “Anadili” başlığı altında, bölgesel sosyolojik, kültürel veriler dikkate alınarak ve ulusal birliği zenginleştirip güçlendirecek bir yaklaşımla  “Seçmeli Anadilleri Programı” dâhil edilebilir. Tabi bunun için de böyle bir eğitimi verecek öğretmenin yetiştirileceği eğitim fakültesi yapılanması bir başka koşuldur.

Hepsinden önemlisi eğitimin baştan sona, ulusal bilinci yüksek ve özgüvenli bireyler yetiştirecek bir perspektifle yeniden ele alınmasıdır.

 Yazıyı, konuya bitişik “Yabancı Dilde Öğretim – Yabancı Dil Eğitimi” ile sürdüreceğiz.

““Anadil”de Eğitim ve “Anadili” Eğitimi” için 2 yorum

  1. Sayın Pala, emek verdiğiniz yazınızı okudum. Bir değil, birden fazla okudum.Hoşlanarak okudum,okudukça daha iyi anladım .Düşüncelerinize,açıklamalarınıza önerilerinize önemli ölçüde katılıyorum. Doğaldır ki, benim de şu an itibariyle düşünce ve görüşlerim var.
    Sizin akademik durumuzu bilmek isterim. Ayrıca bir kaç sorum olacak:1-“anadil”,”anadille” imleç içinde niçin gösterdiniz?
    2-“Kültürlemeyi’ ” hangi manada
    kullandınız?
    3-Bana göre anadil eğitimini, anadille eğitim kapsamında değerlendirmek olanaklıdır,
    4 – Merkezi müfredat nedir?
    5-Sorunun çözümü salt pedagojiyle sınırlamak, konuyu değiştirmek olur.Saygılarımla…

    1. Değerli Sefer Özdemir,
      Yazıya gösterdiğiniz duyarlık için teşekkür ederim. Ben, Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim, akademik durumum bundan ibaret.
      1. Yazıdaki yazım biçimi, sık karıştırılan iki kavramı birbirinden ayırmak içindi: “Anadili” “anadil”. Tırnağa bu anlam karışıklığını engellemek için gerek duyuldu.
      2. “Kültürlenme” sözcüğü, yazı bağlamında sosyal ve bireysel yaşam içinde kişinin dil kaynaklı kültür edinme sürecini anlatıyor.
      3. Yazının tezi, “anadili” eğitimini “anadil”le eğitim kapsamında değerlendirmek gerektiğidir.
      4. “Merkezi müfredat” ile anlatılan ortak, temel derslerin programıdır. “Anadili” eğitiminin seçmeli derslerle bu program eklenmesi önerilmektedir.
      5. “Anadili”nde eğitim sorunu pedagojiyle sınırlı değil, daha geniş anlamda bilimsel bir sorundur. Çözümünde sosyoloji, psikoloji ve pedagoji bilimlerinin yanı sıra geçmiş deneylerin sonuçlarının incelenmesi önerilmektedir. Sonraki yazımız da konuya bitişiktir.
      Teşekkür ederim.

Mustafa Pala için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir