Eğitimin Süpermen’i Özel Okullar mı?

Dünyada değilse de ülkemizde pandemiden en çok zararı çocuklarımızın eğitimi gördü, görüyor. Ekonominin, turizm sektörünün üstüne titrenilen bu süreçte eğitim politikalarındaki ciddiyetsizlik ne yazık ki devam ediyor. Veliyi özel öğretimin kucağına iten eğitim yönetimi, nitelikli eğitime erişimde eşitsizliği “telafi edilemeyecek” denli derinleştiriyor. Peki, özel okul çare mi? Gelin sorunun yanıtını Davis Guggenheim’in belgesel filmi Waiting for Superman’ı (Süpermen’i Beklerken) izlerken bir kere daha düşünelim!

Süpermeni Beklerken / Waiting for Superman

Bir Durum Saptaması

“Dört kurabiyem olsaydı ve ben ikisini yeseydim, yüzde kaçını yemiş olurdum?” Amerikalı siyahi ortaokul öğrencisi düşünüyor, soruyu kafasında gezdiriyor. Tavana bakıyor, parmaklarından yardım alıyor. Bunun için içler dışlar çarpımı yapmak gerektiğini söylüyor. İşlemi, içten seslendirerek dıştan yapmaya çalışıyor ve bir süre sonra yanıtlıyor: “Tam olarak %50’sini yemiş olursun.” Yüzünde gurur ve mutlu bir gülümseme…

Amerikan eğitim sistemini konu alan ve üzerine çok gürültü koparılan belgesel çalışma Waiting for Superman, bu sahneyle, yani bir durum saptaması sahnesiyle başlıyor. Bu saptama, afişte de görselleştiriliyor: Bir yıkıntının ortasında, soru sormak ya da yanıt vermek için elini kaldırmış bir öğrenci, eğitim sisteminin bu çöküşünden kendisini kurtaracak ‘Süpermen’i umutla bekliyor!

Belgeselden

Süpermen kim?

Ve Amerikalı eğitim savunucusu, sosyal aktivist Geoffrey Canada anlatıyor: “Hayatımın en üzücü günlerinden biri, annemin bana Süpermen’in gerçekte var olmadığını söylediği gündü. ‘Anne, Süpermen göklerde midir?’ diye sormuştum ve annem de ‘Süpermen gerçek değil!’ demişti. Şaşırdım, ‘Ne demek gerçek değil?’ dedim. ‘Hayır, öyle biri yok!’ dedi. Annem, Noel Baba gibi gerçek olmayan biri için ağladığımı sanmıştı. Ağlıyordum; çünkü bizi kurtaracak gücü olan biri hiç gelmeyecekti!”

Gelmeyecekti; çünkü belgeselde pek kuvvetli vurgulanmamakla birlikte, eğitim sistemindeki çöküşü ancak ve ancak eğitimin tüm bileşenleri birlikte durdurabilirdi.

Belgeselci Guggenheim

Yönetmen Davis Guggenheim

Dokümanter film yapımcısı ve yönetmeni Davis Guggenheim’in, senaryosunu Billy Kimball’la birlikte yazıp yönettiği 2010 yapımı Süpermen’i Beklerken, Amerikan eğitim sisteminin birçok sorununa parmak basıyor. Guggenheim, kamera hareketleriyle ayrıntılara yüklediği anlam, sahneler arası geçiş, ilişkilendirmeler ve daha birçok maharetle belgesel filme sanatsal bir tat katmayı biliyor. 2016’da çektiği, oyuncu kadrosunda Al Gore, Billy West, George Bush gibi ünlülerin yer aldığı, “En İyi Belgesel Oscar”ına layık görülen Uygunsuz Gerçek (An Inconvenient Truth) ile tanıdığımız Guggenheim, Süpermen’i Beklerken ile 2010 Sundara Film Festivalinde de “En İyi Belgesel” dalında “İzleyici Ödülü” kazandı. Bu başarıda belgesele röportaj veren George Reeves, Anthony Black, Geoffrey Canada, Daisy Esparza ve Bianca Hill’in de hakkını teslim etmek gerekir.

Belgeselin etkileri ve tepkiler

Ele aldığı sorunlara liberal politikalar çerçevesinde çözüm önerilerinde bulunan yönetmen, Süpermen’i Beklerken’de eğitimin birçok boyutunda yaşanan yapısal sorunlara kamera tutuyor: Eğitimin geçmişten getirdiği fırsatlar ve riskler, farklı eğitim politikaları ve uygulamaları, kamusal eğitimin başarısızlığı ve devlet okullarının düşüşü, öğretmen istihdamı, örgütlülüğü ve tabi krizden çıkış önerileri…

Eğitimi birçok ara başlıklarla ele alan belgeselin, özellikle sorunların nedenlerine ilişkin tezleri ve çözüm önerileri tartışmalara yol açmış; öğretmenlerin görüşlerine yeterince yer vermemesi eleştirilmişti. O kadar ki, bu belgesel hakkında bir başka belgesel bile çekilmişti: Waiting for Superman Behind Inconvenient Truth (Süpermen’i Beklerken Filminin Arkasındaki Gerçekler). Bu iki belgeseli birlikte izlemek, kuşkusuz çok daha ufuk açıcı olacaktır.

En Büyük Zarar Dezavantajlı Ailelerin Çocuklarına

Kızım sana söylüyorum…

Süpermen’i Beklerken, esas olarak Amerikan eğitim sistemiyle ilgileniyor. Ancak birçok ülkenin kendine özgü pedagojik uygulamaları bir yana; belgesel, izleyiciyi ‘kapitalist sistemin, şekillendirdiği sosyal yapılarda benzer eğitim sorunları ürettiği’ gerçeğinden bir adım bile uzaklaştırmıyor. Bu nedenle belgesel, her ne kadar kızına söylese de gelini anlıyor tabi!

Film, Amerikan devlet okullarının 1970’lere kadar dünyanın en iyileri olduğu ve 1900’den beri yüzden çok Nobel ödüllü bilim adamı ve sanatçı, on devlet başkanı ve sayısız ünlü Amerikalı mezun ettiği; ama kırk elli yıldır okuma ve matematikte başarı çizgisinin dikey değil, yatay ilerliyor olmasının, eğitim sorununa eğilmeyi kaçınılmaz kıldığı gerçeğinden yola çıkıyor. 1971’den bu yana öğrenci başına eğitim harcaması 4300 dolardan 9000 dolara çıktığı halde hiçbir olumlu ilerlemeye tanık olunmadığı görülüyor.

2002 Ocak ayında muhafazakâr Cumhuriyetçi Başkan George Bush ile Demokrat Parti’nin liberal kanadının lideri, farklılıkları bir kenara koyup eğitim için bir araya geliyorlar ve 12 yılda sonuç almayı öngördükleri “Hiçbir Çocuk Geride Kalmasın” projesiyle eğitim adına ülkede bir umut ışığı yakıyorlar. Projenin hedefi ABD’deki tüm öğrencilerin ‘okuma’ ile ‘matematikte’ yüzde yüz yeterli duruma gelmesini sağlamak.

Eğitim Bir Kamu Hizmetidir!

Durum vahamet arz ediyor!

Projenin mimarları, öncelikle ülkedeki tüm öğrencilerin bilgi düzeylerini ölçüyorlar. Sonuç: 8. sınıf öğrencilerinin Alabama’da sadece yüzde 18’i matematikte yeterli; Mississippi’de % 14’ü, New Jersey’de % 40’ı, Connecticut’ta % 35’i, New York’ta % 30’u, Arizona’da % 26’sı ve California’da % 24’ü. Aynı seviye öğrencilerinin okuma sınavındaki başarı yüzdeleri ise eyaletlerin çoğunda % 20-35 aralığındadır. Okumada en başarısız eyalet ise ülkenin başkenti Washington: Öğrencilerin sadece %12’si okuduğunu doğru anlayabiliyor. Bir başka çarpıcı gerçek de azınlık çocuklarının büyük bir kısmı 5. sınıfta B düzeyinden 7. sınıfa doğru D düzeyine geriliyor. Yani ya her yıl çocuklar biraz daha aptallaşıyor ya da eğitimde bir sorun var!

Öte yandan California devlet üniversiteleri sisteminde dört yıllık bir üniversiteye kabul edilebilmek için belirli 15 dersi almış olmak gerekiyor. Örneğin Roosevelt Lisesi öğrencilerinin sadece %3’ü bu dersleri alarak mezun olabiliyor. Dr. Robert Balfanz, bu gibi liseleri inceliyor ve öğrencilerinin % 40’ı zamanında mezun olamayan bu okullara “Terk Etme Fabrikası” diyor. Balfanz, bu araştırmasında 2000’den fazla “Terk Etme Fabrikası” saptıyor. Ekleyelim: Türkiye’de 12 yıllık “kesintisiz” eğitim sayesinde “Terk Etme Fabrikaları”nın yerini açık öğretim okulları aldığından çocuklar, sistem içinde “görünüyor”.

Uzmanlar, kuşaklar boyunca bu tür okulların başarısızlığını bölgenin geri kalmışlığıyla açıklama eğilimindeyken reformistler, tersini düşünmeye başlamışlar: Bölgenin geri kalmışlığının nedeni yetersiz okullardır! Ülkemizdeki dezavantajlı ailelerin çocuklarının yetersiz eğitim almak zorunda kalıp az gelirli işlerde çalışmaları ve bu döngünün sürekli bir eşitsizliği üretmesi gibi.

“Superwoman” Michelle Rhee

Limonların dansı

İşte bu koşullarda Columbia Bölgesi Belediye Başkanı, devlet okulları başkanlığına büyük bir umutla Michelle Rhee’yi atıyor. Ancak Bölge Devlet okulları Genel Merkezi kendilerine tonla para aktarılmasına karşın reformlara direniyor. Rhee, esas olarak öğretmenlere gözünü dikiyor. Ona göre iyi öğretmen başarıyı, kötü öğretmen başarısızlığı getiriyor. O halde verimli olanla olmayanı ayırmak gerek; ama nasıl?

Ne kötü ki, “Tenure” yasası, başarılı-başarısız demeden, öğretmenler için tam bir iş güvencesi sağlıyor! Ulusal Öğretmenler Sendikası da “Öğretmenler arasında ayrım yapılamaz, öğretmen öğretmendir, o kadar!” diyor, başka da bir şey demiyor! Kısaca ‘P-Pep’ diye bilinen Profesyonel Performans Değerlendirme Belgesi, öğretmeni başarısız bulsa bile, görevden almak mucize. Ödüllendirme de öyle. Neden? Sözleşmede yok!

İşte o zaman okul yöneticileri “Limonların Dansı”na başlıyor. Limon, kronik düşük performanslı öğretmen. Yıl sonunda Fred, Jack’e kendi limonlarını veriyor. Jack, kendi limonlarını Sally’ye veriyor. Sally de Greg’e kendi limonlarını veriyor. Dans sonunda her müdür, başına kalan limonların, başından attığı limonlardan daha iyi olabileceği umudunu taşıyor. Bazı eyaletlerde buna “Çöpü gönder!” Bazılarında da “Hindiyi koştur!” (Türkiye’de ise “sürgün”) deniyor. Sonunda Michelle Rhee, bütün tepkileri göze alarak 23 okulu kapatıyor, okul müdürlerinin dörtte birini kovuyor, 57 öğretmen, 77 destek personelini işten atıyor.

Charter Okullar ve KIPP Okulları

Diğer taraftan Geoffrey Canada, maaş ödeyenin de görevden atanın da öğretmen olduğu bir sistem üzerinde çalışıyor. Charter Okullar denen özerk okullar ya da özel girişim okulları böyle doğuyor. Türkiye’deki özel okul teşvikleri gibi, devlet öğrenci başına yaptığı eğitim harcamasını bu okullara veriyor. Charter’lar nitelikli devlet okullarında olduğu gibi öğrencilerini kura ile belirliyor. Uyguladıkları müfredatta esnek olabiliyor. Ulusal eğitimden çok, üniversiteye hazırlık programı uygulayan bu okulların en iyileri, öğrencilerinin % 90’ını dört yıllık üniversitelere yerleştirebiliyor.

Bir başka deneme de bizdeki ezberletme sihirbazları gibi, çocuklara matematik terimlerini rap şarkılarıyla ‘öğreten’ David Levin ve Mike Feinberg’in açtığı, sözleşmeli ‘KIPP Akademi’ adlı okullar. Velilere başarı garantisi veriyor, bizdeki özel okullar gibi. Tam müşteri memnuniyeti!   

Charter Okulları ve KIPP Akademiler Okul mu?

Süpermen’in eğitimi politikası

Yer yer grafikler ve animasyonlarla tezlerini desteklemek isteyen Süpermen’i Beklerken belgeseli, KIPP Akademiler’in, Charter Okulların ve Michelle Rhee’nin denemelerinin görece ‘akademik başarılarına’ odaklanıyor. Bu nedenle belgesel, Kamusal eğitimi geriletme, devlet okullarının tasfiye etme, eğitimi piyasalaştırma, sözleşmeli okulları yaygınlaştırma, standart sınavları yüceltme, eğitime erişimi eşitsizleştirme, öğretmen saygınlığını gölgeleme, eğitimin çöküşünden öğretmeni sorumlu tutma, öğretmenlerin güvencesiz çalıştırılmasını destekleme, performansa dayalı ücretlendirmeyi ve öğretmenin örgütlü hak arama mücadelesini geriletme, öğretmeni inisiyatifsizleştirme… konularında kamuoyu oluşturuyor.

Derdi eğitim olanı, ülkemizin eğitim sorunlarıyla paralellikler kurarak, eleştirel bir izlemeye çağırıyor Süpermen’i Beklerken.

Ama anneniz size gerçekte Süpermen’in var olmadığını söylüyor!

“Eğitimin Süpermen’i Özel Okullar mı?” için 2 yorum

  1. Eğitim üzerine kaleme aldığın bütün incelemelerin çok değerli… Ve hemen devamında ilgili kişilere, öğrencilere, öğretmenlere, bu işle ilgili birkaç kuruma gönderiyorum.

Azra Kundakcı için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir